Gözünüzü hırs bürümüş bile osla

  • 8.02.2015 00:00

 Bu yazı seçim sonuçları beklenmeden yazıldı; tıpkı önceki seçimlerde olduğu gibi.

Gece geç saatlere kadar bekleyerek bir seçim yazısı yazmanın mahzuru mu var? Hayır. Rakamların netleşmesi, muhtemel siyasi tablonun ortaya çıkması tabii ki yazarlar için büyük avantaj sağlıyor. Ne var ki Türkiye’de sırf seçim sonuçları üzerinde siyasi geleceği okumak, çoğu kez sosyal oluşumları ve gelişimleri ıskalamaya da sebep oluyor. Büyük fotoğraf kayboluyor çünkü. Tarihî akışı içinde yapılması gereken hesaplaşma, sadece sandık sonuçlarına indirgendiğinde kimi zaman nereden gelindiği ve nereye gidildiği anlaşılamıyor.

7 Haziran seçimlerinin öncesi ve sonrasını tastamam görebilmek için hem 13 yıllık siyasî dalgalanmaları görmek gerekiyor hem de 8 Haziran sonrası ortaya çıkacak tablonun ülke gerçekleriyle örtüşmesini hesaplamak. Ve bütün bu seyr ü seferin global oluşumlarla irtibatını işaretlemek gerekiyor ki sağlıklı analizler yapılabilsin…

2002’den beri hükümet kuran AK Parti, 2010 referandumundan bu yana büyük bir savrulma ve dönüşüm yaşıyor. Kurulmasından birkaç ay sonra iktidara yürüyen AK Parti, herkesi kucaklayan, temel hak ve özgürlükleri garanti altına alacağına dair söz veren, AB yolunda demokratik adımlar atan cevval bir siyasî oluşumdu. Referandumdan bu yana U dönüşü yaptığı gözleniyor. Devlete karşı bireyi koruyan zihniyet gitti; devletin kutsandığı ve halkı ezdiği bir Leviathan karşımıza çıktı. Askerî vesayetin sona erdirilmesi uğruna verilen mücadele ve kat edilen mesafe donduruldu; yakın zamana kadar faili meçhul hadiselerin sorumlusu olarak görülen derin yapının kanatları altına sığınıldı. Örnekleri çoğaltmaya gerek var mı? 2002’deki AK Parti bitti; onun mirasını alçıpanla tutturmaya çalışan AKP ortaya çıktı. Durum bu…

Toplumun tamamı bîzar. Sağcısı-solcusu, Alevi’si-Sünni’si, Kürt’ü-Türk’ü, iş dünyası-işçisi… Herkes, karşısına çıkan kibir dolu müheykel devlet baskısından endişe duyuyor. “Makul şüphe” herkesin kapısını çalıyor, “müsadere” gibi hukuk dışı uygulamalar mal güvenliğini tehlikeye atıyor. Can güvenliğinin hangi noktaya geldiğini anlamak için son bir yılda öldürülen ama faili bulunamayan hadiselere bakmak yeter de artar bile.

Toplum, devlet zırhına bürünmüş mütehakkim kibre katlanmayı denedi; ama olmuyor. Halkın tamamı bir şekilde yaftalandı, aşağılandı, rencide edildi. Yalanlar, iftiralar, karalamalar, azarlamalar… Haddu hesabı bilinmeyen hakaretlerin yaraladığı kitleler yetmezmiş gibi bir de karşımıza iktidar sahiplerinin lüks merakı çıkıverdi. Pahalı lüks araçları satmakla işe başlayacağını söyleyen AK Parti; bırakın onları satmayı yeni araçlar aldı, kiraladı ve hepsinden önemlisi bu israf dolu harcamalara “çerez parası” gözüyle bakmaya başladı. Saray debdebesi israfın dalga dalga yayılmasına tüy dikti adeta. Asgari ücretin verilemez olduğunu savunan iktidar yetkilileri, “bakanlar için özel uçak”ın nasıl faydalı olduğunu anlatmaya başladı.

AK Parti, gecekondudan çıkan dertli insanların kurduğu bir siyasi organizeydi. Halktandı. Şimdiki AKP saraylar, yatlar, özel uçaklar, gemi filolarıyla yâd ediliyor…

Değişim ve dönüşümün keskin bir hukuksuzluk ve adaletsizlikle yaşandığı bu noktada sosyolojik bir gerçeği de görmek gerekiyor: Bu ülke bu şekilde yönetilemez. Adaletsizlik, ayrımcılık, ötekileştiricilik üzerine bina edilen siyaset çöktü çökecek bir noktaya geldi. Anayasa paspas edildi, yasalar çiğnendi, insanlar mağdur hale getirildi, kalpler kırıldı, kamplar ihdas edildi. Ve bütün bu korkunç hadiseler kaba saba tavırlarla, umursamaz tutumlarla, hovardaca yaklaşımlarla yapıldı. Cumhurbaşkanlığı makamının ağırlığı kalmadı maalesef; çünkü o makam siyasi polemiklerin odağı haline geldi. Partiler arası nezaket yerle bir edildi. Sosyal gruplar arası hoşgörünün üzerine kezzap döküldü…

