Zalimden beter olursun!

  • 1.02.2015 00:00

 Ey bu ülkenin güzel insanları!

Elinizi vicdanınıza koyarak şu soruya cevap verin: Bu ülkede zulüm var mı, yok mu? Siyasi pozisyonumuz vicdanımıza baskı yapmasın, ön kabullerimizi bir kenara bırakalım, önyargılarımızı ayaklarımızın altına alalım ve cevap arayalım.

Somut hadiseleri tek tek sıralayalım. Olayların acı çehresine bir bir bakarken mazlûmlarla empati yapalım. Kendimizi “ezilenler” arasında hissedelim; çünkü hiçbir zalim, zulmettiğini kabul etmez. “Ama, fakat, lâkin” gibi bağlaçların kıvrak dönüşlerine ruhumuzu esir etmeden bu ülkenin geldiği son noktaya cesaretle bakalım.

Her bir kareye bakarken “Nereden nereye!” deyip daha dün denecek kadar kısa bir süre önce mazlum durumda olanların şimdi nasıl mağrur olduğuna şahit oluyoruz. Ve kim tarafından yapılırsa yapılsın, hangi maksada matuf devreye konursa konsun zulme boyun eğmeyelim; zira “Zulme rıza zulümdür!”

Bank Asya’ya el konuldu. Niçin? Görünen o ki şahsi intikam uğruna anayasa da paspas ediliyor, yasalar da. Kendine yanlış yapıldığını düşünen biri varsa; o “yanlış”ın hesabını sorumlu kişilerle bağımsız yargı huzurunda hesaplaşmalı. “Ben falana kızdım, filandan intikam alacağım; yakıp yıkacağım” diyen her kimse, işte o, zâlimdir. “Suçun şahsiliği” hem İslam hukukunun esasıdır hem evrensel hukukun. Bank Asya’ya yönelik intikam operasyonu ile işadamlarına, mûdilere, “faizden kaçınarak ticaret yapmak isteyen” kişilere zulmedilmiştir. Bu zulme râzı olan zalimden beter bir pozisyon seçmiş oluyor kendine.

Sadece kurum ya da kuruluşlara; ya da ‘bir kesime’ yapılmıyor ki zulüm.

Sene boyunca emek verip yetiştirdiği çayını, Rize Belediye binasının önüne döküp feryâd eden Arif amca, titreyen sesi, tükenmiş nefesiyle kendisine yapılan ayrımcılığı protesto ediyordu. İki defa oy verdiğini söylüyor, bir daha verirse ellerinin kırılmasını diliyordu. Düşündünüz mü bu isyan neden?

Seçim gezileri sırasında AK Partili milletvekilinin elini sıkmayan esnafı tekme tokat dövdüler. Yüzü gözü kan içinde kalan kuaförün bir köşeye sıkıştırılıp darp edilmesi senin de yüreğini burkmadı mı güzel vatandaş! O iğrenç görüntüye baktığında Soma faciasından sonra bir işçiyi yerde tekmeleyen o genç bürokratı hatırlamadın mı? Hâkim kocası tutuklandı diye doktor eşini işten, çocuğunu kreşten atan zihniyet aklına gelmedi mi!   “Mustafazafîn” edebiyatı yapanların artık “müstekbirîn” haline geldiğini, vatandaşa ne denli eziyeti reva gördüğünü anlıyor musun?

Uçak dolusu altınlar, bilmem kaç yüz bin dolarlık saatler, ayakkabı kutularında yakalanan sonra faiziyle beraber bavullarla geri alınan dolarlar vs. söz konusu olduğunda “suçun şahsiliği” prensibiyle hareket eden, en somut delillere rağmen takipsizlik kararı çıkartan hükümetin, yolsuzlukla mücadele eden polislere, savcılara, hâkimlere karşı haşin ve baskıcı tutumu hangi eşitlik anlayışı ile bağdaşabilir? Halk, sokaklarda “Hırsızlar baş tacı edilirken polisler hapse atılıyor” diyor. İzahı var mı bu çifte standardın?

