- 16.06.2016 00:00
Tabii var ve en baştan ifade etmek isterim, ben sonuna kadar üst akıldan yanayım.
Peki bu üst akıl nedir?
Üst akıl bir sistemdir ve dünyada birden çok üst akıl vardır.
Türkiye için üst akıl Türkiye’nin üyesi olduğu askeri, siyasi, hukuki ittifakların ortak refleksleridir.
Daha da somuta, beş konuya indirgeyelim: NATO, Avrupa Konseyi, AİHM’in tanıdığımız yargı yetkisi, AB ile tam üyelik müzakereleri hukuki çerçevesi ve altında imzamız olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeler, üst akıl budur.
Şanghay beşlisinin de bir üst aklı var, bunu da unutmayalım.
Bu beş kurumsal çerçeve Türkiye’nin siyasi, hukuki ve ekonomik manevra alanlarını hem büyük ölçüde belirliyor hem de sınırlıyor.
İyi ki de belirliyor, iyi ki de sınırlıyor.
Bu belirleme, belirlenme, sınırlama ve sınırlanmaya da isterseniz üst akıl diyebilirsiniz.
Ve çok net söylüyorum, bu satırların yazarı bu belirlenme ve sınırlanma çerçevesinin Türkiye için, gelecek kuşaklar için alternatif çerçevelere oranla çok ama çok daha hayırlı olduğunu biliyor.
NATO üyesi iseniz, bu askeri ittifakın çıkar konsepti üzerinde söz hakkınız vardır ama bir kez saptandıktan sonra bu, milli egemenlik, ulusal çıkar gibi çok subjektif, herkesin farklı yorumlayabileceği gerekçelerle bu çerçevenin dışına çıkamazsınız. Mesela İŞİD’e, el altından bile olsa, silah gönderemezsiniz.
Avrupa Konseyi üyesi bir devlet iseniz, ifade özgürlüğü, din ve ibadet özgürlüğü gibi kavramlarda artık belirli bir çerçeve içinde hareket etmekle mükellefsiniz. Mesela, laik bir devletin Cumhurbaşkanı, çok sayıda Müslüman olmayan vatandaşı var, İslam ülkeleri toplantılarında “biz” diyemez. Üniversite öğretim üyeleri bir dilekçe nedeniyle hain ilan edilemez.
AİHM’nin yargı yetkisini kabul etmiş bir devlet iseniz, sözleşmenin ilgili maddesine (46) göre AİHM kararlarını uygulamak zorundasınız, bekletemezsiniz, geciktiremezsiniz; ancak, Türkiye’de saymakla bitmez, uygulanmayan AİHM kararlarından geçilmiyor.
Türkiye AB ile müzakereler çerçevesinde, bir taraftan AB’yi çifte standartlı olmakla suçlarken, kendisi de inanılmaz çifte standartlara imza atıyor. Önlerinde hiçbir siyasal engel olmamakla birlikte, Türkiye vatandaşlarının refahı, yaşam kalitesi için çok önemli ve olumlu olacak temel dosyaları, iç rantlar ve yolsuzluk yöntemleri sonlanmasın diye müzakereye açamamaktadır.
Türkiye’nin altında imzası olan çok sayıda temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerin kimi maddelerinin uygulanmaması için elimizden geleni yapmaktayız.
İşte bu aşamada da “üst akıl” devreye girmekte, Türkiye’nin içinde bulunduğu hukuki, siyasi, askeri kurumsal yapının gereklerinin devlet tarafından yerine getirilmesini talep etmektedir.
Türkiye devleti ise, bu çerçeve içine bir türlü girmek istememekte ve tüm sorunlar da buradan kaynaklanmaktadır.
“Yerli ve milli” ifadesi de bu hukuksal, kurumsal çerçevenin kurallarına göre hareket etmek istememenin bir şifresidir.
Türkiye vatandaşlarının önünde çok temel bir tercih yatmaktadır: NATO, Avrupa Konseyi, AİHM, uluslararası sözleşmeler, AB çerçevesinde mi bir gelecek beklentiniz var yoksa “milli ve yerli” denen, vatandaşlara özgürlük ve refah getireceği çok ama çok şüpheli bir hukuksal, kurumsal çerçeve dahilinde mi?
Bu satırların yazarının tercihi belli.
Herkesin bu konuyu iyi değerlendirmesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.
Üst akıl yani içinde bulunduğumuz, kendi imzalarımızla dahil olduğumuz kurumsal, askeri, hukuki uluslararası çerçeve mi, yoksa AKP rejimi mi?
Yorum Yap