‘Komünistler’in 'paralel' korkusu

  • 22.09.2014 00:00

 Müslüman kitlelere ilk kez kimler tarafından ‘paralel' dendiğini biliyor musunuz? Açıkçası bilmiyordum. Geçenlerde cesur bir dostun elinde gördüğüm “Şeytan'ın Oyunu” (Devil's Game) adlı kitapta uzunca bir dipnota rastladım.

İlk kez 2005'te neşredilen kitapta Komünist Sovyet rejimi tarafından kullanılan ‘paralel İslam' üzerinde duruluyor ve yazar, konuyu bazı kaynaklara havale ediyor. Bu kaynaklardan biri “Sovyet Devletine İslam Tehdidi” adını taşıyor. 1983'te kaleme alınan eser, Alexandre Bennigsen ve Marie Broxup imzasını taşıyor. Bu iki eserde rastladığım ‘paralel İslam' tabirinin izini sürünce gördüm ki komünist sistem kendi dayattığı ‘resmî İslam' dışındaki Müslümanlara ‘paralel' yaftasını yapıştırmış. Ta 1978'de bir dergide yayımlanan makalesinde yazar, Komünist Rusya'da bir ‘resmî İslam' bir de ‘paralel İslam' olduğunu ifade ediyor. Yani, Sovyet yapımı bir kavram var karşımızda: Paralel İslam. Müsaadenizle bu kavramın ne zaman, nasıl ve ne maksatla uydurulduğuna bir göz atalım.

1917 Ekim devriminin hemen ardından (3 Aralık 1917) komünistler bir bildiri yayınlıyor. “Rusya ve Doğu'daki Emekçilere Çağrı” başlıklı bildiride Komünist rejim, Müslümanların kimliklerini tanıdığını, inanç ve geleneklerinin güvence altında olduğunu deklare ediyor. Çarlık rejiminin aksine bir tutum bu. Ne var ki yeni rejimin asıl derdinin inanç özgürlüğü olmadığı, devrim sonrası ortaya çıkacak kaosu bertaraf etmek istediği anlaşılıyor. Nitekim 1920'den sonra dinler üzerine baskılar artmış, Sovyet rejimi insanları dinden uzaklaştırabilmek için her türlü zulmü ‘halklara' reva görmüştür. 1928'den sonra Rusya'daki Müslümanlara karşı baskı dayanılmaz boyutlara ulaşmış, camiler kapatılmış, Müslümanların okulları yasaklanmış, din adamları hakkında soruşturmalar açılmış, pek çoğu gözaltına alınmış, İslam'ı topyekûn ortadan kaldırmak için devlet bütün imkânlarıyla seferber edilmiştir. Dinin baskıyla yok edilemeyeceğinin anlaşılması uzun sürmedi. İnsanlar yazılı dinî kaynaklara ulaşamıyordu ve her geçen gün daha da bilgisiz hale geliyordu; fakat gelenek ve görenek kodlarında yer edinmiş kimliğini unutmuyordu. Düğünler, sünnet merasimleri, cenazelerin defni gibi birtakım hayata dair pratikler insanların kültürel kimliğini diri tutuyordu. Bunun üzerine Moskova 1941 ve 42'de Diyanet İşleri Müftülüğü kurdu. Taşkent, Buhara, Baynas ve Ufa'da inşa edilen Diyanet, rejimin belli bir çerçevede İslam anlayışına müsaade etmesi içindi. Sovyet rejimi aleyhine konuşmayacağı düşünülen hocalar bulundu ve müftü atamaları yapıldı.

Görünen o ki, insanları dinden tamamen uzaklaştıramayan Moskova, Soğuk Savaş'ın ruhuna da uygun bir formülle kendine bir çıkış yolu arıyordu. Rus Ortodoks kiliselerini de kapatan o günkü sistem kendini Hıristiyanlık konusunda kısmen başarılı buluyordu; ama söz konusu İslamiyet olunca şartlar değişiyordu. Sebebi malum: İslam bir ruhbanlık sistemi üzerine bina edilmemişti, dinin yaşaması için kurumsal yapılar şart değildi ve İslam her aşamada halkın içindeydi. Yani, camilerini kapatsanız, imamlarını tutuklasanız bile İslam, halkın arasında yaşamaya devam ediyordu. İşte bu sosyal gerçeğe binaen rejim yeni bir strateji geliştirdi. İslam'ı resmi makamlar vasıtasıyla temsil etme, onu da hükümet politikaları doğrultusunda güdümleme...

