- 9.05.2019 00:00
Türkiye’nin kendisini ‘Beyaz Türk’ gören kesiminin temel sorunu, kendileri gibi olmayan herkese yukarıdan ve eleştirel bakmaları. Muhafazakarı ve Kürdü olmayan bir toplum hayalleri var. Açıkça söylemedikleri bu hayali, kritik noktalarda dışa vuruyorlar.
İstanbul’da seçim tekrarı talimatının ardından, talimat diyorum çünkü buna hukuki karar demek yüzlerce yıllık hukuk birikimi ve insanlığın bu uğurda verdiği mücadeleye ayıp olur; ilk tepki Kürtlere oldu.
Kürtlerin uğradığı haksızlığı, ödediği bedeli görmezden gelen pek çok kişi ki, aralarında gazeteciler de var; Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmeden yola çıkarak Kürtlerin AKP ile anlaşmaya vardığını ve İstanbul’da aday çıkaracağını iddia etti. Elbette Kürtleri suçlayan bir dille…
Seçim Yasası’nı okuma zahmetine bile katlanmayan bu kişiler, İstanbul seçiminin yeni bir seçim değil, 31 Mart’ın bir tekrarı olduğunu bile ayırt edemeyerek HDP’nin aday gösterebileceği savını ortaya koyabildi. Aday gösterme gibi bir ihtimal olsa bile, sadece Öcalan ile bir görüşme uğruna kentlerini-kasabalarını yıkan, gençlerini bodrumlarda ölüme mahkûm eden, analarını yerlerde sürükleyen, temsilcilerini zindanlarda çürüten, Kürtlerin önünü keseceğim diye IŞİD ile işbirliği yapan bir zihniyetle işbirliği yapacağını düşünmek aymazlıktı, ama yaptılar.
HDP duruşunu net bir şekilde koymak durumunda kaldı ki, hiç ihtiyacı yoktu. Bu seçimin en ilkeli duruşunu Kürtler gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Başta CHP olmak üzere AKP’ye ve Erdoğan’a karşı olan tüm kesimlerin bu gerçeği görüp Kürtlere teşekkür etmesi gerekir. Aslı astarı olmayan bir şekilde suçlamaları değil.
Benzer bir tavır, 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklamasına da gösterildi. Oysa bu, çok önemli ve değerli bir tweetti. Ne dedi Abdullah Gül:
“Anayasa Mahkemesi’nin 2007 yılındaki haksız ‘367 Kararı’ karşısında ne hissettiysem, başka bir yüksek mahkeme olan Yüksek Seçim Kurulu’nun dün aldığı kararı duyunca aynı duyguları yaşadım. Yazık, bir arpa boyu yol alamamışız.”
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı askeri vesayetin temsilcileri ile aynı yere gelmekle suçlayan ağır bir eleştiriydi bu ve AKP tabanında mutlaka karşılık bulacaktı. İnsanların tweet atmaya korkmaktan ‘‘Her şey güzel olacak’’ hahstag’i ile açıklama yapmaya başladığı bir dönemde daha da önemliydi.
Erdoğan’ı giderek yalnızlaştıran, kendi kitlesinden bile koparmaya başlayan böyle açıklama ve değerlendirmeleri önemsemek ve sahip çıkmak gerekir. Unutmamak lazım ki, ülkenin içine girdiği korkunç ekonomik batağa rağmen hala AKP’ye oy veren yüzde 36-37’lik muhafazakar bir kesim var ve bu kesim tüm bilgisini AKP medyasından ve tek yanlı bir şekilde alıyor.
Abdullah Gül’ün çıkışı, AKP’nin Avrupa Birliği ve tam demokrasi hayaliyle çıktığı yoldan askeri vesayetin bir parçası haline geldiğini net bir şekilde anlatıyordu. Seçimin yenilenmesi talimatından rahatsız olan parti tabanını Ekrem İmamoğlu’nun uğradığı haksızlık konusunda ciddi şekilde uyarıyor ve askeri vesayetin kendisine ve partisine muamelesinden farklı olmadığını anlatıyordu.
Faşizme karşı mücadelede ortak bir cephe şarttır. Bu aşamada, yeni bir iktidar kurmuyorsunuz, halkın tepesine çökmüş bir çeteyi tasfiye mücadelesi veriyorsunuz. Bu mücadeleye katılan, sesini yükselten herkese kucak açıp sahip çıkmak gerekir. AKP tabanının gerçeği görme sürecini Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin çıkışları hızlandıracaktır.
İstanbul seçiminde AKP karşıtı cepheye ne kadar çok kesimden insan katılırsa, Erdoğan’ın hile ve hurdayla seçimi alma olanağı o kadar daralacaktır. Akılda tutulmak gerekir ki, İstanbul’u almak için her türlü yola başvuracaklardır. Kanlı, saldırılı bir sürece hazır olmak ve anti-faşist cepheyi sağlam tutmak gerekir.
Yorum Yap