- 28.06.2016 00:00
Ali Babacan Dışişleri Bakanı idi. Daveti üzerine ben, Ahmet Hakan ve Serdar Turgut özel bir uçakla Helsinki'ye uçuyorduk. Babacan'a eşi de eşlik ediyordu. Yolda Babacan ve eşinin yanına geçtiğimizde konuyu o zaman da gündemde olan 1 Mayıs yasağına getirdim ve yasakta ısrar etmenin gerekçesini sordum kendisine. Cevabı, ‘‘Devletin yasakladığı bir şeye karşı ısrarcı olmamak gerekir'' mealinde oldu. Ben de ‘‘O zaman, devlet eşinizin başını açmasında da ısrar ediyor. Başını açması gerekiyor mu?'' sorusunu yönelttim kendisine. Aldığım cevap koca bir sessizlikti.
Devlet garip bir yapı. Özellikle bizim topraklarda. Sürekli yasaklarla var olabiliyor. Müslüman gibi yaşamayı, solculuğu, Cemaat mensubu olmayı, başörtüsünü, Kürtlüğü, insanların ana dilini veya cinsel tercihlerini canı istediği gibi yasaklıyor. İnsanların yatak odasına girmeyi bile kendisinde hak görüyor. Oysa bir insanın yatak odasında, kiminle ne yaptığı devletin üzerine vazife değildir. Devletin görevi, insanların cinsel, kültürel, siyasi tercihlerini dışarıdan bir müdahale olmadan özgürce kullanmalarına imkan verecek düzeni sağlamaktır.
Bu ülkede yönetimi ele geçirenler, bir şeyi yasakladığında onun yok olacağına inanıyor. Bugün iktidarda olan Siyasal İslamcıların kendi tarihi bile bunun yalanlaması aslında. 80 yıllık yasağın ardından yok olmadıkları gibi, iktidar oldular. Şimdi devletin gücünü kullanarak kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan, konuşmayan, seks yapmayan insanlara yasak getiriyorlar. Yasakla, Cemaatcilerin, Kürtlerin, eşcinsellerin, içki içenlerin, mini etek giyenlerin yok olacağına; herkesin tek tip insana dönüşeceğine inanıyorlar. Mao'nun büyük katliamlarla bile başaramadığı bir hayal.
Evet, konu dünyanın tüm demokratik ülkelerinde özgürce kutlanan Onur Haftası'nın Türkiye'de yasaklanması. Eşcinsel kimliklerinden utanmadıklarını, tercihleriyle gurur duyduklarını ifade eden yüz binlerce insan Amerika'dan Avrupa'ya kadar tüm demokratik coğrafyada, Gurur Yürüyüşleri düzenledi. İstanbul'da ise devletin cinsel tercihleri nedeniyle yok saymaya çalıştığı bu insanlar biber gazı, cop ve kelepçeyle durdurulmaya çalışıldı. Gözaltına alınanlar oldu.
Ben New York'ta, ünlü 5'inci Cadde'de düzenlenen yürüyüşü izleme şansına sahip oldum. Binlerce insanın katıldığı yürüyüş saatlerce sürdü. Yürüyüşe bankalardan iletişim şirketlerine, üniversitelerden kilise mensuplarına kadar her kesimden insan katıldı. Yürüyüş parkuru boyunca toplanan binlerce kişi de cinsel tercihlerine sahip çıkan bu insanlara destek verdi. Her yaştan, her etnik kökenden insanın danslar ederek, şarkılar söyleyerek kutladığı bir şenlik vardı.
Amerika'da devlet bizimkinden çok güçlü. Türkiye ile kıyaslanamaz bile. Ancak pazar günü New York'ta devlet bu gücünü yürüyüş parkurunun güvenliğini sağlamak, katılımcı ve izleyicilere bir saldırı olmaması için kullanıyordu. Polis, yürüyüşe katılanları kovalamıyor, onlarla hatıra fotoğrafları çektiriyordu.
Koca koca şirketler çalışanlarına kendi markalarının t-shirtlerini giydirerek yürüyüşe katılmasını sağlamıştı. Bütün mağazaların vitrinleri gökkuşağı renkleriyle süslenmiş, sloganlarla haftaya destek ilan edilmişti.
Eşcinsellikten rahatsız olabilirsiniz, ama bu onların hayatın bir gerçeği olduğu olgusunu değiştirmez. Bugünkü devlet zihniyeti de Cemaat'ten rahatsız. Cemaat mensubu insanlara yaşına, cinsiyetine, mesleğine bakmadan zulmediyor. Devletin kaba gücüyle bu boyutta ilk kez karşılaşan insanların bugüne kadar sürekli bu baskıya maruz kalmış kesimlerle empati yapması gerekir.
İnancımız gibi cinsel tercihimiz de bizi ilgilendiren bir konudur. Devletin yatak odamızda işi yoktur ve olamaz.
Yorum Yap