Strateji ‘resmi İslam' üzerine kurulunca bir başka problemle karşı karşıya kaldı ‘komünist'ler: Halkın arasında İslam'a duyulan ihtiyacı sivil bir kısım inisiyatifler karşılıyordu. Halktan hiçbir beklentisi olmayan bu kişilerin çeşitli tarikatlar ile anılması ve onlara bazı suçlamalar yapılması bir itibarsızlaştırmaya yol açsa da sonuçta toplum manevî ihtiyacını hayatın tabii akışı içinde karşılamaya gayret ediyordu. İşte bu noktada ‘paralel İslam' tabirinin kullanıldığını görmekteyiz. Yani, devletin atadığı kişilerce temsil edilmeyen, devlet politikası doğrultusunda dinî telkinde bulunmayan Müslümanlara paralel deniyordu. ‘Paralel İslam'ın (gayr-ı resmî İslam'ın) tehlikeli olduğuna inanan ve herkesi de buna inandırmaya çalışan o köhne komünist zihniyet, uzun seneler hem İslam'ı hem de diğer dinleri baskı altında tuttu. Sonuç?..

Bir gün o baskıcı sistem temelden çöküverdi. Komünist rejim hak ile yeksan olunca insanların gizliden gizliye yaşadığı dinî hayat tekrar canlanıverdi. Kiliseler açıldı, camiler inşa edildi ve ‘dinsiz bir rejim'in nasıl bir hata olduğuna herkes şahitlik etti. Şimdi Rusya'da insanlar dilediği inancı seçiyor, onun gereklerini yerine getirebiliyor. Yıllar sonra net bir şekilde görülüyor ki, o resmî dayatmanın başarı sandığı görüntülerde bile aldatıcı unsurlar bulunmakta. Mesela devlet eliyle dinî makamlara getirilen kişilerin önemli bir kısmı zevahiri kurtarmak için komünist sisteme övgüler dizse bile, kalpleri hatta bazı icraatları hiç de rejimin istediği eksende olmamış...

Su, eninde sonunda aslî mecrasını buluyor ve oraya akıyor; onu çeşitli baskılarla ana yatağından koparmak insan fıtratına ters bir yolda yürümeye benziyor. Devlet eliyle din dayatması olmaz. Sivil gayretlerin samimi hizmetleri için sarf edilen ‘paralel' lafı, komünist zihniyetin bir yansımasıdır. Nasıl o gayr-ı tabii ve baskıcı rejim tükenip gitmişse bugün ya da yarın aynı mantıkla yapılmak istenen toplum mühendisliği de çökecektir. İnanmayan komünistlere sorsun...


Okullar ateşe verilirken

Çözüm sürecine zarar gelmesin diye herkes susuyor, görmezden, duymazdan geliyor; ama bir yandan da tahribat büyük oluyor. PKK, 23 okul yaktı geçen hafta. Genelkurmay'ın açıklamasına göre PKK mahkeme kurdu, insanları yargılıyor. Onca eylem devam ederken devleti temsil eden kişiler tek bir kelime bile sarf edemiyor. Tamam, çözüm süreci hatırına katlanıyorlar diyelim; o zaman başkalarına karşı neden bu kadar aşırı sert ve öteleştirici bir tavır sergileniyor? Mesela Sayın Erdoğan TÜSİAD'a gitti, hemen her kesime, en çok da oradaki hâzirûna, tehditler savurdu. Yine “paralel” dedi, “ananas”tan bahsetti, “rafine” benzetmeleri yaptı, “Gezicilik”le suçladı, bir bankayı batırmaya yönelik kriminal laflar sarf etti. Ya PKK eylemleri?.. Tık yok.

Herkesi keskin bir dil kullanarak yerden yere vururken silahlı eylem yapan bir gruba karşı gıkınız çıkmıyorsa topluma kötü bir mesaj veriliyor demektir. İnsanlar sorar: “Demokrasi içinde kalarak hak talep etmeye kulaklarınız sağır mı?” Dahası kötü bir soru da gelir akla: “Adamlardan korkunuz ne? Silahlı olmaları mı?”

49 rehineden ders çıkarmak

IŞİD tarafından esir alınan 49 kişi, çok şükür serbest bırakıldı. Böylece Türkiye derin bir nefes aldı. 101 gün boyunca endişeli bekleyiş sürmüş, Musul Konsolosumuz ve yanındaki kişilerin bir an önce serbest bırakılması için dualar edilmişti. Endişe büyüktü; çünkü IŞİD, insanların kellesini kesiyor, o vahşi ritüeli kaydediyor, sonra da sosyal paylaşım sitelerinden o acımasız görüntüleri yayıyordu. Sadece videolu infazlar değildi ürkünç olan. Geçtikleri her yerde kan döküyordu örgüt ve kendini “İslam Devleti” sayıyordu. Kendi kendine halifelik ilan eden kişilerin yeryüzünde İslam imajına ne kadar zarar verdiği aşikârdı.

Her neyse... 49 insanımızın sağ salim ülkemize dönmesi, sevindirici bir gelişme. Bu dönüş hikâyesine kim nasıl sahip çıkarsa çıksın; sevincimizi değiştirmeyecek. Şükürler olsun, burunları bile kanamadan eve döndüler. Bu saatten sonra Cumhurbaşkanı'nın “operasyonla kurtarıldı” demesinin de, Başbakan'ın “temaslar neticesinde serbest bırakıldılar” demesinin de pek önemi kalmıyor. Hatta serbest kalınmasında MİT mi daha etkin rol oynadı yoksa CIA mi, buna da çok kafa yormaya gerek yok. 49 can hepsinden önemli.

Bir de bu ülkenin geleceği! Madem, “Bir musibet bin nasihatten hayırlıdır” diye bir atasözümüz var; o bilgece söylenen söze kulak vermenin tam zamanı. Şayet 49 rehine meselesinden asıl çıkarılması gereken ders çıkarılamazsa çok daha kötü hadiseler yaşanabilir. Üzülerek belirtmeliyim ki, silahlı bir kısım örgütlerle Türkiye arasında bir bağlantı olduğuna dair kuvvetli şüpheler belirdi. El Nusra, El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin Türkiye'den kadro; hatta silah temin ettiğine dair çok ciddi suçlamalar yapıldı Türkiye'ye. Daha da öteye geçilerek IŞİD ile petrol satışından dolayı girilmiş ekonomik ilişkilerden bahsedildi. Bu ithamların hepsi de çok ağır. Dünyaca ünlü ve saygın gazetelerde yer alan bu iddialara çok sert dille tepki gösterildi; ancak o gazeteler o iddiaların arkasında durmaya devam ediyor. Bu arada Amerikan resmî makamları da bu iddiaların bir kısmına destek çıktı. Mesela ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, petrol satışları ile ilgili iddiayı teyit eden bir açıklama yaptı. Ne hikmetse Amerikan basınına gösterilen şiddetli tepki Amerikalı Bakan'dan esirgendi...

Her ne sebepten olursa olsun, elinde silah bulunan örgütlerle ilişki kurulması, onlardan bir şeyler beklenmesi yanlış; çünkü radikal örgütlerin namluyu kime ne zaman doğrultacağını kestirmek imkânsız. Üstelik konjonktürel meşruiyet peşinde koşan bu örgütler arkalarında hep enkaz bırakıyor. Mesela Afganistan işgali bitti ama Afganistan ve Pakistan'da sular bir türlü durulmuyor. IŞİD sempatizanlarının yarın Türkiye'ye ve bölgeye nasıl zarar vereceğini kestirmek mümkün değil. Keşke onca yaşanan hadiseden ders çıkarılabilse. O zaman 49 vatandaşımızın eve dönüşüne daha çok sevinme hakkımız olurdu...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums