- 17.11.2015 00:00
Gündüzün kavurucu sıcağı çoktan yerini ılık havaya bırakmıştı. Saatlerce ayakta durmaktan dolayı bitkin düşmüştüm. Yemekten hemen sonra, annemden yatağımı hazırlamasını rica ettim.
Damdaki yatağıma uzanıp yıldızları seyrediyorum. İlk kez tren istasyonuna gittiğim günü hatırladım. O yaz Siirt süvari alayından askerler at sırtında evimizin önünden geçtiler. Tüm mahalle işini gücünü bırakıp bu geçişi seyretti. Saatlerce sürdü bu iş. Biz “üç kafadar” arkalarından yürümeye başladık. Tren raylarının orada onları takip etmekten vazgeçip, istasyona yöneldik. Çeşmeden su içtik, akasya ağaçlarına tırmandık. Sonra da manevra yapan treni hayranlıkla seyretmeye başladık. Dayanamadık, vagonlara tırmanmaya çalıştık. Görevliler tarafından kovalandık.
İstasyonun bir yapısı diğerlerinden farklıydı. Bu yüksek tavanlı büyükçe bir binaydı. Önünde yükleme ve boşaltmanın yapıldığı rampa bulunurdu. Tavanında sayısız güvercin yuvası vardı. Yüzlerce güvercin oradan oraya uçuşuyordu. Yakalamak istedik. Başaramadık. Dışarı çıktığımızda tren, manevrasını bitirmiş, yolcularını beklemeye hazır hâle gelmişti. O günden sonra her fırsat bulduğumda buraya gelir, saatlerce oyalanırdım. Peki, neydi beni buraya çeken şey? Çekip gitme duygusu mu? Sarı binalar mı?
Hep hayalini kurduğum trenle yolculuk yapma fırsatını ilkokulu bitirdiğim yıl bulmuştum. Uzun süre işsiz olan babam nihayet Batman’da yeni bir işe başlamıştı. O yıl Türkiye Petrolleri’ne sınavla işçi alınıyordu. Nüfuzlu bir yakınımızın bastırmasıyla babam zar zor işe girmişti. Hafta başında işe başlar, hafta sonlarında ise bizleri görmeye gelirdi. Bir pazar günü beni ve abimi birlikte götürmeye karar verdi.
Heyecandan yatağımın içinde dönüp duruyordum. Sabaha karşı uyumuşum. Abimin dürtmesiyle uyandım. Akşamdan yanı başıma koyduğum elbiseleri üzerime geçirdim.
Annem, kahvaltıyı hazırlamış, uyanmamızı bekliyordu. Uykulu gözlerle önüme konan kahvaltıyı bitirip, kapının önündeki ayakkabımı giydim. Yolculuğa hazırdım. İçim içime sığmıyordu.
Babam biletleri almak için gişeye yönelirken, biz açık olan kapıdan vagona tırmandık. Boş bir kompartıman bulup yerleştik. Az sonra başkaları da geldi. Babamdan izin alıp koridora çıktık. Pencereden dışarıyı seyrediyoruz. Hareket memurunun düdüğü duyuldu. Tren şefinin “hazırız” anlamında yanıtı geldi. Son anda trene atlamaya çalışanlar var. İki adam yere düşen kadını kaldırıp binmesine yardımcı oluyorlar.
Kırmızı şapkalı hareket memuru, elindeki işaret çubuğunun (disk) yeşil- beyaz kısmını makinistin göreceği şekilde tutup, ağzındaki düdüğü uzun uzun öttürdü. Yoldayız. İlk kez bir trene yolcu olarak biniyordum ya, bunun tadını çıkarmalıydım. Önce binalar geçti önümüzden, Kurtalan’ı geride bırakmıştık. Az sonra doğduğum kasaba gözden kayboluyor. Giderek hızlanıyoruz. Tarlada çalışan köylüler el sallıyor. Öteki yolcular ile birlikte ben de el sallıyorum. Bitişik kompartımanda yolculuk yapan bir adam Kürtçe şarkı söylüyor. Simit satan çocuk önümüzden geçiyor. İlk istasyonda duruyoruz. Burası bir köy. Binenler var. Az ötede bir köy daha var. Tekrar duruyoruz. Bir kez daha yola koyuluyoruz.
Birden “pencereleri kapatın” sesi duyuluyor. Bu söz defalarca tekrarlanıyor. Etraf kapkaranlık. Tünele girmişiz. Duman genzimi yakıyor, durmadan öksürüyorum. İki saat sonra Kurtalan istasyonuna benzer bir yerde duruyoruz. Babama sordum, Beşiri istasyonuymuş. Tren yerinden kıpırdamıyor. Babamın sabrı taşmak üzere. Aşağıya inip bu kadar beklememizin nedenini öğrenmeye çalışıyor. Karşıdan gelen treni bekliyorlarmış. Yarım saat daha bekledikten sonra tren yavaş yavaş hareketlenmeye başlıyor. Birazdan Beşiri’yi geride bırakıp “Kıra Dağı’nı” tırmanıyoruz. Tren daha sonra düzlüğe çıkmış, iyice hızlanmıştı. İlerde bir şehir gözüküyor. “Burası Batman” dedi babam.
Hemzemin geçidini aşıp, istasyona giriyoruz. İstasyon kalabalık. İniyoruz.
enversezgin54@gmail.com
Yorum Yap