- 27.07.2020 00:00
Fethin sembolü Ayasofya artık yeniden cami; ona zarar vermekten kaçınmalı.. İlber Ortaylı’yı dinlemeliyiz…
Ayasofya yeniden cami olarak ibadete açıldı milletçe sevindik; İstanbul 500 küsur yıl sonra yeniden fethedilmiş gibi oldu. Açılışın yapıldığı Cuma günü Ayasofya içi ve çevresinde 350 bin insan yerini aldı. Bu gelişmenin mimarı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yeni adıyla Ayasofya-i Kebir Camii’nin 24 saat açık kalması talimatını verdi.
Mabedin gündüzler ve geceler boyu her gün binlerce ziyaretçisi olması bekleniyor.
Ne mutlu bize.
Mutluyuz, ama yeniden sahiplendiğimiz hissine kapıldığımız muazzam mabedin 1500 yıldır ayakta kalmış ve gözümüz gibi bakmamız gereken tarihi bir eser olduğunun farkında değiliz gibi.
Geçen gün “Cumhurbaşkanı karar verirken danışmanlarına danışıyor mu?” sorusunu bir yazımın başlığından sormuştum, hatırlayacaksınız. O soruyu “Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasından sonra nasıl davranılması gerektiği, tarihçilere ve özellikle tarihi eserler konusunda uzman olanlara, sözgelimi Prof. İlber Ortaylı’ya danışıldı mı?” diye de sorabilirdim.
İlber Ortaylı kısa süre kültür bakanlığı yapmış Atilla Koç’un bakanlığı döneminde Topkapı Sarayı müdürlüğüne getirilmişti. Görevi alanına Ayasofya ile ilgilenmek de giriyordu. Sonradan o görevden ayrılsa da, bildiğim kadarıyla, halen bakanlığın danışmanı sıfatını koruyor.
Çok değerli kitaplardan oluşan şahsi kitaplığını Cumhurbaşkanlığı külliyesine hibe ettiğini de biliyoruz Prof. Ortaylı’nın.
Prof. Ortaylı diyor ki…
Zamanında danışılmış olmasa bile hiç değilse şimdi ne dediğine kulak vermekte yarar var.
Pazar günleri Hürriyet’e tarihi konularda yazı katkısında bulunan Prof. Ortaylı’nın dünkü köşesi Ayasofya konusuna ayrılmıştı.
Uzunca yazının içine sindirilmiş uyarılar olağanüstü önemli.
Ayasofya’nın 15 asırdır ayakta kalan tek mabed olduğunu hatırlatıyor. İlk yapımını gerçekleştiren Aydınlı mimarları yanında Sinan’ın da elinin değdiği binanın düzenli restorasyonunun devamı gerekiyor. İlmi heyetler bu alanda çalışıyor, çalışmalı da. Eserin esas koruyucusu ise… “Unutmayalım ki, Fatih Sultan Mehmed’ten beri Ayasofya’nın koruyucusu biziz” diyor Prof. Ortaylı.
Nasıl koruyacağız?
Şöyle:
“Ayasofya’nın ikinci katı suret-i katiyede ne ziyaret edilebilir ne oraya adım atılabilir. Oraya adım atacak kişiler, mimari tarihçiler, restoratör, usta ve mühendislerdir. Zira buradaki fresklerin korunması çok zordur, nefes en büyük düşmanlarıdır. Yoğun insan nefesi bu eserleri mahveder. Bize inanmayanlar Kremlin müze ve kiliselerini zaman zaman, hatta bazılarını uzun yıllar kapatan Rus uzmanlara sorsunlar. Onlar gereken bilgileri verecekleridir. Aynı durum Göreme kiliseleri için ve Osmanlı’nın 500 yıllık klasik eserleri için de geçerlidir.
“Benzer kurumlardan Küçük Ayasofya dediğimiz Bakhos Kilisesi daha evvel restore edildi, bugün camidir (Küçük Ayasofya Camii). Aynı şekilde Kariye Manastırı’nın tamiri bitti. Pantokrator Manastırı yani Zeyrek Camii bitmedi. Bunların rastgele, kontrolsüz bir şekilde umuma açıldığı görülüyor. Medyaya düşen fotoğraflarda gerekli ihtimamın gösterilmediği, cami cemaatinin kafasına göre düzenlemeler yaptığı görülüyor. Bu gibi tarihi eserlerde muhakkak kontrolün, çakılacak bir çivinin dahi Anıtlar Kurulu ve Kültür Bakanlığı’nın iznine tabi olması gerekir.”
Prof. Ortaylı, İtalya/Floransa’da bulunan tarihleri Ayasofya kadar kadim olmayan bazı galeriler ve kiliselere kontenjanla ziyaretçi alındığını hatırlatıp benzeri bir uygulamanın bizde de başlatılmasını tavsiye ediyor.
En önemli tavsiyesini sona saklamış: “Ayasofya’nın kontrolsüz bir kitleyi kaldırması mümkün değil. Devlet kontrolünde belirli sayıda insanın caminin içinde olması gerekir, aksi halde yıllarca süren restorasyonların getirisi çöpe gider. Tüm bu meseleler yeni baştan düşünülmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalı.”
Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak, müze iken onu kendi kaderine terk edilmişlikten çıkarıp yeniden sahiplenmek anlamına da geliyor. 15 asırdır ayakta kalmış ve ebediyete kadar varlığını sürdürmesini arzulamamız gereken bir eser Ayasofya. Bir uygarlık mirası olduğu kadar fethin de sembolü.
Öyle değil mi?
Bu durumda ömrünü kısaltacak yanlışlıklara karşı onu koruma altına almak gerekir.
Cami olarak açıldı, milletçe sevindik.
Şimdi de onu gözümüz gibi koruma görevinin milletçe sahibiyiz.
24 saat açık tutmaktan fazla gecikmeden vazgeçmeli, ziyaretçi giriş ve çıkışlarını kontenjana bağlayamasak bile cemaat sayısını kısıtlı tutmalı ve tarihi eserler konusunda uzmanlaşmış ilim ve teknoloji heyetlerinin denetimini sürdürmeliyiz.
Eserin değerini itirazcılardan daha fazla bildiğimizi göstermenin de yolu budur.
Hürriyet’te çıktığı için haberi olması gerekenlerin dikkatlerinden kaçmış olabilecek Prof. İlber Ortaylı’nın yazısını önemine binaen gündemime aldım.
Yorum Yap