- 8.02.2015 00:00
Devletin Kürt illerinde uyguladığı baskı ve şiddetin, Kürtler arasında ‘Türkiyelileşme’ projesine olan inancı azalttığına dair sözler duyuyorum. Kürtlerin Türklerle zaten zedelenmiş gönül bağlarının iyiden iyiye yok olmakta olduğunu, Kürtler arasında parlementoya olan inancın sarsıldığını, bu nedenle de seçimlere katılım oranının düştüğünü söylüyorlar.
Benzer bir kırılmanın HDP’ye oy vermiş Kürt olmayan kesimler arasında yaşandığına dair de konuşmalar var. PKK’nin gereksiz bir biçimde devletin davetine icabet etmesine tepki duyarak Kürtlerle bir kırılma yaşayan kesimlerin varlığından sözediyorlar.
Bütün bunlar olabilir.
Çünkü AKP Hükümetinin ve devletin çözüm sürecini rafa kaldırıp, kabul edilmesi mümkün olmayan bir savaş halini yürürlüğe sokmuş olmasının Kürt kimliği üzerinde derin bir kırılmaya yolaçtığını düşünmek çok zor değil. Aynı şekilde, Kürtlerle dayanışarak yeni ve demokratik bir Türkiye’nin kurulabileceğine inanan Kürt olmayan kesimlerin PKK’nin askeri ‘misillemeleriyle’ başka bir amaca yöneldiği duygusuna kapılıp Kürtlerle bir kırılma yaşadığını düşünmek de zor değil.
Sanırım bu durumda yapılması gereken en makul şey Türkiyelileşme kavramını yeniden düşünmek ve yeniden tartışmak. Çünkü önümüzdeki sürecin bütün kesimler açısından anlamlı bir biçimde yaşanabilmesi ve doğru politikalar üretilebilmesi ancak böyle mümkün.
Türkiyelileşme, başından beri Kürtlerin Türkleşmesi olmadığı gibi, Kürtlerin Türkiye siyaseti içinde olup olmadıkları konusuyla da ilgili bir kavram değildi. Kürtlerin Türkleşmesi, yani asimile olmaları bugüne dek gerçekleşebilmiş bir amaç olmadığına göre bundan sonra olabileceğini düşünmek de saçma. Öte yandan Kürtlerin Türkiye siyaseti içinde olmadıkları iddiası da saçma bir iddia. Çünkü bu iddiaya, Meclis çalışmalarına kısa bir göz atmakla cevap verilebilir. Meclis kayıtları gerek eski BDP’nin ve gerekse yeni HDP’nin Türkiye sorunlarıyla çok yakından ilgili olduklarını açıkça ortaya koyar. Öylese ne? Türkiyelileşme ne demek?
Türkiyelileşme düşüncesi, ortak bir yaşam duygusu üretememiş bir toplumda böyle bir duyguyu yaratma düşüncesidir. Maalesef kuruluş döneminin zorlukları ve zorlamaları nedeniyle, Osmanlı bakiyesi farklı toplumsal kümelerin olduğu bu toplumda ortak bir yaşam duygusu yaratılamamıştı. ‘Duygu’ diyorum yani gönüllerde gönüllü bir biçimde yaratılmış ortak bir bağlayıcıdan sözediyorum. Yoksa zorla, kılık kıyafetten, dil ve din gibi sosyal alanlarda yaratılmış ve dayatılmış bir ortak yaşamdan sözetmiyorum. Öylesi zaten, birincisi yaratılamadığından dolayı tek seçenekti. O nedenle de Türkiye denilen coğrafyada yaşayanların uydukları ve uyguladıkları ortak bir yaşam, gönüllü bir biçimde oluşmadı. Bugün yaşadığımız sıkıntının ana mecrası da bu.
Ama yaşadığımız bu sıkıntının yalnızca bizim yaşadığımız bir sıkıntı olduğunu düşünürsek de yanılırız. Benzer sıkıntılar, bence yalnızca zorla ulus-devletleşmiş toplumlarda değil günümüzün Batı ulus-devletlerininde de yaşanmakta. Tabii yaşananların, her ulus-devletin kendi gelenek ve görenekleri içinde yaşandığını da unutmamak gerek. Bizde ya da Filipinlerde ‘savaş’ gibi yaşanan bu sorunlar Batı ülkelerinde, mesela İspanya’da ya da İngiltere’de ‘referandum’ gibi yaşanmakta.
Bu nedenle de bugün Kürt siyasetinin, özellikle Abdullah Öcalan’ın ülkenin gündemine getirdiği bu siyaset perspektifi, öyle olur olmaz bir şekilde gözardı edilebilecek bir perspektif değildir. Böyle bir perspektifin toplumda kendi yolunu açmasına karşı birileri direnilebilir ama bence bu yolu kapatmaları pek mümkün değildir. Bu hem Kürtler ve hem de Kürt olmayanlar için de atlanmaması gereken bir gerçektir.
Yorum Yap