İlle de bela mı yağması gerekiyor

  • 8.12.2014 00:00

 İhale alımlarında yapılan “bağışlar”a fetva vermekle ve bu fetva nedeniyle kamuda rüşvete kapı aralamakla itham edilen Hayrettin Karaman Hoca hafta içinde bir yazı kaleme aldı ve “Göklerden üzerimize bela yağacak.” dedi.

Hafazanallah! Hoca'nın böyle demesine herkes şaşırdı; hatta Hoca'yı suçlamaya devam edenler oldu. Sayın Karaman'ın son ikazını ciddiye almak gerekiyor. “Siz ey devleti yönetenler!” diye başlayan haykırış, yoksulların hakkını yiyenlerden hesap sormak gerektiğini söylüyor. Doğru bir tavır, isabetli bir çıkış. Keşke aylar önce söylenseydi bu gerçekler.

AK Parti hükümetine, benzer ikazlar art arda yapılıyor. Cevat Akşit Hoca da rüşvet ve bazı günahları sayarak yemin ediyor, “Üzerimize lanet yağar' diyerek uyarıda bulunuyor. Durduk yerde yapılmıyor bu ikazlar. Toplum alttan alta kaynıyor. Bir tarafta lastik ayakkabı bile giyemeyecek kadar fakr u zaruret yaşayanlar; diğer tarafta altın varaklı kadehlerin asgari ücretten daha yüksek olduğu bin yüz küsur odalı saraylar! Bir tarafta kıt kanaat geçinmeye çalışan kitleler; diğer tarafta bilmem kaç milyon dolarlar harcanarak denize indirilen gemicikler…

Ali Nur Kutlu adıyla yazı yazan ve yakın zamana kadar önemli bir kamu kuruluşunda görev yapan bir arkadaş bakın ne diyor: “Hiç bilmediğimiz yerden hesaba çekildik, paradan, makamdan, mevkiden... Bu davanın çocukları imtihanları kaybetti, günahlara battı, gaflete daldı ama affeden, bağışlayan, merhamet eden bir Allah'a inandı…”

Belli ki bir sıkıntı var; yürekleri burkan bir sıkıntı. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan daha net ve mert söylüyor gerçeği “Çözülüyoruz, çürüyoruz: Herkes Ankara'da iş takibinde. Felâket bu!” ya Şevki Yılmaz'ın içerden yükselen şu feryadı: “Konferanslar münasebetiyle gezdiğim yerlerdeki ehliyet ve emanete ihanetle ilgili duyduklarımdan ve gördüklerimden dolayı, başımıza büyük bir belanın gelmesinden korkuyorum."

Onlarca insan “Yahu çürüyoruz, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, ehliyetsizlik vs. aldı başını gidiyor” şeklinde bağırıyor. Ciğerleri yanıyor insanın. Bin bir çile ile elde edilen kazanımların mirasyedi bir hovardalıkla çarçur edildiğini görüyorlar. Kaba saba davranışların ve “yobaz” yaklaşımların toplumu sadece bir partiden değil, dinden bile soğuttuğunu görmemek için kör olmak gerek!

Bir de bilimsel çalışmalar ve objektif tespitler var. Bir zamanlar övünerek referans gösterdiğiniz Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün Yolsuzluk Algı Endeksi'nde Türkiye dibe vurdu. Yolsuzluk sıralamasında bu ülke tepetaklak gidiyor. TÜSİAD'ın yapmış olduğu “İş dünyası bakış açısıyla Türkiye'de yolsuzluk” araştırması sonucu ile Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün Yolsuzluk Algı Endeksi'ndeki Türkiye aynı gerçeğe işaret ediyor.

Meclis Soruşturma Komisyonu'nda 4 bakanın ifade vermesi ve ister istemez bazı gerçekleri itiraf etmesi meselenin ne kadar vahim boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor. Onca koruma ve kollamaya rağmen Meclis Soruşturma Komisyonu'na intikal eden bilgiler iktidarın kirletildiğini, yolsuzluğun inanılmaz boyutlara ulaştığını ispatlıyor.

Bu ülkede hırsızlık-yolsuzluk bu kadar ayyuka çıkmışsa bir çıkış yolu bulmak şarttır. Bu çıkış, “Bak başkaları da yanlış yapıyor” diyerek masum insanlara isnat ve iftirada bulunmak değildir. Bu tür sansasyonel çıkışlar kısa bir süreliğine dikkatleri dağıtsa bile devlet gücüyle yapılan sistematik yolsuzluğu gizleyemez. 17 Aralık tartışmalarını engellemek için geniş çaplı operasyon yapma fikri, (kime aitse?) yanlış bir hesaptır, çarpıp geri sahibine döner ve insanlar der ki “Sen hikâye uydurmayı bırak; şu pislikleri temizle!” Zira sırf 17 Aralık'ı bastırmak için operasyon yapmak, o malum suçu daha da kabullenmektir. Bugünkü açık toplum bu projeyi anlamaktan aciz mi sanıyorsunuz? İktidarı elinde tutanlar kendilerini aklamak istiyorlarsa dışardan çekilen Türkiye fotoğrafını doğru okumalı ve içerden yükselen dip dalgayı dürüstçe analiz etmeli. İnsanlara “Bela yağacak” dedirten yolsuzluk/haksızlık, artık gizlemesi mümkün olmayan bir noktaya gelip dayandı. Bu acı gerçeği basireti bağlanmayan ve teshir altında kalmayan herkes görüyor. Bıçak kemiğe dayandı. Allah'ını seven, bu çöküş ve çözülüşe seyirci kalamaz.


Muhteris hırsız, gazeteci olursa

Adam hem hırsız, hem arsız. Kamuya ait araziye giriyor, orada ne bulursa talan ediyor; hatta onu suçüstü yakalayan güvenlik görevlisini derdest edip saatini gasp ediyor. Yalancı, hırsız ve muhteris bu adam gece yarısı otobanda kanlı bir olaya rastlayınca hayatının dönüm noktasını yaşıyor. Siren sesleri arasında keşfettiği şu: Geceleri reyting getirici hadiseleri görüntüleyip bu kayıtları televizyonlara satarak para kazanan bir meslek grubu var. Hırsız o medya sektörüne girmeye karar veriyor ve reyting için her şeyi yapabilecek bir de kanal buluyor.

Yukarıda naklettiğim hadise, halen gösterimde olan önemli Nightcrawler (Gece Vurgunu) isimli filmin kısa bir özeti. Film, eline bir kamera almakla gazeteci olduğunu sanan muhteris bir tipin nasıl kirli işler çevirebileceğini ve o kirliliğe etrafındaki herkesi ortak edebileceğini gözler önüne seriyor.

Ancak sonradan görme gazeteci bilmiyor ki bu meslek somut olaylar (fact) üzerine bina edilir. Yani? Hiçbir medya mensubu kafasındaki algı ile ortadaki olgunun yerini değiştiremez. Adam temelde hırsız olunca ve medya sektörüne son sürat dalınca hadiseyi, rapor etme yerine, kendi kafasına göre kurguluyor. Sonuç tam bir felaket! Hayatından olan, yuvası yıkılan polisler, şantaj ve tedhişe boyun eğmek zorunda kalan gazeteciler, kirli ilişkileri kapatmak için uydurulan senaryolar…

Şu ana kadar medya eleştirisi muhtevalı çok film çekildi; ama bunun kadar koyu bir tonda eleştiri yapanına nadir rastlanır. Film bittiğinde geriye vicdanınızı huzursuz eden bir tortu kalıyor. İyi gazeteciliğin iyi insan olmakla ilişkili olduğunu düşünüyorsunuz ister istemez. Bir de bugün yapılan televizyonculuğu düşünmeden edemiyorsunuz. Nasıl da benzeşiyor bazılarıyla. Onlar da her akşam ekran karşısına çıkıp somut olguları değil, yalanlardan oluşan algıları art arda sıralıyor. Bu filme gidenler, eminim Louis Bloom'a baktıkça, ekranlarda her gün tetikçilik yapan yandaşları da hatırlayacak…


Cemaatleri tasfiye

Günlerdir deniyor ki MGK’da karar alındı, bütün cemaatler paralel yapı olarak görüldü ve tasfiyeleri için eylem planı yapılıyor. Uzun bir zaman sessiz kalmayı tercih etti yetkililer. Bu arada iktidarın kucağında serpilip büyüyen ve istihbaratçı olmakla övünüp (!) gazetecilik yaptığını sanan biri televizyonlara çıkarak bütün cemaatlere karşı kurulan tuzağı itiraf etti. “Bu doğru değil” diyen olmadı. Sonra her fırsatta cemaatlere karşı kinini kusan ve öteden beri istihbaratçılıkla ilgisi üzerine konuşulan biri bütün cemaatlerin paralel sayıldığına dair tezi her zamanki bilgiç ve nobran tavrıyla yazdı, anlattı… İktidardan yine tık çıkmadı. “Hayır! Böyle bir şey yok” demediler. Furkan Vakfı Başkanı çok ağır bir konuşma yaptı; bütün cemaatlerin ve kendilerinin de fişlendiğini, faaliyetlerinin baskı altına alındığını haykırdı. İktidar cenahı yine sükûtu tercih etti. Gazetelerde haberler yapıldı, yorumlar yazıldı, eleştiriler art arda sıralandı;  yine tık yok. Gümbür gümbür fişleniyor herkes ve bunun belgeleri çarşaf çarşaf yayınlanıyor; ne hikmetse, yetkililer derin bir sessizliği tercih ediyor.

En sonunda bazı açıklamalar yapıldı ve uzun bir zamandan beri devam eden “bütün cemaatler” iddiası reddedilmeye çalışıldı. Tatmin edici mi? Hayır.

Başbakan Davutoğlu’nun bir TV kanalında yaptığı açıklamayı okudum. Hiç kusura bakmasın onun akademisyenliğine yakıştıramadım. Hoca oturmuş “kim cemaat, kim değil” karar veriyor. Dahası, en ağır ithamları hiçbir somut delil olmaksızın peşi peşine sıralıyor. Tabii soran yok, sorgulayan yok; konuştukça coşuyor. Devlet adamlığı, sorumlu davranmayı, hakka-hukuka riayet etmeyi icbar eder. Kimin cemaat, kimin camia, kimin paralel olduğuna oturduğunuz yerden karar vermenin ne hukukta yeri vardır ne siyasette. “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” kibri neyse “Kimin cemaat olduğuna biz karar veririz” yaklaşımı da odur. Bunu yapan çok adam var siyaset ve medya arenasında; ama entelektüel birikimi olduğunu düşündüğüm, insani ve İslami ölçüleri olduğuna inandığım bir akademisyenin bu kadar kırıcı ve hukuk dışı konuşmasını fevkalade yadırgadım.

Ortada bir gerçek var: Pek çok “cemaat” hükümetin ayrımcı uygulamalarından bîzar. “Süleymancılar” bölünmelerinden partiyi sorumlu tutuyor. Risale-i Nurların devlet tekeline alınması Nur cemaatlerini parçalamaya yönelik hamle olarak görülüyor. Mahmud Ustaosmanoğlu’nun talebeleri hafta içinde birilerini “camiyi parti merkezi” yapmakla suçladı. Yani? Cemaatler kendilerine yapılan ayrımcılığı ve parti tarafından kurulan “Cemaat”i haksızlık ve zulüm olarak görüyor. Çakma cemaat kurularak cemaatleri sindirmek akla, vicdana, insafa sığar mı hiç?

Özentiye gerek yok. İnsanların kendi olarak kalması gerekiyor ki bu ülke içine girdiği girdaptan çıkabilsin. Vicdanları kanatan tahrik edici laflarla siyaset gemisi yürümez; yürümediği ortada.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums