Gezi'nin mağduru, muktediri

  • 3.07.2013 00:00

Bu harekete bir siyasal parti misyonu biçmek, onun verebileceğinden daha azıyla yetinmeyi kabullenmektir

Şablonu tekrarlayarak -ve katılarak- başlayayım: Yeni bir toplumsal hareketle karşı karşıyayız! Örgütlü siyasetlerle ilgisi olmayan, sivil toplumun içinden çıkmış bir hareket… Üstelik o örgütlerin ilgisizliği üzerine “Taksim Meydanı sadece 1 Mayıs’larda hatırlanacak bir mekan değildir” diyerek AKP ’nin tezgahına aylar öncesinden dikkat çeken ve dolayısıyla onlarla eleştirel bir mesafede oluşan bir hareket. Henüz tam olarak bilmiyoruz ama muhtemelen Cihangir, Beyoğlu mahallelerini merkeze alan, ne istediğini bilen bir ağ örgütlenmesiyle oluşmuş sivil toplum hareketi… Yaşam alanlarına dair siyasal otoritenin keyfi müdahalelerine karşı diklendikçe de Gezi’nin dışına taşan demokratik ve özgürlükçü bir sivil hareket…

Çok fazla, çok az

Geçerken not edelim ki, bu hareketin önüne bir siyasal parti misyonu biçmek hem çok fazla hem de çok az! Fazladır; zira doğası gereği kesintilerle ilerleyecek olan, başka bir meselede bambaşka bir şekilde karşımıza çıkacak olan ama her hal ve kârda devlet iktidarını almaktan ziyade onu sınırlamayı hedefleyecek bir hareket “iktidarı devirene kadar” gidemez, gitmez. Öte yandan, bu harekete bir siyasal parti misyonu biçmek, onun verebileceğinden daha azıyla yetinmeyi kabullenmektir: Gezi direnişinin sivil kültürümüze yaptığı tarihsel katkıyı bir siyasal parti yapamazdı!

Ama benim içinden çıkmakta zorlandığım bulmaca başka… Hareketin ilk günlerinde devletin bütün iktidar kaynaklarını elinde toplamış bir tek adamın kibir ve nobranlığının ana meselemiz olduğunu düşünüyordum. Kibir, Erdoğan’ın hakikatle ilişkisini zedelemiş ve Gezi’de neler olup bittiğini anlamasını engellemişti. Her konuşması, eylemcilere ilişkin seçtiği her sözcük polis şiddetine verilmiş bir açık çeke dönüşüyordu: “Benim polisim”, “onlara” karşı! Dünyanın hiçbir demokrasisinde, göstericilerin bütünüyle silahsız olduğu eylemler sırasında 4 yurttaş ölmez, 10’u aşkın yurttaş kör olmaz, binlercesi yaralanmaz. Bu tablonun oluştuğu hiçbir demokratik rejimde Emniyet Müdürleri ve Valiler görevlerinde kalamazlar. Fakat burada oldu! Erdoğan’ın orduyla girdiği güç mücadelesinde yaslandığı ana güç olan polis, gittikçe özerkleşmiş, AKP iktidarının ana bileşeni haline gelmiş ve çevresine kalın bir koruma duvarı örmüştü. Ayrıca incelenmesi gereken polis meselesini bir kenara koyarak devam edelim.

Mağduriyet edebiyatı

Bu böyle olmakla birlikte, zaman içinde Erdoğan’ın görünürdeki kibrinin arkasında bir özgüven eksikliğinin yattığını düşünmeye başladım. Anlayamadığım nokta şuydu: AKP iktidarı, yakın tarihin gördüğü en hegemonik iktidardı. Malum, hegemonya sadece baskı değildir; toplumsal rızayı da harekete geçirmesi gerekir. AKP sadece devletin bütün kurumlarını kontrol etmekle kalmıyordu, aynı zamanda kitlesel desteği de arkasına almıştı. Bu anlamıyla tek parti döneminden bile daha hegemonikti.

