- 1.04.2014 00:00
Seçimler oldu bitti. Sanırım şimdi değerlendirme zamanı. Değerlendirme deyince, Başbakan’ın balkon konuşmasında söylediği gibi yalnızca muhalefetin aynaya bakması olarak değil bizzat kendisinin de aynaya bakması olarak yapılmalı.
Çok söylüyorum ama yine de söyleyeceğim, bu ülkede demokrasi, bireylerin tercihlerinden çok “aidiyetlerin” tercihleriyle biçimleniyor. Yani bu ülkede fikirlerden, projelerden çok aidiyetler önemli. Öyle olunca da seçimler farklı fikirleri ve projeleri taşıyan siyasi partiler arasında değil, birbirlerinden farklı “kültürel aidiyetler” arasında cereyan ediyor. Bu nedenle de böyle bir demokraside “sandık”, nüfusun içinde en yüksek paya sahip hangi “aidiyet” ise, o “aidiyetin” seçildiği bir işlev görüyor. Türkiye’nin sosyolojik yapısını düşündüğümüzde de bunun “İslami aidiyet” olduğu ya da olacağı çok açık. Burada, bu toplumda, her zaman “İslami aidiyetin” yüksek olduğunu söyleyerek bu yoruma itiraz edilebilir ama unutmamak gerekir ki, geçmişte “sandık” üzerinde “askerin gölgesinin” bulunması “sandıktan” “İslami” siyasetin çıkmasını da her zaman frenlemiştir.
Bu nedenle de “laik aidiyetlerin” temsilcisi olan CHP’nin bu seçimlerdeki en önemli yanılgısı, Başbakan Erdoğan’ı “yolsuzluklar” ve yolsuzluklar üzerinden ortalığa dökülen “tapelerle” yeneceğinisanmasıdır. Bu “tapeler” üzerinden siyaset, kendi seçmeni arasında bir “konsolidasyon” sağlamıştır ama aynı zamanda ilginç bir biçimde AKP seçmeninin de kendi lideri ve partisi etrafında konsolide olmalarına yol açmıştır. O nedenle de Erdoğan’ın oyları düşmemiş aksine bir önceki yerel seçimlere göre artmıştır.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığım çerçevenin doğal sonuçları üzerinde şimdilik durmayıp, yeniden “balkon konuşmasına” dönecek olursak, bu konuşmada Başbakan Erdoğan’ın zafer kazanmış bir komutan edasıyla bundan öncekilerden farklı olarak toplumu kuşatıcı olmayan ve aynı zamanda da toplumun önemli bir kısmıyla kavga etmeye devam edeceğini ima eden bir konuşma yapmıştır. Konuşması, yine bu köşede çokça belirttiğim gibi, İslami referanslar taşıyan bir konuşma olarak onun siyasetinin bir “İslami kimlik siyaseti” olduğunu tarihe geçirmiştir. Üsküp’ten, Bosna’dan, Filistin’den ve Mısır’dan söz etmesi, “Bu millet, ümmetin umududur” diyerek İslami bir “ümmet” fikrinin içinden konuşması yine bu siyasetin işaretleri olarak okunmalıdır.
Yine bu konuşmada Kürt siyaseti ile ilgili konuşurken “Tek devlet”, “tek millet”, “tek bayrak” gibi sloganlara başvurması, çözüm sürecine yine kendi bildiği gibi yaklaşacağının işaretini veriyor gibiydi. Bu yaklaşımın tam olarak nasıl bir politika demeti olacağını bilmesek de, seçimleri kazanmış olmasından giderek, Abdullah Öcalan’ın Newroz mektubundaki “diyalog bitti, zaman müzakere zamanıdır” düşüncesine yaklaşmakta yavaş davranacağını tahmin etmek zor değil. Seçimlerin altının çizilmesi gereken önemli konularından biri de, seçimleri BDP ve HDP üzerinden değerlendirmektir. Bunları önümüzdeki yazılarımızda yapmaya çalışacağım. Ama burada şu kadarını söyleyeyim ki HDP’nin İstanbul’da üçüncü parti olarak çıkmış olması çok önemlidir. Büyük ölçüde bu amaca odaklanmış HDP’nin bu amacını yerine getirdiğini söyleyebiliriz. BDP’nin ise geçmişe göre elde ettiği il ve ilçelerin sayısını artırmış olması da ayrıca altının çizilmesi gereken bir husustur. Tabii bu kısa değerlendirmelerden Kürt siyaseti konusunda söylememiz gerekenler bu kadardır dememiz mümkün olmadığına göre bu değerlendirmeleri de ileriki yazılara bırakalım.
Yorum Yap