Manisa, Konya, Malatya gibi yerlerde insanlar “makul şüphe” ile derdest ediliyor. Hayır işlerindeki fedakârlıkları suç sayılan bu insanlar, her türlü eziyete maruz bırakılıyor. O kadar ki Başbakan Yardımcısı bile “Ayıptır, günahtır.” demek zorunda kalıyor. Bu kadar “ayıp-günah” pervasızca sergilenirken bir tane delikanlı çıkıp “Yahu ne yapıyorsunuz! Vaktiyle bize yapılan zulmün bir çeşidini biz şimdi masum insanlara yapıyoruz” diyemiyor!

301 madenci, tedbirsizlik sonucu hayatını kaybetti; hani adalet, hani hesap verme? Ermenek’te 18 madenci kömür madeninde suyun altında kaldı. Ayşe Teyze, gözyaşları içinde, “Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” diyordu. Onun gözyaşları dindi mi? Bir ihtiras ve intikam uğruna dershaneler kapatılıyor; ne var ki sınav devam ediyor. Zengin, bir çaresini bulacak elbet; peki ya fakir ve orta halli aileler? Binlerce emniyet görevlisi sürgün edildi, emekliliğe sevk edildi, hapse atıldı; hırsız soytarılara tanınan savunma hakkından, şerefli-onurlu insanlar neden mahrum edildi? Bu insanların çocukları, eşleri, yüreğinizi hiç mi sızlatmadı? Polis Koleji ve Akademi öğrencileri muhtemel bir şüphe uğruna okuldan topluca atıldı. Felç geçiren öğrenciler, onların ana-babaları, rüyaları… Hayatında karıncaya basmamış insanlara “terör örgütü” suçlaması yapıp bu aşağılık ithamı gazete manşetlerine taşırken Manisalı hayırsever Ümran Teyze’nin “Yelek örüyorum, patik örüyorum, bulaşık bezi örüyorum, hayır derneklerine yardım ediyorum. Bunlar terör örgütü üyesi olmaksa gelsin beni de alsınlar.” demesi, taşlaşmış kalplere rahmet yağmuru gibi damlamadı mı hiç?

Sözü uzatmaya gerek yok…

Ey sevgili vatandaş! Zulüm, ancak Firavunların, Nemrutların, Yezidlerin yapacağı bir iştir. Ve inan ki zulme razı olan, zalimden geri değildir…


Bütün gazeteciler terörist mi?

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar hakkında terör örgütü suçlaması yapıldı. Neden? Çünkü Cumhuriyet, MİT TIR’ları ile ilgili görüntüleri yayınladı. Dehşet verici görüntüler uluslararası suç işlendiğine dair kanaat oluşturuyor. Silahların ve mühimmatın çıktığı TIR’ların Suriye’ye gönderildiği iddia ediliyor. Şimdi herkes, haklı olarak, şu soruyu yöneltiyor: O TIR’lar insani yardım taşıyor denmişti; bu beyanlar yalan mı çıktı? Hukuki bir denetim olmadan bir ülkeye silah sevkiyatı yapmak mı suç; yoksa bunu yayınlamak mı? Şimdi savcılık vasıtasıyla “Gizli kalması gereken bilgi” denerek Cumhuriyet ve Genel Yayın Yönetmeni cendereden geçiriliyor. İyi de “gizli kalması gereken”i kim belirliyor, kim sınırını çiziyor? Gazeteciler, elde ettiği bilgiyi soyut kavramlarla tasnif etmeye kalkarsa işin sonu nereye varır?..

Gazetelerin “terör örgütü” ile suçlaması rutin hale geldi artık. Daha kısa bir süre önce aynı suçlama Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin için de yapılmıştı. İnternette yer alan bir haberden dolayı bir adam savcılığa dilekçe vererek Ergin’in tutuklanmasını talep etmişti. Seçim meydanlarında Cumhurbaşkanı ve Başbakan da aynı haberden dolayı Hürriyet’e yüklenmişti. Zaten çoktandır yandaş medyanın tetikçileri fotoşopla Aydın Doğan’a terör örgütü şapkası ve üniforması giydirerek yeterince terör havası estiriyordu…

Sadece geçen hafta terör örgütü propagandası yapmakla suçlanan gazeteciler şunlar: Mirgün Cabas, Koray Çalışkan, Banu Güven, Pelin Batu, Nazlı Ilıcak, Ceyda Karan, Arzu Yıldız, Asım Yıldırım, Ferhat Tunç, Barış Atay, Önder Aytaç, Emre Uslu…

