- 22.06.2015 00:00
7 Haziran seçimleri hiç kuşkusuz, bir dönüm noktasıdır. Halk, 13 yıl sonra AK Parti'yi, tek başına ülkeyi yönetmekten azletti. “Yeter artık” dedi. Bu açık mesajı hâlâ anlayamayan; anlasa bile yeni bir hamle ile bu ibret dersini savuşturmak isteyenler var. Mümkün mü? Hayır! Seçmen çok ağır bir tokat vurdu. Şamar, iktidarın kibrine, kanun tanımazlığına, lüks ve şatafatına, pervasız yöntemlerle yapılan kutuplaştırmaya idi.
Tayyip Erdoğan şimdilerde herkese ağır hakaretler savurmuyor, “ego” aleyhine konuşuyor, birlik-dirlik mesajları veriyor; hatta tarafsızlık havası uyarmaya bile çalışıyor. O kadar çok köprü yıktı ki! Parti liderlerini Saray'a davet edebileceğini söyledi; ama hiçbir lider bu teklifi kabul etmedi. Eğer her şeyi sonsuza kadar iktidarda kalacağınızı düşünerek yapar, empatiden uzaklaşır, sorumluluk duygunuzu yitirirseniz; bir gün böyle ortada kalıverirseniz.
Şimdi bir sıkışmışlık hali var siyaset arenasında. Erdoğan, yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının açılmasına şiddetle karşı. Ancak oy verenlerin yüzde 60'ı yolsuzluk soruşturulsun istiyor. Ayrıca “Milli irade” herkesi (en çok da Cumhurbaşkanını) demokratik/hukuk sınırına çekilmeye davet ediyor. Kaçış yok.
ERKEN SEÇİM OLURSA…
Daha ilk günden Cumhurbaşkanı'nın yeni bir seçim istediği söylendi, yazıldı. Saray bu iddiaları yalanlamadı. Hatta bir-iki mülakatta “erken seçim”, “tekrar seçim” mesajı verildi. Erken seçimi gerektiren siyasi bir denklem yok aslında. Millet iradesi çok net. Pek çok koalisyon alternatifi hayata geçirilebilir. Erken seçimin ülke ekonomisine çok ağır bir fatura ödeteceği de kesin.
Peki erken (ya da tekrar seçim) yapılırsa ne değişir? Normal şartlarda hiçbir şey değişmez. Halk 13 yıllık iktidar partisinin artık yorulduğunu, kuruluş felsefesini kaybettiğini; hatta kirletildiğini düşünüyor ve ara verip dinlenmesini istiyor. Erken seçim yapılır ve şu anki tablo değişmezse bir daha mı erken seçime gidilecek? Zaten pek çok yorumcuya göre erken seçimde AK Parti daha da eriyecek. Tabii ki bu öngörü her şeyin normal bir seyirde devam edeceği düşünülerek dile getiriliyor.
Ne var ki erken seçim isteyenlerin tutumu sıra dışı bir planın varlığına dair kuşkuya sebep oluyor. Nitekim çok ağır ithamlar yapıldı; muhataplarından herhangi bir cevap gelmedi. Bu sessizlik erken seçime gidildiği takdirde bir kaos planı yapıldığına dair şüpheleri artırıyor. Mesela deniyor ki: “Seçim yenilgisini bastırmak için Türk ordusu Suriye'de savaşa sokulacak.” Olur mu olur. İktidarın şakşakçıları da birkaç gündür PYD üzerinden savaş çığırtkanlığı yapıyor. Neymiş? PYD, IŞİD'den daha tehlikeliymiş. Biri de çıkıp demiyor mu: “E birader bu PYD'nin lideri Salih Müslim'i MİT tesislerinde günlerce misafir etmemiş miydiniz? Tayyip Erdoğan başta olmak üzere pek çok AKP yetkilisi PYD'yi ve liderini bağrına basmamış mıydı?”
İktidar koltuğunun emanet olduğunu düşünmeyip o fani makamları nesiller boyu kendi mülkü sananlardan her şey beklenebilir maalesef. Tarih kitapları, tacını tahtını sarayını bırakmamak için ülkesini cayır cayır yakan adamları anlatır sürekli. Ancak demokrasilerde iktidar mutlak da değildir ebedî de...
Sadece ülke dışı kaotik planlar değil insanları kaygıya sevk eden. Seçim atmosferine girildiğinde ülke içi de karıştırılıyor. 7 Haziran öncesi yaşanan kâbusları hatırlayın lütfen. Bir savcının Çağlayan Adliyesi'nde şehit edilmesine dair somut delillerin hâlâ saklanması, Fenerbahçe futbol takımına karşı düzenlenen ölümcül saldırının gizemini hâlâ koruması, HDP Diyarbakır mitingine bombalı saldırının hâlâ aydınlatılamaması...
Görünen o ki birileri “milli iradenin tecellisi”ne razı değil. Normal şartlarda yapılan erken seçimin tabloyu değiştirmeyeceğini bilenler kaotik olaylarla HDP'yi barajın altına itmeyi, koalisyon senaryoları ile MHP'yi tüketmeyi, “istikrar” güzellemeleriyle yeniden “oyları ütmeyi” planlıyor. Hesaplayamadıkları bir gerçeği hatırlatmakta fayda var: Kendi suçlarını örtbas edebilmek için memleketi ateşin içine atmak isteyenler her kaotik hamlede yakayı ele verecek ve derin planları akim kalacak. Onlarca yıldır kaotik olaylarla siyaset mühendisliği yapanlar bu ülkede değer üretemedi. Geçici zaferleri bile onların hezimetiydi aslında. En doğrusu toplum vicdanının sandığa yansıttığı iradeyi içine sindirmek ve bu ülkeyi demokratik hukuk devleti yörüngesine yeXniden taşımak. Kaos planları geçmişte işe yaradı; ama artık miadını doldurdu. Bu saatten sonra savaş tuzağı kuranlar da iç kargaşa planı yapanlar da halkı kandıramaz. Kandıramayacak da…
Parti devleti çöktü!
7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını bir cümleye indirgeyin deseniz cevabım net: Halk, parti devletini çökertti. 13 yıldır sırtında taşıdığı ve başarıdan başarıya ulaştırdığı AK Parti'ye tek başına hükümet kurma hakkı ve yetkisini vermedi.
Parti devleti!
Valilerin, kaymakamların, hakimlerin, savcıların, maliyecilerin vs. devletin değil; iktidar partisinin emrine girerek anayasa ve yasaların dışına çıkması parti devleti haline geldiğimizin ispatıydı. “Milli irade” bu hoyratlığa, kaba saba baskıcılığa isyan etti ve “Artık yeter!” dedi.
Peki bürokratlar bunun farkında mı? Büyük çoğunluğu evet. Bir de 7 Haziran'daki depremi tam hissetmeyenler var. Onlar hâlâ devletin memuru değil; partinin neferi gibi hareket ediyor sanki. Görüntü öyle çünkü.
Mesela Ankara Başsavcısı Harun Kodalak, siyasi göndermeler içeren bir mesaj yayınladı. Bir başsavcıya yakışmayan beyan Türkiye'nin adaletten ne kadar uzaklaştığını da ortaya koydu maalesef. Harun Bey'e sormak gerekiyor: Sayın savcı, sizin de işaret ettiğiniz bazı davalardaki hukuk dışı işlerin farkında mısınız? Mesela emriniz altındaki savcı Serdar Coşkun'un terör örgütü suçlaması yönelttiği bir dava geçen hafta gümbür gümbür çöktü. Bir araba hırsızlığından terör örgütü suçlaması çıkarmak için bir itirafçı bulunmuştu. Bütün dava bir polis memurunun akıl dışı iddiasına dayandırılıyordu. O memur ilk mahkemede kendisine Emniyet'teki Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Erdinç Elpe ile Organize Şube Müdür Yardımcısı Murat Çelik'in baskı yaptığını, zorla ifade alındığını ve bütün söylenenlerin yalan olduğunu söyledi. Dava daha ilk celsede çöktüğüne göre Sayın Savcı'nın söyleyeceği adil bir şeyler olmalı değil mi? Aslında çökmeyen dava mı kaldı? 19 yıl önce işlenen bir faili meçhulü “cemaat”e yıkmak isteyen eski ve kirli bir istihbaratçının laflarıyla insanlar derdest edildi. Ortada bir delil var mı? Sıfır! Nitekim meslekten ihraç edilmiş bir adamın beyanı çürük çıkınca gözaltına alınanların tamamı serbest bırakıldı. Tahşiye davası tam bir saçmalık; ama hâlâ Hidayet Karaca tutuklu. Bunun hukukla, vicdanla, insafla alakası var mı Allah aşkına!
