- 28.02.2016 00:00
AKP’nin Suriye ve Kürt politikasındaki duruşu bu başlıktaki gibi özetlenebilir. Pazarlık etmeyen, karşısındaki gücün taleplerini dikkate almayan ‘‘fır döndü’’ oyunundaki gibi kendisine sürekli ‘‘hepsini al’’ geldiğine inanan bir kumarbaz duruşu bu. Pazarlık yok, geri adım yok, uzlaşma yok.
Amerika’ya usanmadan yapılan ve aynı cevap alınan ‘‘YPG ile misin, benimle misin?’’ çağrıları gibi. Arada bir alan yok, Suriye Kürtlerinin IŞİD’e karşı savaşlarına, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına, saygı da yok.
Missouri Üniversitesi öğretim görevlisi Profesör David Romano, Rudaw’daki son yazısında Thomas Schelling’e Nobel Ödülü kazandıran ‘‘Oyun Teorisi’’ne atıfta bulunuyor Ankara’nın bu duruşunu açıklamak için.
Schelling, Arms and Influence (Silahlar ve İkna Gücü/Etki) adlı kitabında, başkalarına acı çektirmek ve şiddet üzerine, ‘‘Keyif veya intikam amacı gütmüyorsa, şiddet sadece birinin düşünce ya da tercihini etkilemek üzere uygulanır. Ve uzlaşma yoluya önlenebilir olmalıdır. Zorlayıcı olması için, şiddettin önceden görünebilir olması gerekir. Can yakma gücü özünde pazarlık gücüdür. Bu gücü sömürmek diplomasidir-ahlaksızdır ama diplomasidir’’ demektedir.
Şimdi, Türkiye PKK ile muhataplığında şiddeti seçmiş görünüyor. Şiddetinin amacı da PKK’ye silah bıraktırmak, koşulsuz teslim olmaya zorlamak veya imha etmek olarak ifade ediliyor iktidar çevrelerince. ‘‘Ya teslim ol ya da öl’’ diyebileceğimiz bir yaklaşım.
Temel hedefi ayakkabı kutularına dolar doldurmak olan bir zihniyetin, yüz yıllık bir toplumsal soruna böyle yaklaşması doğal. Çünkü bu yaklaşım, sayıları 40 bini aşan can kaybının ağırlıklı bölümünü Kürtlerin oluşturduğunu ve Kürtlerin teslim olmak yerine ölmeyi tercih ettiğini görmezden geliyor.
Romano, yazısında haklı olarak ‘‘Pek çok insan onur, kendi kimliğini yaşama ve özgürlüğünü seçme gibi değerlere sahip çıkmayı, yaşamaktan üstün tutmaktadır’’ hatırlatması yapıyor.
Bugün Türkiye’nin Batısında yaşayan ve ‘‘Türkiye Türklerindir’’ logosu altında ‘’özgürce’’ yazan Türkler, Kürtlere yönelik bu dayatmayı görmüyor. Görmezden gelmeyi tercih ediyor ve bunu yaparak Kürtlerin hak taleplerini şiddet ve imha tehdidiyle bastırmayı seçen devletin yanında yer almayı kabul ediyor.
AKP’nin oyun planı uzlaşmaya değil, şiddetle bastırmaya dayanıyor çünkü. Üstelik bu sadece Kürt meselesiyle sınırlı değil. Gezi veya Cerrattepe’de çevreye saygı isteyen insanlara da aynı yaklaşımı gösteriyor. Şiddeti bir ikna yönetimi olarak veri kabul eden bu zihniyet, Kürtlerin şiddete yönelmesini teşvik etmekten başka bir sonuç vermiyor.
Kendisini eleştiren her gazeteciye ‘‘Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu’’ iddiasıyla dava açmak, Türkiye’nin parmakla gösterilebilecek az sayıdaki gazetecilerinden Cengiz Çandar’ı ‘‘PKK üyesi olma ihtimali ile’’ bir yılı aşkın süre dinleyip takip etmek, Can Dündar’ı casusluk iddiasıyla tutuklamak da bu şiddet politikasının bir başka boyutunu oluşturuyor.
Üniversite özgür eğitim isteyen genç de payını alıyor bu şiddet yönetiminden partinin Saray’dan ayrı düşmüş kurucu abileri de. Uzlaşmayı değil, döverek, ezerek, gerekirse öldürerek susturmayı öne koyan bu yaklaşıma kimileri demokratik siyaset diyebilir ama dünya kamuoyu demiyor.
Kürtleri şiddet yoluya eleştirmek, HDP’ye yapılan saldırıları görmeden bu partiyi yerden yere vurmak elbette hakkınız. Ama bunu yaparken asıl fotoğrafı kaçırmamanız gerekir. Bu fotoğraf bize şunu anlatıyor; AKP’de uzlaşma yok. Karşısına demokratik bir taleple çıkan herkesi ister Kürt, ister çevreci, ister Alevi, isterse solcu olsun şiddet yoluyla ‘‘ikna etmek’’ var.
Karşısındakini dinlemeyi, fikrine saygı göstermeyi bilmeyen Siyasi İslamcı görüşün çoğunlukçu-demokrasi anlayışının Türkiye’yi getirdiği nokta, ne yazık ki kanlı bir iç savaş ortamı.
Cizre’de, Sur’da bodrumlara sığınmış kadın ve çocukları kurtarmayı bir an bile aklına getirmeyen, hepsini imha yolunu tercih ettiren yaklaşım da şiddetti tek ikna veya pazarlık yöntemi olarak seçmenin bir sonucu.
Binaların bodrumlara sığınmış yüzlerce insanı yakarak, bombalayarak öldüren bir devletin başkentinin göbeğinde patlayan bombalardan yakınması işin ironi kısmını oluşturuyor.
Bu zihniyet, imkansızın peşinde. Suriye’de Esad’ı devrime projesinin çöktüğünü, PYD’nin önünü kesmenin imkansız hale geldiğini ve PKK’nin, Kürtleri öldürerek veya Kandil’i sürekli bombalayarak imha edilemeyeceğini göremiyor. Kendi değerli yalnızlığı içinde, şiddetin tüm ülkeye yayılmasına, daha çok kan dökülmesine yol açıyor.
Gidişatın kendi aleyhine dönmesi uluslararası toplumdaki yerini daha da zayıflatan, güvenilirliğini azaltan adımlar atmasına neden oluyor. Ateşkesin ilan edildiği gece IŞİD güçlerinin kendi topraklarından Rojava’ya saldırmasına göz yummak veya binlerce köktendinci militanı Kürtlerle savaşmak üzere Suriye’ye göndermek gibi.
Demokrasi birbirinden farklı fikirleri, yaşam biçimlerini hukuk kuralları, birbirine saygı çerçevesinde, bir arada yaşatabilme rejimidir. Temelinde uzlaşma yatar. AKP’nin çizgisi ise kurulduğun günden bu yana uzlaşma değil, kendi doğrusunu/çıkarını devletin zor araçlarını kullanarak dayatma yönünde olmuştur.
Uzun yıllar ezildiğine inanmış, müthiş bir aşağılık kompleksi geliştirmiş ve muhalefetteyken tek doğru olarak kutsal metinleri kabul etmiş bu yapının, bugünkü haliyle demokratikleşme imkanı yoktur.
Beğenmediğiniz Kürt hareketi bile kendi içinde eleştiri-özeleştiri mekanizmalarını çalıştırmaya çabalar, kimi durumlarda bunu başarıyla uygularken; bu ülkede eleştiri vatana ihanetle eş anlamda kullanılmaktadır.
Kürt politikasında ise PKK’yi masaya çekmeyi hedefleyen hesaplanmış bir şiddet yerine ‘‘atış serbest’’ yöntemini seçmiş ve örgütü cezalandıracağım diye bütün bir halka acı çektirmeyi tercih etmiştir.
Türkiye, 40 yılı aşan bir gerilla savaşı gerçeğini yaşıyor ve bugün bunu 1915 modeli yöntemlerle çözmeye çalışıyor. PKK’nin de gayet iyi bildiği ve Irak-Suriye savaşlarıyla geliştirdiği bir yöntem şiddet. Profesör Romano, yazısında Schelling’in bir başka sözüne de atıfta bulunuyor: Savaş kuvvetlerin yarışı olduğundan çok dayanıklılık, sinir, inatçılık ve acı yarışı olarak görünür.’’ Gerilla savaşı haydi haydi böyledir. İki taraf yeniden görüşme masasına oturana kadar yıllarca sürebilir. Bu arada ülkenin enerjisi, kaynakları ve insanları heba olur elbette.
Dayatmacı politika seçim kazandırabilir ama savaş kazandıramaz. Tarih bunu defalarca göstermiş bulunuyor bize.
ERGUN BABAHAN / HABERDAR
Yorum Yap