- 30.06.2014 00:00
Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in Meclis’e taşıdığı “Cemaat’e tuzak” projesi tarihe önemli bir not düştü.
Görüldü ki, maalesef, toplumun bir bölümüne zulmedebilmek için suç icat ediliyor. Neden? Çünkü 7 aydır ‘paralel’, ‘örgüt’, ‘çete’ gibi akıl ve insaf dışı suçlamaların sadece kara propaganda olduğu ortaya çıktı. Devletin bütün imkânları hoyratça seferber edildi, en akla hayale gelmedik senaryolar yazıldı; buna rağmen yasa dışı bir şey bulunamadı. Yok çünkü. Şimdi hukuk sistemi yerle bir edilerek “altyapı hazırlamak” için seferber oluyorlar. Oysa 7 aydan sonra yapılacak hiçbir suçlamanın hukuken değeri kalmadı. Şayet bir suç olsaydı, 17 Aralık’tan beri ‘paralel’ palavrasına sığınanlar bin kere bulurdu. Bulamadılar. Neye rağmen? Yargıda hukuk dışı icraatlar yapmaya söz aldıkları kişileri “kılıcın keskin olsun” talimatıyla atamalarına rağmen.
İktidar tetikçisi medyanın çığırtkanlık içinde üzerine yumulduğu Adana’daki dava da, “7 bin kişi dinlendi” iddiası da, “böcek komplosu” da fos çıktı; zira onca baskıya rağmen hukuk sonradan uydurulmuş masallara değil, somut delillere bakıyor hâlâ. Paralel palavrasını, tahrik ettiğin fanatik kitlelere anlatabilir, onları bir yalanın peşinden sürükleyebilirsin; lâkin hukuk somut belge ve bilgiye dayanır. Somut delil olmayınca suç da olmaz.
Suç bulamayan, suç icat etmeye yeltenirse, en büyük suçu işlemiş olur. Ve maalesef bugün Türkiye’de siyasî emirler doğrultusunda suç icat etme, alenen ve kanunsuz bir şekilde yerine getiriliyor. Emniyet’te, Adliye’de, Maliye’de, Dışişleri’nde… 28 Şubat’ın, “bin yıl sürecek” coşkusu bile bu kadar kanunsuz işleme dayanmıyordu...
Fişlemenin en âlâsı yapılıyor şu an. Fişlemenin anayasal bir suç olduğunu ya bilmiyorlar ya da bir gün hesap vereceklerini akıllarına getirmiyorlar. Halbuki bir cinnet döneminde yasaları ayaklar altına alanlar, şartlar normale döndüğünde hesap vermek zorunda kalır; çünkü suç buharlaşmaz...
Belge üretme, suç oluşturma, sosyal bir grubu “terör örgütü” ilan edebilmek için “altyapı” oluşturma... Bunların hepsi sadece günah değil; aynı zamanda kriminal eylemler. Bu hukuksuzluğa ortak olan her kimse (Emniyet İstihbarat, TEM, KOM, MİT ve Adliye makamlarında) suç işliyor demektir. Bu suçu işleyenlerin “Cemaat’i bitirme planı” doğrultusunda kendilerini “Milli Görüşçü”, “Hakyolcu” gibi sıfatlarla perdelemeye kalkışması ya da istihbaratçılık oynarken kendilerini “Menzilci” diye takdim etmeleri suçu suç olmaktan çıkarmıyor. Bir gün gerçekler ortaya çıktığında kendilerini mensubuymuş gibi gösterdikleri camialar bile yapılan zulmü affetmeyecek çünkü...
Bir yandan ‘kozmik odalar’da istihbarat suçları işlenirken, diğer yandan alenen irtikap edilen başka zulümlere şahit oluyoruz. İşte belediyelerin perperişan hali. Her gün birisi ayrımcılık suçu işliyor. “Cemaat kurumları” yaftasını kullanıp çifte standart uygulamalara imza atıyorlar. Bazı vakıf ve dernekleri kendine yandaş sayıp onlara kamu hakkını peşkeş çekenlerin Ankara’dan aldıkları bir hukuksuz talimatla “Cemaat”e karşı yaptıkları zulüm bir gün mercek altına alınmayacak mı sanıyorsunuz?
Hafta içinde ekonomi yazarımız Yusuf Keleş dikkat çekici bir yazı kaleme aldı: “72 yıl sonra ‘varlık vergisi’ AKP’ye nasip oldu” diyen Keleş eski bir Maliyeci. Meselelere vâkıf. İddiasına göre Maliye Bakanlığı kendi kriter ve tecrübesini bir kenara bırakarak bir siyasî operasyonun parçası haline gelmiş ve mükelleflerini ‘cemaat fişlemelerine’ göre sıkıştırmaya kalkmış. İstihbarattan gelen fişlemelerle herhangi bir grubu hedef alıp denetim yapmak dünyanın her yerinde suçtur. Amerika’da Tea Parti mensubu kişi ve derneklerle ilgili benzer ama çok küçük çapta bir olay yaşanmıştı da kıyamet kopmuştu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibi, bugün yapılan bazı denetimlerde ‘Varlık Vergisi’ni çağrıştıran bir kriter var ise bu uygulamanın suç olduğunu bilmiyor musunuz?