Halk, parti devletini lime lime etti; hukuk dışı uygulamalar sürerse daha da edecek. Bütün devlet görevlilerinden tek şey istiyor vatandaş: Lütfen görevini herhangi bir partiye, ideolojiye, cemiyete/cemaate, derneğe vs. peşkeş çekme; adaletten ayrılma.
Devlet halkının tamamından vergi toplar ve o bütçeyi vatandaşlarına hizmet için kullanır. Bu nedenle devlet görevlisi kişiler bir partinin ya da liderin kulu-kölesi değildir. Ne yazık ki şakülü epeydir kaydı devletin. Ve halk bu duruma isyan etti. Devlet zırhına bürünmüş zulmün bir partiye râm edilmesi olsa olsa baas rejimlerinde görülebilir. Türkiye parti diktatörlüğünden tabii ki tamamen kurtulacak; ama emin değilim bazı devlet görevlileri bu gidişatın farkında mı?
PANORAMA
PARTİ DEVLETİ uygulaması devletin bütün kurumlarının itibarını sarstı. En çok da Diyanet İşleri Başkanlığı'nı hırpaladı. Oysa Diyanet'in siyaset dışı saygın bir konumu vardı ve o hep korunmalıydı. İstanbul Müftülüğü'nün STV'ye yer göstermeyip diğer TV kanallarına camilerin kapısını açması bile Diyanet reisliğinin partizan bir pozisyon alarak kendi kalbine hançer sapladığını gösteriyor. Bugün, TV kanalları arasında ayrımcılık yapma cüretini gösteren müftülük (ve tabii ki DİB) yarın camiye gelenleri de partisine, cemaatine, tarikatına göre ayırır mı? İstifa etmediğine göre Müftü Bey'in makul bir açıklaması olsa gerek. Susuyorsa camiye siyasetin hükmettiğini tescil etmiş oluyor. Bu durumda Parti'nin gençlik kolları bile Diyanet'ten daha az partizan…
İZMİR'DE NELER OLUYOR? Gerçekten anlamak çok zor. Bazı sivil toplum örgütleri iftar çadırı kuruyor, belediyelerden izin alıyor; ama İzmir'in kaymakamları çadırları toplatıyor. Bürokrasi 28 Şubat'ta bile bu kadar mütecaviz değildi. Beş kaymakam da bir merkezden yazılmış aynı yazıyı gönderiyor. İhtimal ki kaymakamlara bunu emreden bir âmir var. Ve o âmir bir devletin değil; bir partinin emrinde. Şayet bu doğruysa o malum parti iktidardan düşünce bu bürokratlar ne yapacak? Parti'nin il/ilçe teşkilatlarında mı görev yapacak? Ayıp!
+1T PROGRAMININ 10.'SU hafta içinde gerçekleştirildi. Tek kelimeyle harika bir programdı. Uluslararası konuklar, medya dünyasının en güncel ve önemli konularını tartıştı. Katılımcıların heyecanı da muhteşemdi. Bu sene SND ile ortak yapılan +1T'nin seneye daha görkemli ve verimli bir programa hazırlandığını şimdiden söyleyeyim. Ne güzel değil mi; partizanlık birilerinin aklını dumura uğratırken, gazeteniz Zaman meslekî derinleşmeye ve zenginleşmeye devam ediyor…
Yorum Yap