- 10.11.2015 00:00
Parlamentoda temsil edilen üç muhalefet partisinin yöneticileri de henüz ciddi bir muhasebe yapmış değiller. Ya ortada bir başarısızlık olduğunu kabul etmiyorlar ya da olup bitenleri tümüyle “dış faktörlere” bağlıyorlar. Durum böyle olunca sağlıklı bir değerlendirme fırsatını kaçırıyorlar. Sorunların tüm kaynağını dışarıda ararsanız, eksikliklerinizi göremezsiniz. Başarısızlığınıza birtakım “dış gerekçeler” ararsanız mutlaka bulursunuz. Bunların tamamı doğru da olabilir. Ancak sadece bunu yaparak politikanızdaki hataları ve eksiklikleri sağlıklı bir biçimde tespit edemezsiniz; yanlış yapmaya devam eder, yeni başarısızlıklara da davetiye çıkarırsınız. Gerçeklikten koparsınız. Bu ise bir partinin kendisine karşı yapacağı en büyük kötülük olur.
*
Seçim kampanyası sürdüren partilerin içinden en “eşitsiz” parti HDP olmuştur; seçim kampanyasına dezavantajlı bir biçimde girmiştir. Parti binalarına saldırı olmuş, bazıları ateşe verilmiştir. Parti üyeleri, yerel yöneticiler gözaltına alınmış, tutuklanmışlardır. İlçeler ve mahalleler güvenlik güçleri tarafından günlerce ablukaya alınmış, evler kurşunlanmış; masum insanların ölümüne sebebiyet verilmiştir. Ankara Katliamı’ndan sonra ise bir kampanya yürütmeleri daha da zorlaşmıştır. Çok zor bir sürecin yaşandığı apaçık ortadadır. Ancak zaten bu “zor şartlarda” kazanılacak olan bir zaferin anlamı büyük olacaktı. Olmadı. Elbette oy kaybetmelerinde tüm bu baskıların rolü oldu. Ancak bir milyon civarındaki oy kaybını sadece bu “dış faktörlerle” izah edebilir miyiz?
Seçimlere girersiniz ve seçmenden şu veya bu oranda oy alırsınız. Bazen bu oran yükselir; kimi zaman ise düşer. Bu normal. Normal olmayan ise beş ay içinde bir milyon oy kaybetmektir.
Oysa, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde ede ettiği başarı, aldığı oy, çok büyük bir anlam ifade ediyordu. Bu sonuç bize tüm olumsuzluklara rağmen barışçı siyasetin pekâlâ mümkün olduğunu gösterdi. Seçmen bu sonuçla silahı ve çatışmayı reddetti; bunun yerine “demokratik siyaset” çizgisi izlenmesini istedi.
Artık bir tek silahın patlamasına gerek yoktu. Ne yazık ki öyle olmadı. Şehirler savaş alanına döndü. Bu yıkımın siyasi bir sonucu olacaktı. Oldu.
Yıllarca politikanın içinde yer almış olan bir dostum bana, “Biz bu seçimde orta sınıfın bir bölümünü kaybettik” dedi. Sonra da şöyle devam etti: “Bu insanlar 7 Haziran seçimlerinde barajı aşsın diye var güçleriyle HDP için çalıştılar. Son seçimlerde ise nasıl olsa barajı aşıyor diyerek başka bir partiye yöneldiler. Bir yandan da çatışmaların yeniden başlamasına olan tepkilerini dile getirmiş oldular.” Silah ve siyaset bu kez birlikte yürümedi, yürüyemezdi. Seçmenin 7 Haziran’da verdiği mesaj iyi algılanmadı. Silahlı eylemler ile yasal siyasetin birlikte yol alabileceği düşünüldü. Koşulların çok değiştiği gerçeği gözardı edildi. Sonuç böyle oldu.
İngiltere’nin eski başbakanlarından Lloyd George uzun yıllar önce, “Silahlı milyonlarca adamla barışı gerçekleştiremezsiniz. Barış arabası, top ile dolu bir yolda yürüyemez” demişti. Bizde tam böyle oldu. Silah ve Demokratik Siyaset birlikte yürümedi, yürüyemezdi. Silahların gölgesinde “barışçı söylemleriniz” duyulmaz. En önemlisi inandırıcı bulunmaz. Böylelikle şu veya bu sebeple önceki seçimde aldığınız oyun bir bölümünü kaybedersiniz.
Kürdistan’da yıllardır yatırım yapan bir arkadaşım seçim sonuçları ile ilgili şunları söyledi: “Yüzde üç civarında oy nereye gitti? Buharlaşmadığına göre başka bir partiye kaymış demektir. Her şartta ‘benim dediğim olur’ derseniz sonuçlarına da katlanırsınız.”
7 Haziran seçimleri görece barışçı bir ortamda gerçekleşti. Oysa kasım seçimlerine çatışmaların yoğun olduğu koşullarda girdik. Bu seçimin en önemli konusu doğal olarak “güvenlik” oldu.
Birbirine zıt iki seçim atmosferinde aynı politika izlenebilir mi? İzlenirse olumlu bir sonuç elde edilebilir mi?
Asıl soru şudur: HDP son seçim kampanyasında, Haziran ayında izlediği politikadan farklı ne yaptı?
enversezgin54@gmail.com
Yorum Yap