- 19.11.2013 00:00
Mesud Barzani, anılarını kaleme aldığı kitabın birinci cildinde şunları söylüyor: “1962 yılından itibaren batıda Zaho’dan başlayarak Sidekan bölgesine kadar uzanan Irak-Suriye sınırı devrim ordusunun kontrolüne girdi. Böyle iken Türkiye, Kürt devrimiyle herhangi bir ilişkide bulunmadı. (...) Barzani (Molla Mustafa) 1969 yılında dünyadaki birçok devletin başkanına, bu arada Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir rapor gönderdi. Bütün devlet başkanları arasında sadece Sunay rapora tepki vermedi, herhangi bir cevap vermedi. Türkiye ile ilişkiler 1991 tarihinden sonra fiilen başladı.”
Bugün var olan Türkiye ile Irak Kürdistan Federasyonu arasındaki “iyi” ilişkilerin temelinde işte 1991 yılında başlayan görüşmeler yatmaktadır.
O tarihte ne oldu? Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bir uçak yolculuğu sırasında Irak Kürdistanı’nın iki lideri Mesud Barzani ve Celal Talabani ile görüşmeler yaptıklarını açıkladığında yer yerinden oynamıştı. Başta Süleyman Demirel olmak üzere muhalefet partilerinin liderleri bu duruma sert tepkiler göstermişlerdi.
Tepkilere rağmen görüşmeler devam etti. Türkiye ile Irak Kürdistanı arasında sıcak ilişkilerin kurulduğu bir dönem başlamıştı. Devam eden yıllar içinde Barzani birçok kez Ankara’ya geldi ve resmî görüşmeler yaptı. İşte bu görüşmelerden birinde yolu İstanbul’a düşmüştü.
Bir Nevroz günü yaşamını yitiren değerli arkadaşım Hasan Deniz beni arayarak, Barzani’nin onuruna bir yemek vereceğini söyledi ve bu yemeğe benim de katılmamı istedi. İsteğini seve seve kabul ettim. Yaklaşık kırk kişiydik.
1988 yılında Saddam güçlerinin Halepçe’de kullandığı kimyasal silah binlerce insanın canına mal olmuştu. Ardından yüzbinlerce Iraklı Kürt komşu ülkelere sığınmıştı. Büyük bir yıkım yaşamışlardı. Yaşadıkları büyük ekonomik zorluklar da cabası. Bütün bu zorlukları Barzani’nin yüzünden okumak mümkündü. Bu bir dost toplantısıydı. Sohbet ettik. Dertleştik bir bakıma. O ise bize temsil ettiği toplumun içinde bulunduğu sıkıntıları olduğu gibi anlattı. Bir arayış içindeydi. Sorular sorduk, yanıtladı.
Her şey tadında gidiyordu. Ancak ilerleyen saatlerde bir arkadaşımız söz alarak Barzani’ye karşı sert sözler kullanmaya başladı. Kırıcı sözlerdi bunlar. En çok da Türkiye ile kurdukları ilişkilere kızıyordu. Hava birden değişmişti. Bu tatsız ifadeler hepimizi olduğu gibi Barzani’yi de etkilemişti. Yine de bu eleştirilere(!) soğukkanlılıkla yanıt verdi. Irak Kürdistanı ile Türkiye devleti arasındaki iyi ilişkilerindevam etmesi gerektiğini söyledi. Ona göre bu ilişki çok önemliydi. Özal döneminde kurulan bu ilişki inişli çıkışlı bir yol izledi. Gün oldu Barzani ve Talabani “aşiret liderleri” olarak kabul edildiler, açıkça tehdit edildiler. Erbil’in işgal edilmesini isteyenler bir de Barzani’nin kellesini istediler. Savaş çıkartmak isteyenler oldu. Başaramadılar. Sonunda sağduyu egemen oldu.
Irak Kürtleri uzun süre Saddam rejiminin yarattığı tahribatı gidermek için uğraştı. Büyük zorluklar yaşadılar. Sonunda ayağa kalkmayı başardılar.
Aradan yıllar geçti. Çok şey değişti.
“Kuzey Irak” gitti, “Irak Kürdistanı” geldi. Türkiye’nin Irak Kürtlerine karşı bakışı değişti.
Başbakan Erdoğan ve Mesud Barzani arasındaki görüşmenin bu kez Diyarbakır’da gerçekleşmesi buluşmayı çok daha önemli bir hâle getirdi. Buna sebep Diyarbakır’ın dünyadaki tüm Kürtlerin gönlünde özel bir yer tutmasıdır. Sadece bu nedenle bile görüşme “tarihî” bir nitelik kazanmıştır.
Ancak bu görüşmeye “tarihî” nitelik kazandıran en önemli unsur, her iki tarafın da karşılıklı çıkar temelinde dostane ilişkiler kurulması gerektiğini anlamış olmasıdır.
Nitekim Mesud Barzani Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “Yeni bir tarih oluşturma zamanı gelmiştir. Birbirini kabul etmek, kardeşlik yöntemleriyle yaşama zamanıdır” derken işte bu gerçeğe vurgu yapmak istemiştir.
Bu güne yıllarımızı kaybederek geldik.
Başka “yıllar” kaybetmeyeyim.
enversezgin54@gmail.com
Yorum Yap