- 13.01.2016 00:00
Geçmişte nasıl ülkeyi yöneten, “Laik ve modern kesim” ülkedeki “İslami kesimin” derdini anlamadı ve onlara doksan yıl süren bir çeşit zulüm yaşattı, aynı şekilde bugün “İslami kesim” de ülkedeki diğer bütün kesimlere benzer bir zulüm yaşatmakta. Diyebilirsiniz ki eğer bugün yaşadıklarımız bir çeşit zulüm ise nasıl oluyor da İslami kesimden hiç kimse bunu görmüyor, anlamıyor. İşte sorun da burada! Kimlikler etrafında örülen siyaset ortamı insanların birbirlerinin ne yaşadıklarını anlamalarının önüne bir perde oluşturuyor ve bu perdenin arkasında yaşayan diğerlerinin ne yaşadıklarını anlamak bu nedenle de mümkün olmuyor.
O nedenle de birçok kavram ikili anlamlar taşımaya başlıyor. Örneğin geçenlerde olduğu gibi bir kadın, bir tv programına telefonla katılıp yaşadıklarını, daha doğrusu kendi yaşadığı bölgenin çocuklarının yaşadıklarından söz edecek oluyor, toplumun bir kısmı kadını öven konuşmalar yaparken, diğer kısmı da kadının terör örgütü üyesi olduğundan emin onu ve program yapanı kınıyor. Bu da yetmiyor, devlet o eğlence programını yapan kişiye soruşturma açıyor vs.
Bütün bunlar, bir toplum hayatında normal şeyler değil. Dün nasıl değildiyse bugün de öyle. O nedenle de, kimlik siyaseti ortamının bir toplumun hayatını zehirleyen en önemli etken olduğunu öncelikli olarak görmemiz gerekiyor.
Buradan bugünlerde Kürt illerinde olanların da her iki toplum gözünde nasıl algılandığına ilişkin bir değerlendirme yapmak mümkün. Bu illerde yaşayanlar örneğin “Hendeklerin” daha çok ölüm olmaması için gerekli bir önlem olduğunu söylerken, İslami kesimdeki insanlar ise “Hendekleri” devlete başkaldırının semboli olarak görüyor. Tabii daha da temelde Kürt halkı bu savaşı devletin çıkardığından eminken İslami kesim de PKK’nin çıkardığından o kadar emin.
Kimlik siyaseti yalnızca bize özgü bir durum da değil. Bugün bütün dünyayı etkisi altına almaya başlamış, sayısız ulus devlette gelişmekte olan bir siyaset. Nedeni de açık. Küreselleşmeyle bir taraftan toplumlarda bir özgürleşme talebi ortaya çıkarken diğer taraftan da göçlerle iç içe geçmeler artmakta. Sonuç her kimliğin güneşin altında bir yer edinmek istemesi.
Tabii bu çağdaş hareketlenmenin ulus devlet demokrasilerinin sınırlarının değişmesini gerektiriyor. Her kimliğin kendi yaşamak istediklerini yaşayabileceği ya da bu taleplerinin diğer kimliklerle müzakere edilerek ortak bir yaşam alanın oluşmasını sağlayacak yeni bir demokrasinin kurulması bu dönemin en önemli meselesi. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye önerdiği, “Türkiyelileşme” yaklaşımı işte böyle bir yaklaşımdı. Ama İslami kesim bu yaklaşımı ya entelektüel kapasitesi yetmediği ya da çıkarları uymadığı için Öcalan’ın yalnızca Kürtlere yapmış olduğu bir öneriymiş gibi anlamayı tercih etti. Oysa bu öneri gerçekten çağdaş, özgürlükçü, birbirine saygılı kesimlerden oluşan bir toplum kurmanın hayaliydi.
Bu hayali yaşatmamız gerekiyor. Her şeye rağmen, İslami kesimin bütün duyarsızlıklarına, “Laik ve modern” kesimin bütün algılama sorunlarına rağmen bu birlikte yaşama düşüncesini ve hayalini yaşatmamız gerekiyor.
Unutmayalım ki “Hepimiz özgür olmadıkça, hiç birimiz özgür sayılmayız.”
Yorum Yap