- 27.05.2019 00:00
Yazıya 1993 İktisat Nobel ödülünü alan Douglass North’tan bir alıntı ile başlayalım (Kurumlar, kurumsal değişim ve ekonomik performans; Sabancı Üniversitesi yayını, 2002):
“Kurumlar, bir toplumda oynanan oyunun kurallarıdır; daha formel bir anlatımla, insanlar arasındaki etkileşimi biçimlendiren, insanların getirdiği kısıtlamalardır. Kurumlar sonuç olarak, etkileşimin teşvik unsurlarına belli bir yapı kazandırırlar. Teşvik, siyasi, ekonomik veya toplumsal olabilir. Kurumsal değişim, zaman içinde toplumların nasıl evrimleştiğini belirler; bu yüzden de, tarihsel değişimi anlamanın anahtarını oluşturur.
….kurumlar ve kuruluşlar arasında yapılan ayırım çok önemlidir. Kurumlar gibi kuruluşlar da insanlar insanlar arasındaki etkileşime bir yapı kazandırırlar.
….kurumlar oyunun kurallarıdır, kuruluşlar kurumsal değişimin araçlarıdır.”
Yazımda North’un yaptığı çok önemli kurum ve kuruluş ayırımını yapmayacağım, ama bu ayırımın çok önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak istedim.
AKP Türkiye’yi 17 senedir yönetiyor ama yaklaşık son sekiz-dokuz senedir büyük kötülüklere imza atıyor; en büyük kötülük de hiç kuşkusuz kurumların ve kuruluşların çökmesi ya da çökertilmesi.
Kurum ve kuruluşların çok hızlı çöküşünün, çökertilmesinin topluma, siyasete ve özellikle de ekonomiye çok büyük darbeler vurduğunu gözlemliyoruz.
Dünyada ve Avrupa’da büyüme oranlarında bir gerileme olduğu malum ama gelişmiş ülkelerin hiçbirinde büyüme Türkiye’de olduğu kadar vahim ölçülerde düşük değil, vahim ifadesini kullanıyorum çünkü Türkiye ekonomisi 2019 senesini muhtemelen yüzde iki küçülme ile kapatacak.
İstikrar için oy talep eden AKP yönetiminin iktidarının 17. senesinde bu noktaya nasıl gelindiğinin, büyümenin neden negatif olduğunun, enflasyonda dünyanın en yüksek sekizinci enflasyon ülkesi olduğumuzun kökenleri çok büyük çapta kurumların ve kuruluşların bu dönem zarfında çökertilmiş olmasıdır.
Bu çok vahim çöküşün sadece negatif büyüme ve çok yüksek enflasyon gibi hesaplanabilir sonuçları değil, yine bir ölçüde hesaplanabilir nedenleri de var.
Çöken, çökertilen kurumların çok uzun bir listesi yapılabilir, üzerlerinden tek tek önemli analizler mümkün ama bu yazıda sadece en önemli gördüklerim üzerine bir-iki şey söyleyeceğim; bu arada herkese de önerim Türkiye’de bu kurumlar için bir asr-ı saadet arayışı içinde olmamalarıdır çünkü bu kurumlar geçmişte de kötüydüler, bugün ise çok kötü hale geldiler, getirildiler.
Bu aşamada “getirildiler” kelimesini ısrarla kullanıyorum çünkü AKP iktidarı son senelerde bu kurumların çökertilmesi üzerinden iktisadi, siyasi, toplumsal rant arayışı içine girdi; şu noktayı iyi görelim, bu kurum ve kuruluşların çökmesi, çökertilmesi toplumun bütünü için bir facia niteliğindedir. Ama yönetim erkinde bulunan küçük bir grup bu çöküşten rantlar da elde ederler ve son senelerde ülkemizde yaşanan tam da budur.
Çöken, çökertilen kurumların en başında hukuk ve anayasal bir kavram olan hukuk devleti geliyor. Yukarıdaki cümlede belirttiğim gibi, hukuk kurumu bizde, bağlı kuruluşları ile birlikte, her zaman sorunlu olmuştur, 1971 senesinde Yargıtay Müslüman olmayan vatandaşlarımız için yabancı tabirini kullanabilmiştir. 2007’de Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hukuksuz 367 kararının siyasi maliyetini hala çekiyoruz, yukarıda belirttiğim gibi hukuk kurumunda bir asr-ı saadet arayışı yanlıştır.
Ancak, 2010 sonrası hukuk kurumunun ve ilgili kuruluşlarının çöküş ivmesinde büyük bir artış gözlenmektedir. Türkiye’de ve yurt dışında kimsenin hatta büyük ölçüde AKP’lilerin bile hukuk kurumuna ve ilgili kuruluşlara güveni kalmamıştır. Şunu iyi görmek lazım, hukuk kurumunun çöktüğü bir yerde ortada ne toplum ne de devlet kalır. Zira zaten devlet demek doğrudan hukuk demektir, hukukun iflası, çökmesi, çökertilmesi devletin iflası, çökmesi, çökertilmesi anlamına gelmektedir. Bu çok sevimsiz gerçeği yaşamın her alanında görüyoruz.