Hidayet Karaca ve Ekrem Dumanlı ile başlatılan “terör örgütü” suçlaması dalga dalga yayılıyor, bütün medyayı kuşatıyor. Korkarım yakında “terör” suçlamasıyla yüz yüze gelmemiş bir gazete/TV yöneticisi kalmayacak. Bu korkunç gerçeğe rağmen Türkiye’yi dünyanın en özgür ve çoğulcu medyasına sahip ülke diye tanımlamak, bazı kişileri komik duruma düşürmüyor mu? Utanmıyorsa yandaşlar “Bütün gazeteler teröristtir” deyip kurtulsun bari. Ve rezil etsinler bu güzelim ülkeyi…


İnandığı gibi yaşayamayanlar… 

İktidar sahiplerinin dünyaya bakışlarında korkunç bir hata var. Zannediyorlar ki devlet görevi yapmalarından dolayı mal mülk edinme, şan şeref kazanma, debdebe içinde yaşama hakkına sahipler. Ak Saray tartışmalarına ve Diyanet İşleri Başkanlığı etrafında koparılan fırtınaya bu açıdan bakmakta fayda var.

Devletin itibarı için görkemli saraylar inşa edilebilir mi? Bu soruya, ya modern devlet anlayışı içinde ya da İslamî açıdan cevap vermek zorundalar. Modern devletlerde itibar, devâsâ saraylar aracılığıyla gösterilmez. Kral değilsin ki, sarayın olsun. Üstelik seçimle gelmişsin, halka karşı sorumlusun ve vatandaş seni emaneten o göreve layık görmüş. Modern demokrasilerde devletin itibarı için harcama yapıp saray inşa edenlerin yakasına yapışılır. Kim yapar bunu? Tabii ki vergileriyle devleti ayakta tutan bireyler ve onların bir araya gelerek oluşturdukları sivil yapılar. Ayrıca devletin seçimle gelmiş yöneticilerini denetlemekle yükümlü kurumları vardır demokrasilerde. En başta da meclis… İstediğin gibi har vurup harman savuramazsın…

İslami referanslarla yapılan lüksün dinin ruhuna aykırı olduğu çok açık! Lüksü, debdebeyi, israfı meşru gösteren tek bir ayet, tek bir hadis yoktur. Tam tersine; hasır üzerinde istirahat buyuran Hazreti Muhammed (sas), saraylar içinde yaşamayı, fakirden uzaklaşmayı, garipten ayrı düşmeyi şiddetle reddetmiştir. İslami kaynaklar, bununla ilgili yüzlerce örnek sunuyor bize… Osmanlı üzerine yapılan hayali güzellemeleri manipüle ederek ‘ecdad’ın görkemli saraylarda yaşadığını savunmak, ya bilgisizlikten kaynaklanıyor ya yanlışı doğru gösterme telaşından. Osmanlı sarayının sadelikten uzaklaşıp debdebeye yöneldiği periyot, “devlet-i âliye”nin çöküş dönemine denk gelmektedir.

İslam, dereden abdest alırken bile insanın aşırı su kullanmasını haram sayıyor, israfı yerden yere vuruyor. Gecekondudan yola çıkıp gemi filolarında nefeslenen, garip gurebanın duasıyla başlayıp yatların katların altında ezilenlerin yaşadığı kibir dolu dönüşüm ve başkalaşım sadece lüks özentili insanlara zarar vermiyor; aynı zamanda İslam’ın sosyal adalet anlayışına da gölge düşürüyor. Yüreği olan “Ne yapayım; benim para-turaya zaafım var” deyip tevbe u istiğfar eder. İslam’dan ya da tarihten deliller getirmeye yeltenmez. Hani o muazzam cümle var ya; işte o hayat düsturu, gelinen noktayı tastamam özetliyor: İnandığınız gibi yaşamıyorsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • müfit günal
    müfit günal
    26.10.2013 08:41

    Sol hala rüştünü ispat etme derdinde, çalı çırpıyla sol taban taban tutar sanıyorsa, solun vay haline.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums