- 6.04.2015 00:00
Üniversite kapısında başörtüsü yüzünden bekletilen kızlardan, kılık kıyafeti beğenilmediği için öğrencilerinin önünde vali tarafından kovulup kalp krizi geçirip ölen öğretmene geldik. Bu olay 28 Şubat dönemi yaşansaydı 100 yıl anlatılırdı herhalde.
Haberi Millet’in de manşetinde; Yalova Valisi Selim Cebiroğlu, Eğitim-Sen’in kılıkkıyafet yönetmeliğinin değişmesi için aldığı eylem kararı sonucu okula sakallı gelen Halil Serkan Öz’e ağır eleştirilerde bulunmuş. “Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? Dışarıda görseler dilenci zannedip sana para verirler” diye öğrencilerinin önünde sınıftan kovulan Öz, kalp krizinden hayatını kaybetti.
Mevki sahibi olmanın devlet adına konuşma yetkisi verdiğine inanan ve devletin daha düne kadar kendisi gibi giyinen insanlara benzer uygulamalar yaptığını unutan bir yöneticinin insanın yüreğini sızlatan bir başka uygulaması... Balık baştan kokar derler.
HAYAT HAKKI TANIMIYORLAR
Ülkenin en tepe yöneticisinin kendisi gibi yaşamayan, giyinmeyen, tüketmeyen hatta düşünüp inanmayan insanları hemen her gün aşağıladığı bir ülkede bu benzer uygulamaların olması artık kaçınılmaz. Medyada çıkacak eleştiriler, protesto gösterilerinin ardından unutulacak bir başka ölüm.
Hopa’da dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ziyareti sırasında çıkan olayları bastırmaya çalışan emekli öğretmen Metin Lokumcu da biber gazlarının etkisiyle kalp krizi geçirip hayatını kaybetmiş, ölümünün arkasından terörist ilan edilmemiş miydi!
Sadece kendisine biat eden, hayranlık dile getiren, kendisinin onayladığı normlarda yaşayan insanlara hayat hakkı tanıyan zihniyet. Aslında Mao’nun tek tip kıyafeti benzeri bir yaşam kıskacına almak istiyor insanları. Bütün kadınların başörtüsü taktığı, erkeklerin sadece ayran içtiği bir toplum.
Mao’nun baskıcı rejimi bile dayanamadı değişim talebine ve getirdiği uygulamalar birer ikişer çöktü. Bugün Batılı kentlerin lüks mağazalarında kuyrukta bekleyenlerin yarıdan fazlası Çinli.
MAĞDURLUKTAN GADDARLIĞA
Burada insanı rahatsız eden nokta, mağrurların vicdansızlık noktasına gelmiş olması. Ölen çocukların annelerini meydanlarda yuhalatmakta bir beis görmemeleri, kanlı bir saldırıda öldürülmüş bir savcının ölü evini siyasi miting alanına çevirebilmeleri.
Ölenler için tek bir üzüntü sözü dile getirmekten aciz bir zihniyetin yükselttiği nefret ortamı... Bugün sözde kalmış bir barış süreci yürümese, seçim ortamı olmasa, benzer muameleden Aleviler, solcular gibi Kürtlerin de nasibini alacağı kesin.
Nefret dilinin kamplara böldüğü bir toplumda, kendi kampını mutlak kontrol altında tutmak istediği egemenin geliştirdiği bu dil, coğrafyamızda barış içinde bir arada yaşama umutlarını her geçen gün azaltıyor.
Bizim ve sizin ölünüz, bizim ve sizin acınız arasında toplumun farklı yaşam biçimlerine sahip insanları arasında uçurumlar yaratılıyor.
Cumhuriyet’in önemli bir bölümünü baskı altında geçiştiren insanların mağdurdan mağrura, hatta gaddara dönüşmeleri kolay kolay anlaşılabilecek bir değişim değil. Gerçekten hayret ediyor insan…
Yorum Yap