Hukuk kurumunun çöktüğü bir yerde insanlar ve kuruluşlar arasındaki ilişkilere de büyük bir belirsizlik gelmektedir ve bu durum çok büyük ölçüde ekonominin tıkanmasına neden olmaktadır. Hukuk devleti bugün olduğu gibi yoksa, mülkiyet hakkı da yok demektir, mülkiyet haklarının çok kolay çiğnenebildiği bir yerde de tasarruf ve yatırım buharlaşır. Bu çerçevede ülkemizde sürdürülebilir büyümenin önemli bir ayağı olan doğrudan yabancı sermaye girişlerinde de büyük tıkanıklıklar yaşanır ve yaşanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği Altan, Ilıcak, Kavala kararları bu çok önemli kuruluşun da hukuk devleti evrensel çizgisinin çok dışına çıktığının kanıtlarıdır. Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, YSK gibi yüksek yargısal organların da, daha alt mahkemelerinin de durumları ortadadır.
Sabah akşam saçma sapan hareketlerle, ok atarak, komik kıyafetli adamların arasından yürüyerek Osmanlı nostaljisi yapmak yerine keşke Erdoğan ve çevresi Osmanlı’nın ürettiği o çok önemli Daire-i Adalet kavramı üzerine biraz kafa yorabilseydi.
Hukuk kurumu ve yargı kararlarının durumunu yargı yetkisini tanıdığımız uluslararası yargı organlarında aldığımız ihlal kararlarının sayısı ile kantitatif olarak da ölçmek mümkündür.
Hukuk kurumunun çöküşü ile birlikte eğitim kurumu da ülkede baş aşağı gitmektedir. Eğitim kurumunun önemli kuruluşları üniversiteler ve hukuk fakültelerinin durumu eğitim kurumu ve hukuk devletinin nasıl bir sarmal içinde aşağı yönlü hareket ettiğini, bir kısır döngünün içine girdiğini göstermektedir.
Sadece üniversiteler değil eğitim kurumunun tüm aşamaları ve kuruluşları çok büyük bir kriz içindedir ve bu krizin nasıl aşılabileceğine yönelik bir çıkış yolu da görülmemektedir. Çünkü eğitim kurumunun en temel taşı öğreticilerin ve bunları yetiştiren kuruluşların durumu eğitim kuruluşlarının ortalamasından da kötüdür; başka bir ifade ile de sistemin yakın ve orta vadede bir çıkış yolu görünmemektedir.
Hukuk devleti yoksa dış kaynak girişi de yoktur yani sürdürülebilir büyümenin önemli ilk ayağı sakattır. Bu ayakta belirli bir konjonktürde bir iyileşme olsa bile sürdürülebilir büyümenin en önemli ikinci ayağı olan verimlilik ayağının bastığı yer eğitimdir ve eğitim kurumu ülkemizde büyük bir çözümsüzlük içindedir ve orta vadede bile bir çıkış yolu görünmemektedir.
Bu durum, hukuk ve eğitim kurumlarının çökmesi sonrası ekonominin uzun, belirsiz bir süre büyüme yolunun dışında kalması demektir.
Mesele sadece hukuk ve eğitim ile de sınırlı değildir ama bu iki kurumun çöküşünün uzun vade sonuçlarının en vahimleri olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır.
Ülkemizde büyük bir anayasa ve yönetim krizi de her geçen gün yaygınlaşmaktadır; bütçe-Hazine kurumu her gün daha kötüleşmektedir, Merkez Bankası ülke içinde ve dışında saygınlığını yitirmektedir.
Daha mikro bazda da sorun vardır, en genelinde basın kurumu, daha özelinde de kamu alanı dahilinde TRT, Anadolu Ajansı gibi kurumlar çok büyük ölçüde itibar, prestij kaybı yaşamaktadırlar. CNN Türk kuruluşu ana marka ABD CNN’e bile itibar kaybettirmektedir.
Kurumların bu ölçüde yıprandığı, çöktüğü, çökertildiği bir ülkede toplumsal ilişkilerin sağlıklı işlemesi, sürdürülebilir büyüme mümkün değildir ve kurumların kalitesine koşut olarak olmayacaktır da.
Kurumların çöküşü nesiller arası bir sıkıntı yaratmaya, etkinlik kayıplarının senelere, hatta on senelere yayılmasına neden olmaktadır.
Osmanlı döneminde, gerileme döneminde, 19. asırda, hatta 20. asrın başında bile kurumların, kuruluşların mukayeseli nispi durumları bugünkünden (uluslararası mukayese) daha iyi olduğu doğrultusunda karineler mevcuttur. Çok önemli bir kurum olan savunma kurumunda bugün hala 1915 Çanakkale’sinin kurmay kadrolarının kalitesinin olmadığı çok net görülmektedir.
Türkiye marka üretememektedir; kurumların çöktüğü bir yerde küresel marka üretimi beklemek de zaten olanaksızdır; AKP kurumları çökerterek Türkiye’ye büyük bir kayıp yaşatmaktadır ama temel mesele kurumların çöküşü ile geleceğin de ipotek altına alınmış olmasıdır.
Çöken kurumların ayağa kaldırılması çok zor olacaktır; mesela hukuk, mesela adalet, mesela üniversiteler.
Türkiye’yi AKP iktidarından kurtarmak, iktidara gelmek nispi anlamda daha kolaydır; çok daha zor olan bu çökmüş kurumları nasıl ayağa kaldıracağımıza yönelik projeler üretmektir.
Yorum Yap