- 19.05.2016 00:00
AKP'nin ilk döneminde demokratikleşiyor dediğimiz muhafazakâr hareket, Erdoğan'ın 17-25 Aralık yolsuzluk skandallarından sonra Derin Devlet'le ittifaka girmesi sonucu İttihatçı genlere sarıldı. Daha doğrusu Derin Devlet, Siyasi İslamcıları ehlileştirdi, sahiplendi ve kontrolü altına aldı.
Birinci Dünya Savaşı'nda Almanların da teşvikiyle Cihada sarılan seküler İttihatçılar gibi davranıyorlar. Bugün hedef başta Hindistan olmak üzere dünya Müslümanları değil. Amaç Türkiye'nin içini kontrol edip denetlemek, mevcut düzenin devamını sağlamak, son Türk devletini korumak.
Bu açıdan AKP'nin İslamcı bir tonla ANAP'laşmasından söz edebiliriz. Yatırımlar ve yolsuzluklar daha çok siyasi kanadın denetiminde, askeri harcamalar ve oradaki sıkıntılar, Kürt meselesi, Kıbrıs sorunu gibi konular yeniden askerin kontrolünde.
Kürt vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması meselesinin özü de budur. Devletin kurucu aklı, Kürtlerin Meclis'te elde ettikleri gücü genişleterek etkin hale geleceğine, sonunda da Türkiye'den kopacağına inanmaktadır. Bunun yolunu kesmek için de her türlü yola başvurmaktadır.
Meclis'teki oylama HDP'lilerin öne çıkmış, toplumu ikna ve yönlendirme kabiliyeti olan kadrosunun tasfiyesiyle sonuçlanacağını gösteriyor. Dünya tarihi, halk hareketlerinin lider kadrosunu hedef alan komplolar, darbelerle doludur. Amerika, Kongo'da Lumumba, Guetamala'da Arbenz, İran'da Musaddık gibi kendi küresel hakimiyetine tehdit gördüğü isimleri CIA marifetiyle devirmiş ve kendine yakın yönetimler kurmuştur. Ama Vietnam'da, Küba'da bu amacına varamamıştır mesela.
İttihatçı geleneğine bir NATO tecrübesi ekleyen devlet, bugün geçmişin tüm birikiminden yararlanarak Kürt Siyasi Hareketi'nin önünü kesme çabası içinde. 1938 Dersim'ine benzer şekilde toplu kıyımlar, 1990'ların Ankara'sına benzer şekilde dokunma meselesi gündemde.
Son 40 yılın tarihi, toplumsal taleplerin, hele günümüz koşullarında, silahla bastırılmasının mümkün olmadığını gösteriyor. Bu yöntemin tek sonucu, daha fazla kan, çatışma ve can kaybı demektir.
Türkiye'nin batısı, arada sırada patlayan canlı bombalar dışında gidişattan rahatsız görünmemekte. O yüzden, Meclis'teki oylamanın referanduma gidecek olması Erdoğan için bir sıkıntı yaratmamakta.
Hatta Erdoğan, böyle bir referandumu MHP tabanını tamamen kendi arkasına kilitleyip başkanlık yolunu açmak için bir prova olarak görebilir. Kimse, Kürt halkının böyle bir referandumda neler hissedeceğini umursamıyor. Kürtler, Kürt kimliklerini korudukları sürece bu topraklarda istenmeyen misafir çünkü.
Kürt kimliğini koruyan Kürtlerden rahatsız olan AKP'liler başta Erdoğan, Müslüman kimliklerini koruyarak Batı'ya göçenlere Avrupa halklarının gösterdiği tepkiden ise rahatsızlık duyuyor.
Kürt meselesinin yeniden tamamen şiddet alanına hapis olması ise, hukukun askıya alınması, siyasi olanın sesinin kıstırılması olarak ortaya çıkıyor.
Anayasa Mahkemesi'nin Erdoğan'ın kişisel öfkesi olduğu Can Dündar hakkında hak ihlali, Ergenekoncuların öfke duyduğu Mehmet Baransu hakkında ise tersi bir karar vermiş olması, derin devlet için kritik konularda iplerin kimin elinde olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Yorum Yap