İktidar, tutanaklar ve medya

  • 21.03.2013 00:00

 Kendi toplumu için değil de ona karşı örgütlenmiş bir devlet yapılanmasının olduğu bir ülkede Kürtlerin taleplerinin dinlenmesi de pek mümkün değildi.

Kürtlerin varlığı karşısında, “Kürt yoktur, onlar dağda gezen Türklerdir” diyebilecek kadarcüretkâr olabilmiş bir devlet anlayışının egemen olduğu bu ülkede;

İslami kimliğin taleplerinin siyaseten güçlenmesi karşısında “Fadime Şahin- Müslüm Gündüz”hikâyeleri yazmayı göze alabilecek kadar cüretkâr olabilmiş bir devlet anlayışının egemen olduğu bu ülkede;

Hatta hatta daha sonraları “Ankara sokaklarında tank yürütecek” kadar gözü dönmüş bir devlet anlayışının egemen olduğu bu ülkede Kürtlerin dinlenmesi de pek mümkün değildi kuşkusuz.

Ama aslında dinlenmeyen yalnızca Kürtler ya da İslami kesimler de değildi. Aslına bakılırsa bu devlet anlayışı altında farklı etnik kökenli topluluklar da farklı inanç grupları da bu dışlanmışlıktan nasiplerini almışlar ve dinlenmemişlerdi.


Çünkü bu ülkede yalnızca Türkler yaşıyordu ve “Türkiye Türk’lerin”di.


AKP’nin adımları

Bu devlet anlayışıyla devam edilemeyeceğini gören AKP hükümeti Cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak Kürtleri, belki biraz da kendi dışlanmışlıklarına benzediğinden olsa gerek giderek anlamaya ve dinlemeye başladı ve sorunu çözmek üzere bir irade ortaya koydu. Bunun Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biri olduğu kuşkusuz.

Ama ne var ki Habur’da plansızlıktan çöken adımdan sonra Oslo görüşmelerinin kamuoyuna yansıması, onun da ardından şimdi de İmralı tutanaklarının medyaya sızdırılmış olması bu sürecin yeteri kadar düşünülüp planlandığı konusunda kuşkular yaratmıştı. Fakat gerek AKP’nin ve gerekse de BDP’nin de olay karşısında “yola devam” mesajları vermeleri her iki tarafta da barış için çözüm iradesinin varolduğunu gösterdi ve kuşkuları dağıttı.

Doğrusu her ne kadar “tutanak krizinin” Kürt sorununun çözümünde bir sorun olmayacağı ortaya çıkmış olsa da başka bir sorunu tetiklemesi ve bir gerginliğe yol açması geçtiğimiz günlerin en önemli konusuydu. Başbakan Erdoğan’ın bu haberi sızdırmış olanlardan çok bu olayı kamuoyuna taşıyan gazeteye ve gazetecilere kızması ve bundan dolayı da medyaya yüklenmesi, “gayrı milli”suçlamalarında bulunması barış sürecinin “tansiyonunun” ne denli yüksek olduğunu da gösterdi.

Evet, bu tür gerginliklerin bu süreçte olması bir anlamda kaçınılmazdır. Çünkü ortada Cumhuriyet’in kuruluşundan beri huzursuz yaşayan bir halk var ve bu huzursuzluğun sonucunda yaşanmış isyan, çatışma ve ölümler var. O nedenle de gerek AKP ve Erdoğan’ın ve gerekse de Kürt tarafının üzerinde yürüdüğü ip her an kopma riski taşıyan bir iptir ve bir biçimde ipin kopmasıyla aşağıya düşecek olanlar da bu ip üzerinde yürümeye karar vermiş görünen AKP ve Kürt siyasetçileridir. O nedenle de bu gerginliğin anlaşılması kolaydır ama bu gerginlikten giderek zaten sorunlu olan demokratik anlayışımıza zarar verecek adımlar atmayı anlamak bir o kadar zordur. Nitekim Başbakan’ın medyayı suçlamasıyla başlayan, Hasan Cemal’e Milliyet’te yazdırılmamasıyla devam eden bu gelişmelerin demokrasimize zarar veren adımlar olduğu çok açıktır.

Evet, anlıyoruz ki gizli tutulması gereken tutanakların bir gazete tarafından yayımlanmış olması bir sorundur ama bu sorun daha çok devletin, hükümetin ve Kürt siyasetçilerinin bir sorunudur, gazetecilerin değil. Bu nedenle de ortada “Batsın sizin gazeteciliğiniz” diyecek bir şey de yoktur.


Bizim gazetelerimiz

Gazetelere gelince...

Bizim gibi güç oyununun az merkezli olduğu ülkelerde gazete sahipliği güçlü iktidarlar karşısında güç arayışının araçlarından biridir. Bir yandan siyaseti konsolide etmeye bir yandan da muhalif olmaya yarayan yapısı gazete sahipliğine iktidarlar karşısında bir pazarlık gücü sağlar.Ama eğer bu ülkenin kendine has gerçekleri varsa bunlardan birinin de genel olarak bütün patronların ve özel olarak da gazete patronlarının iktidarlar karşısında boyun eğme eğilimlerinin güçlü olduğu gerçeğidir. O nedenle de bizde siyasetçinin, özellikle Başbakan gibi bir siyasetçinin medya konusundaki görüşleri salt bir görüş olmaktan çıkar doğrudan patronlar için bir emir hâline gelir. Nitekim Hasan Cemal olayında da durumun büyük ölçüde böyle geliştiği söylenebilir.

Tabii ki yukarıda tarif ettiğim medya, medya konusunun tamamı değildir. Çünkü medyanın sattığı, her şeyden önce portakal gibi bir ürün değildir. Medyanın sattığı hizmet, toplumun bilgilendirmesini sağlarken aynı zamanda toplumun yönlendirilmesinin de aracı olur. Bu nedenle de medyanın toplumu yönlendirmesi olasılığı onun “patronlara” karşı olduğu kadar “hükümetlere” karşı da regüle edilmesini gerekli hâle getirirken aynı zamanda da özgür bir biçimde çalışmasının önünün açılmasını da talep eder.

Bütün bu nedenlerle hükümetin medyayla kavga eder bir görüntü vermesi ve Hasan Cemal gibi bir gazetecinin yazı yazmasının engellenmesine vesile olmuş olması ne demokrasimize ve ne de çözmek istediğimiz sorunun çözülmesine katkı sağlamıştır. Bu hassas süreçte serinkanlı olmak ve zaten yıpranmış olan güven duygumuzu tazelemek sanırım izlenmesi gereken tek yoldur.


erolkatircioglu@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums