- 3.02.2015 00:00
Arada Türkiye gündeminden çıkmakta fayda var. Bugün köşemi, ''Tarihe Yön Vermiş 20 Yüzyıl Konuşmaları'' kitabından iki konuşmaya ayırıyorum. Birincisi, yazının başlığına aldığım konuşma. Alfred Smith bu konuşmayı 29 Ekim 1919’da New York’ta basın patronu William Hearst için yapmış:
''Daha aşağılık bir adam düşünemiyorum. Düş gücümü ne kadar zorlasam da, yoksulları sömürenlerden daha rezil bir adam düşünemiyorum.''
İkinci konuşma Çek Devlet Başkanı Vaclac Havel’in 1 Ocak 1990’da yaptığı “Kirlenmiş Bir Ahlaki Çevre” konuşmasından:
''En kötüsü, kirletilmiş bir ahlaki çevrede yaşıyor olmamız. Ahlaken hasta düştük çünkü hep düşündüğümüzden başka şeyleri söylemeye alıştık. Hiç bir şeye inanmamayı, birbirimizi umursamamayı, sadece kendimizi düşünmeyi öğrendik. Sevgi, dostluk, şefkat, alçak gönüllülük ya da bağışlayıcılık gibi kavramlar derinliklerini ve boyutlarını yitirdi. Bir çoğumuz için sadece birer psikolojik tuhaflığı temsil eder hale geldi ya da eski zamanlarda insanların birbirini selamlamak için kullandığı artık zamanın gerisinde kalmış hatta bu bilgisayar ve uzay gemisi çağında artık biraz komik kaçan sözlere benzemeye başladı…
TÜKETME KAÇINILMAZ...
Kimseyi takmayan ve kimseye tahammül göstermeyen ideolojisiyle silahlanmış eski rejim, insanı bir üretim gücüne, doğayı da bir üretim aracına indirgemişti. Böylelikle hem onların özüne, hem de aralarındaki karşılıklı ilişkiye saldırmış oluyordu. Kendi ülkelerinde beceriyle çalışan yetenekli ve özerk insanları, gerçek anlamını kimsenin kavrayamadığı kocaman, canavar gibi, gürültülü ve kokuşmuş bir makinenin civatalarına, somunlarına indirgemişti. Gitgide hızlanarak, bütün civataları ve somunlarıyla birlikte yıpratıp tüketmesi kaçınılmazdı…
Kirlenmiş bir ahlaki atmosfer derken, sadece organik sebze yiyip uçaklarının penceresinden dışarı bakmayan beyefendilerden söz etmiyorum. Hepimizden söz ediyorum. Hepimiz totaliter sisteme alıştık ve onu değişmez bir olgu olarak kabullendik. Böylelikle de, onun sürüp gitmesine yardım ettik. Bir başka deyişle, doğal olarak değişik derecelerde de olsa, hepimiz, totaliter aygıtın işlemesinden sorumluyuz, hiç birimiz sadece onun kurbanı değiliz; hepimiz, aynı zamanda onu ortaya çıkaranlarız da…
İNSANCA BİR CUMHURİYET...
Bu mirası, kendimize karşı işlediğimiz bir günah olarak kabullenmek zorundayız. Eğer onu bu şekilde kabul edebilirsek, bu konuda bir şeyler yapmanın da bize, hepimize ve sadece bize kalmış olduğunu anlayabiliriz. Her şeyin suçunu önceki yöneticilerin üzerine yıkamayız. Bu yanlış olmakla kalmaz, aynı zamanda da bugün hepimizin karşı karşıya bulunduğu görevi, yani bağımsız, özgür, akılcı ve hızlı hareket etme görevini anlamsızlaştırır. Yanılmamalıyız. Özgürlük ve demokrasi, hepimizin katılımını, dolayısıyla da sorumluluk almamızı gerektirir.
Nasıl bir cumhuriyet düşlediğimi sorabilirsiniz. Anlatayım: Bağımsız, özgür ve demokratik bir cumhuriyet düşlüyorum, ekonomik bakımdan müreffeh ve sosyal bakımdan adil bir cumhuriyet, kısacası bireye hizmet eden ve dolayısıyla da bireyin buna karşılık kendisine hizmet edeceği umudunu taşıyan insanca bir cumhuriyet.”
(Sabah Yayınları, Eylül 1995)
Yorum Yap