- 9.12.2014 00:00
İngiliz şair, Robert Browning şöyle söylüyor: “Karşılaştığınız sorunu sadece eleştirirseniz iki katına çıkar, düşünmekte iseniz yerinde sayar, fakat soruna çare bulursanız, sorun olmaktan çıkar.” Bu sözlerden yola çıkacak olursak, iki yıldır sürdürülen “barış ve çözüm sürecinin” özellikle son iki ayını bekleyerek geçirdik. Gerilediğimiz zamanlar da oldu.
6-7 Ekim hadiselerinden sonra, hükümet sürece devam edilmesi için “kamu güvenliğinin sağlanması” şartını ileri sürdü. Bu tutum sorunu büyütür, çözümünü zorlaştırır. Elbette her devlet gibi, Türkiye Cumhuriyeti de “kamu güvenliğini” sağlamak için var gücüyle çalışır, çalışmalıdır.
Ancak, nasıl? Bu güvenliği daha çok karakol inşa ederek ya da “olağanüstü hâl yöntemlerini” hayata geçirerek sağlayamazsınız. Kaldı ki bu konu son iki yılın meselesi değildir. Sorun, uzun yıllara dayanmaktadır. Mardin, Van, Batman veya Diyarbakır’da insanların geceleri dışarı çıkamadığı dönemler yaşandı. Bir kentten bir diğer komşu kente seyahat etmek bile büyük bir risk taşıyordu. Gün oldu, kamu görevlileri görünür olmaktan çekinir oldular. İnsanlar çok büyük sıkıntılardan geçtiler. Geçmiş deneylerden de yola çıkacak olursak, bugün kamu güvenliğini “çözüm sürecinden” ayrı düşünemezsiniz.
Kamu güvenliğini, ancak adım atarak ve insanları rahatlatarak sağlayabilirsiniz. Kaldı ki, “anadilde eğitim, ademimerkeziyetçilik, terörle mücadele yasasının kaldırılması” gibi konuları herhangi bir şarta bağlamadan ve hiçbir pazarlığa girmeden Türkiye’nin kendi kendine yapması icap eden şeylerdir. Bunların tamamı Ankara’da, parlamentoda gerçekleştirilmesi gereken reformlardır.
Öte yandan, başta Başbakan olmak üzere hükümet üyelerinin, “güvenliğin sağlanması” için başvurdukları adreslerden biri de, Halkların Demokratik Partisi (HDP) olmuştur. Demek ki ne olursa olsun, neler yaşanırsa yaşansın, yapacağımız en doğru şey diyalog kapılarını her zaman açık tutmak ve bu yolda ilerlemeye çalışmak olmalıdır. Diyalog kanallarını açık tutarak bu ülkede “güveni ve güvenliği” sağlayabiliriz. Ne kadar zorlu olursa olsun sorunlarımızın üstesinden gelebiliriz.
Şu iki yıl içinde elde ettiğimiz en önemli kazanımlardan biri “çatışmasızlık ortamının sağlanması” ise bir diğeri, her şeye rağmen görüşmelerin sürdürülmesi olmuştur.
Diyalog, işbirliği ve müzakere zeminini sağlamlaştıracak yegâne yöntemdir. Çok daha fazlasını da yapabiliriz. Pek çok zorluklar var. Bunlardan biri ise taraflar arasında önemli, görüş ayrılılarının olmasıdır. Hükümetin elinde bir “yol haritasının” olduğunu biliyoruz. Bu harita herhangi bir koşula bağlı kalmaksızın, “mutlak eylemsizliği” öngörüyor.
Oysa, Abdullah Öcalan’ın ileri sürdüğü görüşler sözkonusu yol haritasıyla örtüşmüyor. Onun da kendi şartları vardır. Öcalan, HDP heyeti ile yaptığı görüşme sırasında dört ana başlıktan oluşan, “Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı” sundu. Sözkonusu taslağa göre Öcalan, atılacak her adımın yasal altyapısının oluşturulmasını talep ediyor. Diğer bir ifade ile sürecin her etabının parlamentonun kararına bağlanmasını istiyor.
Abdullah Öcalan’ın bir şartı ise bir gözlemci grubunun sürece dâhil olmasını içeriyor. Bazıları bu görüş ayrılılarını öne çıkararak, gözümüzü korkutmaya çalışabilir. Moralimizi bozmamalıyız. Sürecin “tarafları” olduğuna göre, farklı yaklaşımlar da olacaktır. Ancak, ortak noktalar bulmak ve bir mutabakat metni üzerinde anlaşmaktan başka bir yol da gözükmüyor. Bu ise sadece diyalog ile gerçekleştirilebilir.
enversezgin54@gmail.com
Yorum Yap