Sandıktan nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın yüzleşmemiz gereken gerçek şudur: Türkiye bugünkü gergin, ayrıştırıcı, ötekileştirici politikalarla yö-ne-ti-le-mez! Sandıktan zaferle bile çıkılsa, mazlum insanları döverek, onların mal güvenliğini, can güvenliğini ayaklar altına alarak ülkeyi yönetebileceklerini sananlar hem kendilerine yazık eder hem ülkeye. Tek çıkar yol var karşımızda: Karşılıklı saygıya dayanan, anayasa ve yasaların herkesi eşit hale getirdiği hakperest bir ülke inşa etmek. Bu ülkeyi kendi keyfine, aile zevkine, parti menfaatine göre yönetmek isteyenler sosyal barışı tarumar etmiş olur. Demokrasi tecrübesi çok eskilere dayanan bir dünyadan koparıp üçüncü sınıf bir Baas iktidarına taşımak korkunç bir vebaldir. Sonuç ne olursa olsun demokrasiden, insan haklarından, hukukun üstünlüğünden geriye dönülemez. Dönen olursa adı tarihe dönek olarak geçer ve artık bu ülkeyi yönetecek ehliyeti kaybetmiş olur.

Erdoğan’ı bekleyen tehlike   

Tayyip Erdoğan, siyasete teşkilattan başladı, belediye başkanlığı, başbakanlık gibi koltuklara oturdu. Sonunda cumhurbaşkanı da oldu; muradına erdi. Daha üst bir makam yok.

Ne var ki, anayasanın kendisine biçtiği rolü beğenmedi, çerçeveyi dar buldu ve fiilî bir durum oluşturmaya karar verdi. Şu an hem Cumhurbaşkanlığı makamında oturuyor, hem başbakanlık yapıyor, hem parti başkanlığı görevine devam ediyor. Yetkisi olmadığı halde bütün “erkler”i kendine bağlamış görünüyor. Bu durumu içine sindirenler olabilir; ancak anayasa ve yasalar Sayın Erdoğan’a bu yetkiyi vermiyor. O yüzden muhalefet partilerinin tamamı bu pervasız tutuma içerliyor. Haklılar da. Hatta AK Parti’nin içinden de “Bu kadar da olmaz ki!” seslerinin yükseldiği biliniyor. Her neyse…

Seçim kampanyaları sırasında Erdoğan seçim meydanlarına indi, her gün üç-beş konuşma yaptı, TV ekranlarında sık sık göründü. Bu haliyle sadece parti başkanı ve başbakan sıfatını taşıyan Ahmet Davutoğlu’nu ezmiş olmadı. Aynı zamanda kendini de riskin içine attı. Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir devlet makamını polemiklerin ateşten gömleğini giyerek siyasallaştırdı. Anayasa gereği “tarafsız” olması gerekirken bütün siyasi parti liderleriyle ve parti tabanlarıyla kavgalı hale geldi.

Peki şimdi ne olacak?

AK Parti zafer bile kazansa cumhurbaşkanı ile nezaket bağlarını tamamen koparan devâsa bir kitle var karşımızda. Toplumun hemen her kesimindeki birikmiş öfkenin merkezinde Erdoğan var. Dolayısıyla meşruiyeti her geçen gün tartışmalı hale geliyor. Yasamaya, yürütmeye, yargıya, medyaya yaptığı aşırı müdahalenin makul bir izahı da bulunmuyor. Seçim sonuçları AK Parti’nin yüzde 52’nin altına düştüğünü gösterdiği an, meşruiyet tartışması daha da alevlenecek. Çoktandır birikmiş öfkeler ve haksızlıklar karşısında bastırılmış siyasî tepkiler “sen cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 52 almıştın; sonra o makamda oturup ülkene hizmet etmek yerine meydanlara inip AK Parti için çalıştın ve seçildiğin oyun altına düştün; dolayısıyla meşruiyetini kaybettin” diyecektir. Bu söylemin sinyalini muhalefet liderleri meydanlarda verdi…

Aslında herkes işini yapmalı, güç zehirlenmesine yenik düşmüş birileri “her şeyi kontrol edeceğim” diye memleketin çivisini çıkarmamalı. Yasama, yürütme, yargı gibi kuvvetler ayrılığının ana dinamikleri keyfî bir şekilde kuvvetler birliğine irca edilirse; üstüne üstlük medya üzerine çullanarak bütün muhalif sesler susturulmaya çalışılırsa, bu işleri yapanlar meşruiyetini kaybeder. Bu ülkenin yeniden normalleşebilmesi için herkesin kendi aslî işine dönmesi, despotluktan vazgeçmesi, başkaları üzerine tahakküm kurmaktan uzaklaşması gerekir. Aksi halde huzur kalmaz bu ülkede ve en çok sıkıntıyı, ahengi bozanlar çeker. Tarih boyunca hep böyle olmuştur çünkü…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums