- 12.08.2015 00:00
Türkiye’yi şu anda yöneten elitlerin (siyasi ve bürokrat olarak) bu kadar öngörüsüz, basitersiz ve çapsız olması doğrusu beni kaygılandırıyor. Bu elitlerin, kırk yıldır süren ve elli bine yakın kişinin öldüğü Kürt İsyanı’na verdikleri cevabın hala “savaş” olması bu kaygımın nedeni. Türkiye devletini yöneten elitlerin seksen- doksan yıldır Kürt halkına yaptıkları haksızlıklar için özür dileyip, bir “birlikte yaşamak” zemini arayacaklarına yine “savaş” seçeneğine yönelmiş olmaları gerçekten düşündürücü. İnsanın kendi kendine, “Yahu bu ülkede, hiç mi akıllı ve vicdanlı bir siyasetçi çıkmıyor?” ya da “Hiç mi bu işin bir çıkmaz sokak olduğunu gören asker yok?” diye sorular sormadan edemiyor. Son olaylar da devlet aklının tutulmuşluğunun, savaş dışında bir kıvraklık ortaya koyamadığının kanıtları. Birinci Dünya Savaşı sonunda insanlığın İmparatorluklardan ulus devletlere geçmesi, “ulus” adı verilecek toplulukların devletleşmeleri kolayına gerçekleşmedi. Her şeyden önce “ulus” olma özelliği olan homojen topluluklar, hemen; heterojen, yani içlerinde farklı ulusal özellikleri olan toplulukların olduğu toplumlar ise belirli çatışmalar sonrasında varılan uzlaşmalarla devletleştiler. Tarihte bir de bizim gibi, heterojen olan ve fakat herhangi bir iç uzlaşma olmaksızın, yukarıdan baskılanarak bir arada tutulan toplulukların olduğu devletleşmeler oldu. Aradan yüz yıl gibi yakın bir zaman geçti. Yaşadığımız dünyada çok şey değişti. Şimdi sıra “ulus devletlerin” yönetim yapılarına geldi. Çağımızdaki ulus devletlerin değişiminin burada ayrıntısına giremeyeceğim bir çok nedeni var. Ama altını çizmem gerekir ki insanın siyasal uyanışı, ulus devlet formunu ve bu formun yönetimini bugüne dek gerçekleştirmiş olan “temsili demokrasi” formunu değişime zorluyor. Daha homojen yapıları olan Batı ulus devletleri aldıkları göçler nedeniyle heterojenleşip, çok-kimlikli hale gelirlerken, bizim gibi zaten baskıyla bir arada yaşamak durumunda kalmış çok-kimlikli ulus devletler ise çok-kimlikliliğin yaşanmasını isteyen bir değişim talep ediyor. Bir başka deyişle üzerine baskıyla yerleştirilmiş “tek kimliği” aşıp çok-kimlikli olmak istiyor.
Bunları neden mi söylüyorum? Dünya çok-kimlikli bir yaşam tarzına doğru evriliyor. Bu aynı zamanda farklı kimliklerin taleplerinin de demokrasinin kapsama alanına girmesini sağlayacak bir yeni demokrasinin de inşa süreci demektir. Farklı kimliklerle birlikte yaşamaya zorlanmış ulus devletlere örnek olabilecek Kuzey İrlanda da 1998’de “Hayırlı Cuma Anlaşması” ile çatışmanın temel amacı olan ayrı bir ulus devlet kurmak yerine “gönüllü birlikte yaşamak” anlamına gelen bir adım atıldı. Silahlar sustu ve barış içinde bir yeni dönem başladı. 23 Eylül 2010’da Moro İslami Halk Kurtuluş Cephesi’nin liderlerinden Muhager İkbal “Ayrı bir devlet kurmak amacından vazgeçtiklerini, birlikte yaşamaya hazır olduklarını” açıkladı. Silahlar sustu ve barışı sağlayacak yeni bir dönem başladı.
2013 Newroz’unda Abdullah Öcalan “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” dedi. “Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır” diyerek birlikte yaşamanın bir hedef olmasına işaret etti. 2015 Newroz’unda yine Öcalan; “Doğru bildiğim ve inancım gereği; çatışmacı, tüketici, yıkıcı milliyetçiliğin doğurduğu ulus devletleri demokratik siyasetle aşarak açık demokratik kimliklerle bir ortaklaşmaya geçmenin mecburiyetidir. Bunun için ulus devletleri kendi içinde demokratik siyasetle demokratik ortaklaşmanın yeni bir türünü gerçekleştirmeye ve yine ulus devletleri kendi aralarında Ortadoğu’nun demokratik ortak evini inşa etmeye çağırıyorum” dedi. Türkiye’yi yöneten elitler bu açık mesajları neden almıyorlar? Neden insanlığın yeni yönelişlerini görmüyorlar? “Türk’ün gücünü göreceksiniz!” diye bağıran bürokratın “Siz de Kürtün gücünü göreceksiniz!” sloganının atılmasına neden olacağını, bunun da savaşa devam anlamı taşıyacağını bu ülkeyi yönetenler görmüyorlar mı? Tarih, dünyadaki gelişmeler ve Abdullah Öcalan’ın söyledikleri ortadayken hala bu savaşta ısrar etmek, çapsızlıktır, basiretsizliktir, hatta ahlaksızlıktır. Bunu da hakketmediğimizi düşünüyorum.
http://www.ozgur-gundem.net/yazi/133796/ocalanin-sozleri-ortadayken-savas-neden
Yorum Yap