- 29.12.2012 00:00
Her ne kadar geçen yazımda, Başbakan’ın bütün siyasal tartışmaları belirlemesinden, bütün siyasal tartışmaların da Başbakan üzerinden yapılmasından sıkıldığımı söyledimse de dün akşam Mehmet Akif Ersoy’la ilgili bir törende gençlere yaptığı konuşmasını dinlerken, kendine özgü bir vizyoner olan Başbakan’ın vizyonunun bu ülkede kalıcı etkiler yapacağı düşüncesiyle belki de daha derinden tartışılmasında (sıkılmış olsam da) yarar olabilir diye düşündüm.
Başbakan’ı dinlerken Partha Chatterjee’nin; Walter Benjamin’in ilk ortaya attığı, Benedict Anderson’ın ve diğerlerinin analizlerinde kullandığı “homojen zaman” ile “heterojen zaman”kavramları etrafında yaptığı tartışmayı hatırladım. Chatterjee, homojen zamanın, yani kullandığımız“saat-zamanın” Batı’nın uzun fetih ve sömürgecilik tarihinin bir sonucu olarak bugünün “global zamanı” hâline dönüşmesini eleştirerek, aksine bugün yaşadığımız zamanın “heterojen” olduğunu ve aynı mekânda farklı zamanlar yaşanabileceğine vurgu yapıyordu.
Başbakan’ın konuşması tam da böyle bir başka zamanın içinden yapılan bir konuşmaydı. Tarihsel olarak Batı karşısında mağdur olmuş bir toplumun kendini artık mağdur hissetmemesi gerektiğini Mehmet Akif’in Batı karşısında (bu arada bu ülkede vesayet rejimini o günlerde tesis etmiş olanların da karşısında) gururlu duruşundan giderek gençlere öğütlüyordu.
Yukarıdaki cümlede “mağdur olmuş bir toplum” derken aslında Türkiye’yi ima etmiş olabileceğimi düşünmüş olabilirsiniz ama öyle değil. Başbakan aslında yalnızca Türkiye adına değil Türkiye’yi de aşan ve bütün İslam ülkelerini kapsayan bir medeniyet adına konuşuyordu. Akif’in Arnavut kökenine değinerek Kürtlere de işaret edip “İşte Akif’in ve bizim(?) medeniyet anlayışımız budur” diyordu. Sanki Başbakan Erdoğan, tıpkı Akif’in İstiklal Marşı’nın şu dizelerinde olduğu gibi gençlere şöyle der gibiydi;
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?”
Evet Akif, Batı tarafından parçalanmış Osmanlı toplumunun bir bireyi olarak Batı’nın sömürgeci tavrına karşı tavır almış bir şairdi. Ama, Kurtuluş Savaşı’nın galibi olanların bir süre sonra Türkiye için “Batı”yı işaret etmesinden önce o “Doğu”yu işaret eden bir şairdi, yani İslam medeniyetine.
Bu durumda Başbakan’ın dünkü konuşmasını nasıl yorumlamak gerekir dersiniz?
Bence Başbakan Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Batı yönünde açılan parantezi kapamak istiyor. Ülkede, Akif’in şiirlerinden yansıyan ve kendisinin de fikirlerine kaynaklık eden Batı karşısında dik duran yeni, büyük ve güçlü bir Türkiye yaratmak istiyor. Bunun da “teknolojiyle”olabileceğine inanıyor. Nitekim yaptığı konuşmada, bir taraftan ODTÜ öğrencilerine çakarken, diğer taraftan da bu düşüncesini şöyle ifade ediyor: “AK gençliğin eli taş, molotof kokteyli, kasatura, döner bıçağı veyahut da yumurta sallayan el değil; sizin elleriniz kalem tutar, sizin elleriniz bilgisayarın tuşlarında dolaşır, AK gençlik budur.”
Bence Başbakan yanılıyor. Çünkü Akif’in “tek dişi kalmış canavar” dediği “medeniyet”, onun zamanında da şimdi de Batı’yı ve kapitalizmi ifade ediyor. Ama Başbakan bugün Akif’e sahip çıkarken Akif’in “canavar” dediği Batı’yla işbirliği için bütün dünyayı dolaştığı gibi kapitalizmin önerdiği her kurala da uymaya çalışıyor. Bunları yapıp yapmak Başbakan’ın bileceği bir iş. Yapmasın da demiyorum tabii ki ama bilmek gerekir ki gençlere önerdiği bu vizyon günümüzün gerçekleriyle pek ötüşmediği gibi kendisiyle de çelişiyor.
Ve tabii gençleri anlamak onlara huzurlu, adil ve eşitlikçi bir gelecek hazırlamakla mümkün. Onları,“ellerinde molotof olanlar”la “ellerinde bilgisayar olanlar” olarak ayırmak, kendisinin de sahip çıktığı “kim olursan ol gel” diyen bir medeniyet anlayışına uymadığı da ortada.
Şimdiden okuyucularımın yeni yıllarını kutlar, barış içinde bir 2013 dilerim.
erolkatircioglu@gmail.com
Yorum Yap