- 8.02.2016 00:00
Bu yıl, 29 Nisan 1916’da “Kut’ül Amare Zaferi” olarak bilinen Osmanlı-İngiliz savaşının yüzüncü yılı bütün yurtta kutlandı. Şimdiye dek kutlanmadığı düşünülen bu zaferin şimdi kutlanmaya başlamasını ise bir çok kişi manalı buldu. Ve bu “zafer” kutlamasının 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının yerine geçirilmek istendiğinden kuşkulandı. Hele hele 23 Nisan’la ilgili “terör” gerekçe gösterilerek hiçbir kutlamaya izin verilmemesi bu kuşkuları daha da artırdı.
Hükümet kanadının bu kutlamayla ilgili “Unutturulmak istenen zafer” diye sözetmesi de “kim yasakladı ya da kim unutturmak istiyor” gibi sorularla herkesin kafasını karıştırdı,. Akla, başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyeti kuran kadrolar geldiyse de anlaşıldı ki bu zafer 1952’ye kadar bir şekilde kutlanmış ve fakat Adnan Menderes Hükümeti tarafından kaldırılmış.
Doğrusu bu kutlama ve gecesinde Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını iktidarda bir zamandan beri gözlenen bir değişimin bir işareti olarak okumak yerinde olur. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın “Gezi” olaylarından sonra başlattığı ve belirli bir ritimde artarak devam eden bir “medeniyet” karşılaştırması ve Batı’ya karşı bir meydan okuma çizgisi açık bir biçimde görülüyor. Unutmayalım ki Cumhurbaşkanı’nın “Bizim medeniyetimiz, yani İslam medeniyeti” sözü o tarihten sonra sık sık kullandığı ifadelerden biri.
Yazının sınırlarını düşünerek uzatmadan konuya girecek olursam Cumhurbaşkanı’nın “Kut’ül Amare Zaferi”ni anma gecesinde yaptığı konuşma Cumhurbaşkanı’nın nezdinde 1923 ile açılan parantezin kapatılmasına ilişkin önemli bir momente geldiğimizi gösteriyor. Cumhurbaşkanının, “Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum” diyerek 1923’de açılmış parantezin öncesine vurgu yapması bence bunun en açık kanıtı. Çünkü bu cümlenin 1923’den bu yana bu ülkenin yönetici elitlerinin (askerler de dahil) benimsediği tarih anlayışına bir eleştiri olduğu muhakkak. Çünkü bu elitler için Cumhuriyet’in kuruluş öncesi yani Osmanlı dönemi hiçbir zaman hatırlanmak istenen bir dönem olmadı. Bunun nedeni ise açıktı: Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı Devletinin külleri üzerinden bir yeniden doğuş efsanesine ihtiyacı vardı ve bu efsane Kurtuluş Savaşı’ndan ve tarihin çok daha gerilerinden gelmeliydi. (O nedenle de örneğin Cumhuriyet idaresi kurduğu ilk iki önemli bankanın birinin adını Etibank (Hitit) diğerininkini ise Sümerbank olarak koymuştu).
Cumhurbaşkanı’nın 1916 Kut’ül Amare Zaferinin bir bayram gibi kutlanmasına karar vermesi ve bunu çeşitli toplantılarla uygulaması aslında Cumhuriyet Türkiyesi’nin topluma benimsettiği varoluş efsanesine bir itirazdan başka bir şey değildi ve doğrusu Cumhurbaşkanı bunda haksız da değildi. Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin içinden çıktığı tarih Osmanlı tarihiydi ve Osmanlı tarihi bir “ulus-devlet” tarihi değil bir “milletler” tarihiydi. O nedenle de tarihi okumalarımızı 1919 ve sonrasıyla sınırladığımızda ne bugünkü sosyolojik kırılmaları anlamak ve ne de uluslararası sorunları anlamlı bir çerçeveye oturtmak mümkün değildir. Örneğin bugünün en önemli sorunlarından biri olan Kürt sorununu 1919 öncesi Osmanlı Kürt ilişkilerini anlamadan çözmek ne kadar mümkün olabilir ki? Bu nedenle de Cumhurbaşkanı’nın tarih konusundaki söyledikleri bence de haklı bir itiraz olarak değerlendirilebilir.
Ama sanırım hepsi bu değil. Daha doğrusu Cumhurbaşkanı’nın bu konuda attığı adım sadece tarihsel bir yaklaşımın eleştirilmesinden ibaret değil, aksine bana devletin çok daha önemli bir stratejik hamlesi olarak görünüyor. Cumhurbaşkanı’nın şu uzun cümlesine bakınız: “Batı medeniyetinde Türk, belli bir kavmin adı değil tüm Müslümanları ifade eden bir isimdir. Dünyada 200 milyonun üzerinde bir varlığa sahip Türkçe konuşan toplumlar denince de akla önce bizim milletimiz gelir. Millet olarak temsil ettiğimiz bu geniş algının gerisindeki büyük mücadeleyi ve fedakarlıkları çok iyi görmek, çok iyi değerlendirmek ve idrak etmek mecburiyetindeyiz. Ülkemizde maalesef, nesillere bu büyük fotoğrafı gösterecek bir tarih anlayışı mevcut değil”.
Bu cümleler, Cumhurbaşkanının (devletin?) Türkiye’nin rotasını “Batı’nın Muassır Medeniyetlerin”den bir “Müslümanlık-Milliyetçilik” kültür eksenine doğru yönlendirme gayreti içinde olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Eğer yaptığım bu yorum doğruysa parantezin kapanması noktasına gelmekteyiz demektir. Parantez kapandığında ise nasıl bir Türkiye olacağı belli değil. Ne iktidar için ve ne de iktidarın karşısındakiler için…
Yorum Yap