Peki ama Erdoğan’ın söylemine sinmiş olan şu “mağduriyet” edebiyatı nereden çıkıyordu? Bu kertede hegemonya kurmuş bir parti, aynı zamanda mağdur da olduğunu söylediğinde, bu saçmalık nasıl kabul görebiliyordu tabanda? Önceleri, Erdoğan’ın kitleleri manipüle etmek ve parti içindeki iktidarını sağlamlaştırmak için bu mağduriyet edebiyatına sarıldığını düşünüyordum. Bunun kısmen açıklayıcı olduğunu hâlâ düşünüyorum. Fakat yavaş yavaş, Erdoğan’ın kendi mağduriyetinden konuşurken samimi olduğunu düşünmeye başladım. Onun bahsettiği mağduriyet, politik ya da iktisadi değil, kültüreldi! İlk iki alanın muktediri, üçüncü alanın mağduruydu! Kente kendince bir damga vurmak istiyordu ve karşısındaki “her şeyi bildiğini sanan züppeler” onu engelliyordu. Cumhuriyet’in en başından beri ensemizde boza pişiren elitlerdi bunlar! (“3-5 çapulcu” söylemi ile Erdoğan’ın organik aydınlarının ima ettiği “sosyetik bebeler” söylemi arasında salınan ve AKP gibi geniş bir kitleye hitap eden bir parti için tutarsızlık sayılamayacak geniş bir söylem repertuvarı ile karşı karşıyaydık.) Erdoğan ve bir bölüm AKP’linin dünyasında polisin şiddetine maruz kalmış, öldürülmüş, kör olmuş, yaralanmış, gazı yedikçe çekilmiş, sonra toparlanıp tekrar polisin karşısına çıkmış, üç hafta boyunca bu sancılı rutini tecrübe etmiş, yani şiddeti değil, şiddeti alt etme inadını temsil eden o insanlar aslında muktedirleri temsil ediyordu! Altüst olmuş bu dünyada mağdurlar muktedir; muktedirler mağdur olmuştu.

Özgürlük ve demokrasi

Tayyip Erdoğan ’ın toplumun fay hatlarını derinleştiren uğursuz stratejisi bir yana, bu algıyı anlamamız gerekiyor. Bu insanların aslında Gezi’yi yaratanlarla değil, Cumhuriyet’ten bu yana öğretmen edasıyla “yaban”a “medeniyet götüren”, ona “estetik değerleri” öğretenlerle derdi var. Başbakan ve organik aydınları işte bu fay hattında turluyorlar.

Oysa Gezi Direnişi esas olarak bir özgürlük mücadelesiydi. Söylemeye gerek yok: Meşruiyeti sağlam her toplumsal hareket, diğerlerini kendine çeker. Birçok farklı görüş ve hareket o meşruiyetin çatısı altına gelerek sözünü dolaşıma sokar. Gezi direnişinde de aynısı oldu. Hayat tarzlarına yönelik bir tehdit algısıyla Cumhuriyet Mitinglerine katılanlardan, nasyonel sosyalistlere kadar bir dizi grup da harekete eklemlendi. Fakat hareketin içinde yer almış herkesin rahatlıkla söyleyeceği üzere ulusalcı gruplar, hiçbir aşamada hakimiyet sağlayamadı. Harekete rengini veren özgürlük ve demokrasi mücadelesiydi.

Şimdi Gezi Direnişi’nin üzerinde yükseldiği bu demokrasi zemininde yeni bir siyaseti kurmak gerekiyor. Bunun birincil koşulu sanırım öğrenmeye açık olmaktır. Farklı meselelerde farklı bileşenlerle ortaya çıkacak bu “merkezsiz” hareketlerle etkileşebilecek esnekliği gösterecek, onları içermeye çalışmadan, inisiyatiflerini iğdiş etmeden, onların tecrübeleriyle zenginleşmeye ayarlı bir siyaset... Kürtlerin ve Alevilerin demokratik taleplerinden kadınların eşitlik taleplerine; başörtülü kadınların ve LGBT’lerin eşit yurttaşlık haklarından gençlerin kendi hayatları üzerinde söz ve karar sahibi olma taleplerine kadar özgürlük taleplerinin hepsini ikirciksiz sahiplenen; gayrimüslim yurttaşlarla birlikte İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçiş döneminin ağır mirasıyla yüzleşmeye kararlı; sermayenin bütün yaşamı ve insan ilişkilerini biçimlendirme iştihasına karşı emekçilerle birlikte başka bir hayatı kurma iradesine sahip ve elbette Gezi Direnişi’nin kökeniyle uyumlu olarak doğayı merkezine alan, doğanın sahibi değil, parçası olduğumuzun idrakinde yeni bir siyaseti kurmamız gerekiyor. Özgürlükçü, çoğulcu, derdi olanın derdini anlatabileceği ferah feza bir siyaset! Gezi’nin açığa çıkardığı ihtiyaç da, başta Erdoğan olmak üzere meseleyi başka mecralara çekmeye çalışanların kurnazlıklarına dur diyecek olan da, budur.

Radikal

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums