- 20.07.2015 00:00
Yalanlar söylendi, iftiralar atıldı, insanlar töhmet altında bırakıldı; hatta o iğrenç yalanlar vasıtasıyla insanlara “hain, casus vs.” suçlamaları yapıldı. Daha önce söylenen sözlerin unutulması için her yol deneniyor; ama o iftiraları unutmak mümkün değil ki! Neyse ki gerçekler sonsuza kadar gizli tutulamıyor ve yalancıların maskesi er geç düşüyor.
-Yalanlar tek tek ortaya çıkıyor. Ne var ki arsızlık almış başını gitmiş çoktan. Daha önce söylenen sözlerin unutulması için her yol deneniyor; ama o iftiraları unutmak mümkün değil ki! Her şey kamuoyu önünde cereyan etti. Yalanlar söylendi, iftiralar atıldı, insanlar töhmet altında bırakıldı; hatta o iğrenç yalanlar vasıtasıyla insanlara “hain, casus vs.” suçlamaları yapıldı. Şimdi kara propagandanın makyajı tel tel dökülüyor. Örnekler? Sayılamayacak kadar çok. İşte birkaçı:
Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan çok gizli görüşmelerin ses kaydı internete düşmüş ve bugün başbakan sıfatı taşıyan Ahmet Davutoğlu o gün doğrudan “paralel yapı” suçlamasında bulunmuştu. Goygoycular hemen harekete geçti ve “cadı avı”na hız verildi. Delil? Delile ne gerek var (!) nasıl olsa baştan karar vermişti insan avcıları. O gün bu gündür iddiayı ispat edemediler. Fakat bu arada dinlemelerin Amerika istihbarat örgütlerinden biri olan NSA tarafından yapıldığına dair ciddi bilgiler paylaşıldı, analizler yapıldı. Bizim avcılardan tık yok.
İllegal dinlemeler ile ilgili Batı devletlerinden kabullenmeler oldu. Tayyip Erdoğan'a konu sorulduğunda “büyük devletler dinler” cevabı alındı. Öfke yoktu, bağırıp çağırmalara rastlamadık. Derin bir teslimiyet... Yandaş medya suspus. Hemen her gün paralel safsatasına sarılıp Nazi subayları gibi bir kitleye karşı nefret suçu işleyenler, uluslararası itiraflara gık diyemedi. “Nasıl olur da devlet büyüklerimizi dinlersiniz?” nev'inden horozlanmalar yapmadı; yapamadı...
Tarihe “böcek davası” diye geçen mahkeme sonuçlandı. Aylarca “paralel örgüt, casusluk, vatana ihanet” gibi ağır ithamlarla insanları linç edenler mahkeme sonucunda azıcık olsun utandı mı acaba? Defalarca fotoğrafı basılan ve tâ baştan mahkum edilen kişiler beraat etti. Mahkeme çok net bir şekilde casusluk, örgüt, ihanet gibi suçların olmadığına hükmetti. İnsanları bu konuda meydanlarda itham edenler, her gün manşet atanlar, şimdi susarak ve olayın aslını unutturmaya çalışarak masanın altına gizlenmeyi tercih ediyor. Bu saatten sonra mahkemeye baskı yaparak iftiralarına devam bile edebilirler. Bu ağır suçluluk psikolojisi onlara kaçacak alan bırakmıyor çünkü. Ne yapsalar nafile! Yatsıya kadar bile yanık kalmayan mumları artık loş bir ışık bile veremiyor onlara...
Şimdilerde Kabataş yalanlarının altında inim inim inliyorlar. Gezi olaylarındaki kanun nizam tanımaz tavırlarını da örtbas etmek için kıvrım kıvrım kıvranıyorlar. Kumpasçı kafaları yine meseleyi “paralel”e bağlama telaşında. Kabataş hadisesinin iki safhası var: Olayın iddia edildiği dönem ve hadisenin gün yüzüne çıktığı evre. Olayın başlangıcında insan olan, “Bu olayı aydınlatın ve hesap sorun” demek zorunda. Ne var ki görüntüler tarandıktan, şahitler dinlendikten sonra mesele tavazzuh etmiştir ve anlaşılmıştır ki bahsedildiği gibi bir alçak saldırı yapılmamıştır. Burada “Bizleri kim aldattı, bu konuyu kim siyasete çerez yaptı?” sorusunu sormak her şerefli insanın boynunun borcudur. O gün o dedikodunun üzerinde kimlerin tepindiği bellidir. Failler de goygoycular da herkesin malumu...
Gezi olayları sırasında tavrını sulh ve sükûnetten yana kullanmayanlar da herkesçe biliniyor. Ne var ki bugün bazı çapsız kişiler bu aşikâr durumu bile mugalata yaparak “paralele bağlama” seansları düzenliyor. Neymiş? Güya “paralel polisler” yapmışmış. Güler misin ağlar mısın! İnsan zekası ve hafızası bu kadar hafife alınır mı! Yapılan kötülüklerin arkasında duramayan bu küçük adamlara sadece iki hatırlatma yapmakta fayda var:
İşte dönemin Başbakanı Erdoğan'ın 23 Haziran 2013'te Erzurum'da söyledikleri: “... İçişleri Bakanı'na şunu dedim: 24 saat içinde AKM'yi temizleyeceksiniz. Meydanı temizleyeceksiniz ve anıtı temizleyeceksiniz. Arkasından da Gezi Parkı'nı temizleyeceksiniz. Diyorlar ki polise talimatı kim verdi. Ben verdim, işgal kuvvetlerini mi izleyecektik?..”
Hal böyleyken, talimat bu kadar açıkken hâlâ paralel safsatasından medet uman kişilerde ar, haya, namus kalıntısı beklenebilir mi? Sadece Erdoğan değil o günkü İçişleri Bakanı telefonda malum bir işadamına bakın ne diyor: “… Ben bilmiyorum ki ne yapılıyor ne ediliyor hangisinden vazgeçtiler hangisini şey yapacaklar başbakanın söylediğine ters bir şey söylerim o da olmaz bir başbakan talimat vermiş benim adamlara bunları burada tutmayın diye adamlar basıyorlar gazı ne yapım peki abi ben şimdi enteresan bi şey…”
En aşağılık yalancı, insanların yüzüne baka baka hilaf-ı vaki konuşan ve yazandır. Bir günde onlarca kez yalan konuşan kişinin hiçbir kutsalı kalmaz ve o tip insanlardan her kötülük beklenir. Neyse ki gerçekler sonsuza kadar gizli tutulamıyor ve yalancıların maskesi er geç düşüyor. Asıl ortadaki vatandaşa yazık oluyor. Onlar vaktiyle koca koca adamları ekranlarda doğru söylüyor sandı ve milyonlarca masum insanın günahını aldı. O aldatılmış kişileri insafa, izana, vicdana davet etmek gerekiyor. Utanma duygusunu kaybetmiş, kendi ayıbını örtmek için iftira silahına sarılmış insanların ar damarı çoktan çatlamış. Onlara acımaktan başka çare yok...
Eşkıya mısın sen?
Anayasa Mahkemesi (AYM) nihayet dershanelerin kapatılması konusundaki kararını verdi. Dershanelerin kapatılamayacağına hüküm veren AYM, kararı 5'e karşı 12 oyla almış. Geç kalsa da çok önemli bir karar. Dershane kapatmanın Anayasa'nın açıktan ihlali olduğunu herkes biliyordu. Manasızdı, yanlıştı, zulümdü. Kimsenin aklına vicdanına sığmıyordu. Zaten bu nedenle Tayyip Erdoğan "üç bakanıma rica ettim yapmadılar" diye sitem etmiş; sonunda Nabi Avcı gibi bir entelektüeli sıfırlayarak bu korkunç yanlışı ona yaptırmak istemişti. İntikam amaçlıydı, tabii değildi, normal sayılamazdı. Doğru olsaydı Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Nimet Baş gibi eğitim bakanları çoktan hayata geçirirdi bu özel isteği...
Her neyse... AYM kararını verdi ve mesele bitti. Ne var ki yandaş medya (ve bazı AKP milletvekilleri) bu kararın yanlış olduğunu söylemeye hatta AYM üyelerini tehdit etmeye başladı. Mahkemede Ahmet Necdet Sezer'in atadığı üç kişi var. İki üye de Erdoğan tarafından atanmış. Diğerleri Abdullah Gül'ün tayin ettiği insanlar. Yani? Yandaşın çamura yatmaya kalkışması feci bir hata. Bu insanları baskı altına almak için paralel safsatası yapmaya da gerek yok. Aklın yolu da bir, hukukun yolu da.
Son dönemde bazı AKP militanlarında şöyle bir zihniyet gözleniyor. Hukuki bir karardan memnun değillerse ya "yok hükmündedir, tanımıyoruz" diye kıyameti koparıyorlar; ya da kararı veren kişiler hakkında haysiyet cellatlığı yapıyorlar. HSYK seçimleri yapılacak; adamlar kalkıyor "Bizim dediğimiz gibi sonuç çıkmazsa seçim yok hükmündedir" diyebiliyor. Sonuç onların dilediği gibi çıkarsa hukuk kazanmış (!) oluyor, aksi çıkarsa kanun manun tanımıyorlar. Aynı şey Hidayet Karaca ve polis müdürlerinin tahliye kararında da görüldü. Kararı beğenmeyen mağrur siyasetçiler hakimlere demediğini bırakmadı, güdümlü kararlarla hakimleri tutuklattı. MİT TIR'ları da öyle... İşinize gelince karar hukuki sayılıyor; tersi durumda mahkeme kararları askıya alınıyorsa bu tavrın adı eşkıya düzenidir. Herkesin kendi kendine ihkak-ı hak yaptığı yerde mahkemelere gerek kalmaz ki! Gücü elinde tutan kuralı koyuyor sonucu belirliyorsa demokrasiye, hukuk devletine, anayasaya, parlamentoya, kanunlara ne gerek var ki! Mahkemelerin kapısına dayanıp "benim keyfime göre karar vereceksin" diyen, kim olursa olsun, derebeyliği düzenini arzuluyor demektir. Adama sorarlar o zaman: Kimsin sen kardeşim? Eşkıya mısın!
PANORAMA
Dili şişti galiba birilerinin. 7 Haziran seçimlerinde halktan sert bir şamar yiyenler epey bir zamandır susmaya mecbur kaldı. Yapacak bir şey yoktu; çünkü halk, kullandıkları zehirli dilden, takındıkları hırçın tavırdan rahatsızdı. Ötekileştirici, kamplaştırıcı, çatışmacı tarzlarına vatandaş “yeter artık” demiş ilk tokadı atmıştı. O günden sonra ağızlarına paralel safsatasını almadılar. CHP, MHP ve HDP'ye “legal görünümlü illegal” saçmalığı ile saldırmadılar. Ne var ki dili şişmiş beyefendilerin. Yeniden paralel homurtusuna başladılar. Ardından partileri aşağılayıcı laflar geldi. Böyle devam eder mi? Edebilir. Ancak açık söylemek gerekirse bu dil ve üslup devam ederse halk daha şiddetli bir ders verecek. Haberiniz olsun...
CHP'nin hakkını teslim edelim. Son dönemde antidemokratik kanunlara itiraz genellikle CHP'den geliyor. Risale-i Nur'un devlet tekeline alınmasını sağlayan faşizan yasayı onlar AYM'ye götürdü ve bütün kitap piyasasını rahatlatan kararın alınmasına vesile oldular. Dershane kapatmak gibi antidemokratik kanunu da Mahkeme'ye taşıyan onlar. Çok doğru bir duruş sergileyerek anayasanın ne kadar önemli olduğunu, yasaların keyfi olarak çıkarılamayacağını bütün Türkiye'ye ispat ederek ciddi bir muhalefet görevi üstlendi. Şimdi bütün partilerin istisnasız itiraz ettiği yasalar var ortada. Umarım bir önceki çalışma döneminde Meclis'te kol kola girerek verilen demokratik fotoğraf yeni Meclis'te de hayata geçirilecek ve demokrasilerde hiç kimsenin layüsel olmadığı ispatlanacaktır.
İran'daki sevinç ne mesaj veriyor? Türkiye bu soruya cevap aramak zorunda. Uzun seneler dünyaca ambargo uygulanan İran, üst üste diplomatik adımlar attı ve dünya devletleri ile uyumlu bir model ortaya koydu. Türkiye “değerli yalnızlık”ı tercih edip kendi içine kapanırken ve yolsuzluklara teslim olurken İran hamle üstüne hamle yaptı. Hırsızlık ve yolsuzluktan hesap sorduğu gibi Batı ile anlaşarak halkına yeni bir gelecek vaat etti. Ve İran halkı sokaklara taşarak bu durumu bayrama çevirdi. Bizdeki bazı aklıevveller Şanghay beşlisine güzellemeleri yapıp istihbarat devleti kurmaya yeltenirken ve bununla eski İran'a özenirken yeni İran eski Türkiye olma yolunda. Geçmiş olsun, Allah akıl fikir versin...
Yorum Yap