- 16.02.2015 00:00
Hani bir türkü vardır; der ki “Sandık üstünde sandık/Aman efeler yandık/Düşünmeden söz verdik/Biz sizi bir adam sandık.” Aylardır pelesenk oldu dilime bu mısralar. Derin bir hayal kırıklığı içinde söylendiği aşikâr bir nağme ile bugünkü Türkiye manzarası ne kadar da örtüşüyor!
Adam sandık! Boyuna posuna baktık; aldandık. İslamî duyarlılığı var diye düşündük; öyle bir hava veriyordu kendine zira. İnsanî bir yaklaşımı var diye tasavvur ettik; öyle bir kanaat oluşturmaya yönelik davranışları vardı çünkü. Delikanlı gibi duruyordu, hasbî görünüyordu, samimi pozlar veriyordu.
Sonra bir uğursuz rüzgâr esti sağdan soldan. Fitne ateşini kızıştırdı dört bir taraftan. Maskeler düştü bir anda. Görüldü ki bazılarının içinde ne sevgi varmış ne saygı. Onca zamandır içinde sakladığı, bir vesile üreterek üstüne abandığı kocaman bir benlik davasıymış.
Sapır sapır dökülmeye başladı koca koca adamlar. Sonra toy delikanlılar... Kendini bu denli seven, nasıl oldu da başkasını sevebilirdi ki! Kendine bu derecede hayran, hiç mümkün müydü bir başkasının yaptığı güzel işleri takdir edebilsin. Kendine adeta tapınan, nasıl olacaktı da egosu dışında bir ölçü bulup insanlara hakikati haykırabilecekti.
Şimdi her gün yeni hakaretler üretiliyor, yeni iftiralara başvuruluyor. Edep çoktan rafa kalktı. Kendine ilim adamı süsü verip onca yıldır entelektüel birikim edasıyla dolaşanlar sokak ağzıyla konuşuyor, kof kabadayılık taslamayı yiğitlik sanıyor. Meğer kravatlı ve şatafatlı urbaların altında sokak serserilerini bile utandıracak derecede bir cehalet gizliymiş. Bir niza’ sonrası bazılarında ortaya çıkan gerçek mahiyet keşke sadece kendi çaplarının göstergesi olsaydı! Keşke temsil ettiklerini iddia ettikleri; ancak nezaket ve nezaheti itibarıyla erişemedikleri o çileli davaya zarar vermemiş olsalardı!
Ey sevgili okur! Ey güzel Türkiye!
Şahit olduk ki çapsızlık hiçbir zaman bu kadar yaygınlık kazanmadı, kitleler üzerine tahakküm kurmadı. Milyonlarca insanın huzurunda insanlara hakaret savuranlar, şartların eşit olmadığını zoraki canlı yayınlarla yapılan suçlamaların aynı şartlarda cevaplanamayacağını biliyor. Bu yüzden –Allah’ı ve ahireti de hesaba katmadan- en ağır ithamlarda bulunmaya; gıybet, iftira, yalan gibi en büyük günahları defalarca işlemeye devam ediyor. Aynı imkân içinde, aynı ortamda muhataplarına iki kelam edebilirler mi? Alacakları somut cevaplarla rezil olacaklarını bilmiyorlar mı? Gazete sütunlarında, TV ekranlarında, miting meydanlarında mütemadiyen hakaret savuranlara, en azından kendi namıma, derim ki: “Ağzını topla!”
Evet; ağzını topla ey çapsız küfürbaz köşe yazarı! Ağzını topla kendi ayıplarını kapatabilmek için başkasına iftira eden siyaset erbabı! Ağzını topla! Dostça, kardeşçe, delikanlıca söylüyorum: İnsanların hakkına tecavüz ediyorsunuz, gerçek dışı beyanlarla suizan dalgası oluşturuyorsunuz, kafanızdan uydurduğunuz senaryolarla masum insanlara iftirada bulunuyorsunuz…
İnsanların emeğine göz dikersiniz de, âh almaksızın bu dünyadan şen-şakrak göçüp gidebilir misiniz! Hayatında karınca ezmemiş insanlara katil muamelesi yapar da, onlardan helallik almadan kabre huzur içinde gireceğinizi mi sanırsınız! Uydurma isnatlarla davalar açıp insanları zindanlara doldurunca; mazlum âhının tutmayacağını sanarak başınızı yastığa huzur içinde koyacağınıza mı inanırsınız!..
Kaleminden her gün kan damlayan adam! Ağzından her gün yalan ve iftira saçan adam! Şeytanın bile aklına gelmeyecek kirli iddiaları milyonların huzurunda telaffuz eden adam! Ağzını topla!
O ağızla tarihin altın yapraklarına yâd-ı cemil olacak bir şerh düşemezsin. O ağızla dünyada hayırla yâd edilemezsin. O ağızla düğüne gider gibi kabre yürüyemezsin. O ağızla kabir meleklerinin suallerine cevap veremezsin. O ağızla mahşer günü yakanı mazlumların elinden kurtaramazsın!..
Kim olursan ol, hangi partinin neyi olursan ol, hangi cemiyetin/cemaatin ferdi olursan ol; insanlara hakaret etme, onlar hakkında iftirada bulunma hakkın yok!
Ya zulüm? Onun varlığına dair sorunun cevabını ancak mazlum verir. Hiçbir zalim, kendini zalim olarak görmez. Bütün zalimlerin haklı gerekçeleri vardır kendince. Ortada bir zulmün olup olmadığına karar verecek kişi(ler) kendilerine zulüm yapıldığını düşünenlerdir. İşte o mazlumlar, toplumun bütün kesimleri, ortada Yezid’lere yakışan bir zülüm olduğuna inanıyor. “Yok, biz çok adiliz” demek yetmez; toparlanmak, nefis muhasebesi yapmak gerekir.
Toparlanmanın ilk adımı ağzını toplamaktır. Ağzını topla ey zalim! Bu ağızla bu ülkeye huzur vermiyorsun; veremezsin de! Çünkü ne insanîdir bu üslubun ne İslamî!
Yüzde 50 neden nefret ediyor?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın geçenlerde söylediği sözleri tarihe emanet etmek, yapılacak ilmî çalışmalara kaynak göstermek gerekiyor. Ne diyordu Arınç: “Biz yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50 nefret söylemine dönüyor. Bu bizim yüzde 50 oy almamıza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir.”
Arınç yukarıdaki çarpıcı sözlerini sokaktaki gözlemine dayandırıyor. Eskiden sokağa çıktıklarında taraftarların sevgisine rastladıklarını, muhaliflerinin saygı duyduğunu naklediyor. Peki ya şimdi? “Şimdi bir nefretle bakış seziyorum” diyor Başbakan Yardımcısı.
Çok doğru tespitler!
Bu karamsar tablo sebep midir sonuç mu? Kesinlikle sonuç! Sebeplerini özellikle Tayyip Erdoğan'ın başvurduğu keskin dilde aramak gerekiyor. Maalesef Tayyip Bey kendine fanatikçe bağlı küçük bir zümre dışında herkesi hedef tahtasına koydu, rencide etti, hatta bazen hakarete boğdu. Elinizi vicdanınıza koyun ve cevap verin: Erdoğan'ın aşağılamasına maruz kalmayan bir kitle var mı bu ülkede? Liberaller, demokratlar, solcular, sağcılar, Kürtler, Aleviler, sivil toplum kuruluşları?..
Başta böyle yıkıcı dil yoktu. O yüzden AK Parti toplumun hemen her kesiminden (ve dahi uluslararası arenadan) büyük destek aldı. Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda adım attıkça alkış aldılar, destek gördüler. Ne yazık ki dünyanın en eski kuralı burada da işledi ve “Güç bozar” kaidesi hayata geçmiş oldu. Sonrası, feci bir güç zehirlenmesi. Mesela şu vahim tablo içinizi sızlatmıyor mu: Her dönemde cumhurbaşkanlarını beğenmeyen birileri oldu; ama Erdoğan kadar hiç kimse keskin bir nefretin hedefi olmadı. Üzücü bir durum. Fanatikçe arka çıkan dar bir zümre hariç, kendi partisindeki insaflı insanlar da “Bu kadarı çok! Bu keskin söylem sürdürülemez.” diyor. Fısıltıyla ifade edilen bu eleştiri, Erdoğan'ın yıllar boyu ötekileştirdiği kitlelere kadar uzanınca koyu bir nefrete dönüşüyor. Bu hal, sevmeme/beğenmeme gibi tabii bir çerçeveyi çoktan aştı, “Türkiye’yi yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkarabilir” noktasına savurdu.
Aslında yeni fırsatlar çıktı karşılarına. Erdoğan, şerefi ve namusu üzerine ettiği yemin gereği toplumun tamamını kucaklayabilir, kendini siyaset üstü bir konuma taşıyabilirdi. Davutoğlu, atanmışlığın mahkûmu olmayıp şahsiyetli bir çıkışla vakur bir siyaset sergileyerek kutuplaşmayı bertaraf edebilirdi. İlim adamı kimliğini bir kenara bırakarak kutuplaşmanın yanında yer almamalıydı. O yüzden Arınç, onu da eleştiriyor. Haksız değil elbette.
İş işten geçmiş midir, bilemiyorum. Arınç’ın yüzde elli tespitine kulak verirlerse bir çare bulunabilir, toplumun tamamıyla yeniden köprüler inşa edilebilir. Aksi halde kutuplaşmanın mimarlarını çok çetin günler bekliyor. İnanmayan yakın siyasî tarihimizin çarpıcı örneklerini hatırlayıversin… “ANAP'ı yıkan budur.” cümlesini Başbakan Yardımcısı boşuna kurmuyor…
İnsaf yahu!
Recep Tayyip Erdoğan bir grup gazeteciye “Cemaat PKK’dan daha beter.” demiş. İnsaf! Güya Cemaat ülkeye daha çok zarar vermiş. Zerre kadar gerçeği yansıtmayan bu cümlelerde derin bir garaz, iflah olmaz bir nefret, ucu bucağı olmayan bir şiddet görünüyor.
PKK, silahlı bir örgüt. Şehit ettiği asker ve polis bir yana; halktan katlettiği (Kürtler dahil) binlerce insan var. PKK ile sürekli müzakere yapıldığı ve bunun direktifinin Erdoğan tarafından verildiği net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Cemaat dediğiniz hareket ise daha Erdoğan yokken bile var olan bir sosyal gerçeklik. Onlarca yıl içinde binlerce kere testten geçmiş, sivil, demokrat, barışçı kimliği ile dünyanın dört bir yanında hizmet etmiştir. Kıskanmaya, emeklerine göz dikmeye, yerine çakma oluşumlar ihdas etmeye gerek yok. Değer üretme mevzuunda kabızlıktan kurtulamayan bütün oluşumlar, var olan değerleri tüketmeye çalışır. Sonuç! Tabii ki hüsran.
Cemaat hakkında yapılan bütün irrasyonel tespitler, beyin yıkamaya yönelik yayınlar, aslında hizmeti daha geniş kitlelere ve uluslararası arenaya taşıyor. Korkutmaya yönelik gayretler de boşuna. Hizmet’e gönül veren hiçbir fert zulümden korkmaz. Anlaşılamayan şu: Bu korkusuz insanlar, dik duruşlarını şov olsun diye yapmıyor; verdikleri sınavın dünyada mükafatını da beklemiyor…
“Cemaat PKK’dan beter” lafı talihsiz bir tespittir. Toz-duman dağılınca, ölçüsü kaçmış bu tip sözler didik didik edilir; demokrasi ve hukuk platformunda herkes hesaba çekilir. Ve bütün ehli vicdan feryat eder: İnsaf yahu!
Yorum Yap