- 11.05.2016 00:00
Bir zamandan beri gelen işaretlerden Türkiye’nin önünde bir parantez kapama olayı yaşanacak gibi görünüyor. Bildiğiniz gibi, İslamcı cenahta Cumhuriyet tarihi, Osmanlı’nın doğal devamı olarak görülebilecek bir dönem değil. Aksine o günkü toplumda, Batı’lı fikirleri olan küçük ve fakat güçlü aktörlerin, oldukça zorlama bir biçimde toplumu rayından çıkarıp “Muassır medeniyetler” yönünde bir trene bindirmesi olarak görüldü. Toplumun ortak paydası “Müslümanlık” olduğu halde, bu ortak payda hiçe sayılarak Hilafetin kaldırılması ve Hanedanın gönderilmesi bu toplumun rayından çıkması demekti. Nitekim öyle de oldu ve doksan yıldır ülkenin sorunları çözülemedi. O nedenle de bu dönemin artık kapatılıp, toplumun doğal rayına yeniden oturtulması gerekiyor. Cumhurbaşkanı’nın “dava” dediği dava bu dava. Artık bu daha net bir biçimde görülebiliyor.
Doğrusu AKP bu muydu, başlangıçtan bu yana asıl derdi bu “dava”nın gerçekleştirilmesi miydi bilmiyorum. Ama on dört yıllık AKP serüveninin geldiği noktanın bu nokta olduğu açık. O nedenle de önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanı’nın “başkanlık” dediği makamın pekala “sultanlık” olacağı daha bir netleşecek ve Türkiye “Muassır medeniyetler” treninden inip “Halifelik” ve “Hanedanlık” la Osmanlı rayına oturtulacak. Anlaşılan plan bu…
Cumhurbaşkanı’nın bu “dava” peşinde koşarken, anayasadan almadığı yetkileri kullanabiliyor olması aslında doksan yıllık bir gerçeğimizin de ortaya çıkmasını sağladı. Bizde “demokrasiyi” sembolize eden “sandık” aslında bir tür nüfus sayımı kıvamında bir işleve sahip. Toplumda hangi kimlik çoğunlukta, Kürtlerin ve Alevilerin durumu ne gibi soruların cevabı sandıktan anlaşılabiliyor. Size eskiden böyle değilmiş gibi gelebilir ama bunun nedeni o zamanlar istemediklerinin sandıktan çıkması olasılığını baştan kesmek üzere askerlerin siyaset üzerindeki gölgesini unutmamanız gerek. Şimdi ise askerlerin böyle bir dertleri yok. Öyle ya toplum doğal rayına oturtulacaksa ne gam!
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının o dönemde yaptıklarına itirazlar olmadı mı? Tabii ki oldu. Ama doğrusu o dönemin güç dengeleri Mustafa Kemal ve arkadaşlarının lehineydi ve o nedenle de onlar bu “zorlamayı” yapabildiler. Peki şimdi durum nedir diye baktığımızda, öyle anlaşılıyor ki özellikle kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayan ve toplumdaki en geniş nüfus kesimini oluşturan kimliğin mensupları Cumhurbaşkanı’na bu “dava”da destek verecek gibi görünüyor.
Öyle olur mu bilmem ama önümüzdeki günlerde tarihi parantezi kapama hamleleri sıklaşacak ve her biri de özgürlük ve demokrasi umutlarımızı dibe çekecek gibi görünüyor. Peki bu durumda ne yapmalıyız?
Bence böyle bir dalgaya cevap verebilmenin en etkili yolu Türkiyelileşme düşüncesi etrafında birleşmektir. Tekrar etmek gerekirse Türkiyelileşme, Türkleşme ya da Türkleştirme gibi kavramlarla ilgisi olan bir kavram değildir. Aksine, adı Türkiye olan bir ülkede yaşayan ve bu ülkenin devleti tarafından her daim Türkleştirmeye çalışılan etnik ve inanç kökenleri farklı olan toplulukların birlikte yaşamaya ilişkin ortaya attıkları yeni bir siyasi taleptir. Osmanlı bakiyesi bir toplumun, tüm yukarıdan yönlendirmelere karşı aşağıdan yükselen bir “biz” olma talebidir. O nedenle de tamamen demokratik bir taleptir.
Abdullah Öcalan’ın ortaya attığı ve HDP üzerinde gerçekleşen bu siyasi vizyon yalnızca Kürtlerin, ve solcuların değil tüm yukarıdan şekillendirmelere isyan etme potansiyeli taşıyan ve kendilerini diğerlerinden ayırmak üzere kendilerine “laik”, “sosyal demokrat”, “demokrat” ve hatta “liberal” diyen insanların da içinde olabileceği bir vizyondur.
Önümüzdeki günlerde yükselecek olan karanlığa en iyi cevap Türkiyelileşme düşüncesi etrafında birleşmek, örgütlenmek, bu düşünce içinde yeni ve yaratıcı ifade ve mücadele biçimleri bulmaktan geçiyor. Dün Kemalistlerin bugünse İslamcıların toplumu yukarıdan “kimlikçi” bir biçimde düzenlemesine karşı Osmanlı’nın “milletler sisteminin” bugünkü yorumuna en uygun düşen de belki budur.
Yorum Yap