Türkçe Olimpiyatları’na karşı valiliklerin ortaya koyduğu kanunsuz uygulamalara ne demeli? Olimpiyat için başvuranlara mazeret üret, sonra git aynı tesisi konserlere, parti toplantılarına teslim et. Valiler bunun ayrımcılık suçu olduğunu ve bu suçu işleyenin Anayasa’yı ihlal ettiğini bilmiyor mu? Diyanet bile! Kitap Fuarı’ndan Zaman Kitap’ı çıkarıp, kitap yayıncılığı bile yapmayan ‘yandaş gazeteler’e yer ayırmak hangi din-diyanet kuralına sığar? Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özavşar’ın itirafı ortada. Ayrımcı uygulama sorulunca, “Herhalde yaşanan süreçle alakalıdır...” diyor. Pes vallahi! Diyanet bile Ramazan gününde mü’minler hakkında ayrımcılık yapıyor ve zulme ortak oluyorsa suç işlemiş olmuyor mu?
Devlet zırhına bürünülerek ortaya konulan zulüm listesi çok ama çok uzun. Tabii ki tarih bunları kaydediyor ve bir gün teker teker sayılıp dökülecek yapılanlar. İyisi mi ta baştan hatırlatalım: Devletin bütün imkânlarını kullanarak iftira kampanyası düzenlemek, ayrımcılık yapmak, nefret dili oluşturmak suçtur ve her suçun cezası vardır. Emri kim verirse versin, nasıl bir makamdan baskı yapılırsa yapılsın hukuksuz bütün icraatlar amir-memur farkı gözetmeksizin bir gün adalet huzurunda hesap verir; çünkü hiç kimsenin suç işleme hakkı da yoktur zulmetme salahiyeti de…
Yargı-emniyet denkleminde “Cemaat” suçlamaları yapıldığında hep gürül gürül şunu söyledik: “Her kim mesleğini doğru ifa etmemiş, kanunsuz iş yapmışsa hesabını vermeli. Kim olursa olsun...” Şimdi aynı samimiyet testi iktidar destekçileri için de geçerli. Siyasî buyurganlıkla motive edilmiş emniyetçi, hâkim, savcı, istihbaratçı şayet bu ülkede hukuku askıya alıyor, görevini kötüye kullanıyorsa bunun hesabını vermeli ve bilmeli ki kanun dışı her icraatın hesabı bir gün sorulacak. Tehdit mi bu? Kesinlikle hayır! Gerçeğin ta kendisi. Kanun dışına çıkan her savcı, hâkim, emniyetçi vs. bir gün yakayı ele verecek ve o gün memurunu zorla suçuna ortak edenler görevini kötüye kullananları sahiplenmeyecek. İktidar yandaşlarının da -şayet namus ve haysiyet hâlâ bir anlam ifade ediyorsa- “kim olursan ol, kanun dışına çıkma, yoksa hesabını beraber öderiz” demesi gerekir.
Boşuna çırpınma
Yurtdışındaki Türk okullarının kapatılması için çaba sarf eden her vefasız, tarih ve toplum karşısında rezil rüsva olmaya mahkûm. Bunun lamı cimi yok! İnşa edilmesinde zerre kadar emeği olmayan siyasîler, serpilip gelişmesinde tek bir tuğlası olmayan bürokratlar, gönülleri fethetmesinde hiçbir fikir sancısı bulunmayan yazarlar! Hangi akılla, hangi vicdanla bu milletin göz nuru olan o okulların kapatılması için devlet eliyle ispiyonculuk ve gammazcılık yapmayı izah edebilirsiniz?
Bu millet size sormayacak mı: “Siz nasıl bir ‘millî politika’ güdüyorsunuz ki kendi insanınızın neredeyse çeyrek asır önce başlattığı yurtdışı okulların kapatılması için vatandaşlarınızı başka ülkelere gammazlamayı meşru görüyorsunuz?” Neymiş? Güya 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını ‘paralel’ yapmış da, o yüzden dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren o şeref madalyalarının yerlere atılması gerekiyormuş. Yazıklar olsun! Binlerce okulun bulunduğu bir ülkedeki 3-5 okulun ülkeyi ele geçireceğini iddia eden diplomatın aklından ya da matemetik bilgisinden şüphe duyulur. Ayıp ki ne ayıp!
1- Diyelim ki doğru söylüyorsunuz; yolsuzluk ve rüşveti soruşturan kişiler ‘paralel’ diye hayalen yaftaladığınız insanlardan oluşuyor; suçun şahsîliği en temel kural olduğuna göre o soruşturmayı yapan insanlara kızıp on binlerce insana zulmetmeyi hangi hukukla izah ediyorsunuz? 2- Yurtdışındaki bu okulların üstün başarıları ortadayken siz kalkıp bu çocukları potansiyel tehlike ilan edip “Bak bu çocuklar yarın bir gün sizin başınıza bela olabilir!” kehanetinde bulunma ve bir paranoya üzerinden muhbirlik yapma hakkını kendinizde nasıl bulabiliyorsunuz?
Hiç çırpınıp durmayın boşuna. Hele üslup çok sert diye topu alakasız bir bölgeye atmaya hiç gerek yok. Yazdığınız gazeteler ve konuştuğunuz TV’lere bakın yalan ve iftiranın nasıl bir canavara dönüştüğünü, mesai arkadaşlarınıza söyleyin; ancak ondan sonra bir kerecik yalana tenezzül etmemiş, hakarete maruz kalmasına rağmen o seviyesizliğe inmemiş insanlara üslup hatırlatması yapabilirsiniz...
Her neyse... Tarihî hakikat şudur: Anadolu insanının binbir çile ve ıstırapla açtığı yurtdışı okullarını ‘yabancı ülkelere’ gammazlamanın aklî, mantıkî, vicdanî bir açıklaması yok. Olamaz da. Bu korkunç hatanın bedelini tarih huzurunda ödeyeceğiniz, pişman olup özür dileyeceğiniz âna kadar masum Anadolu halkının elleri hep yakanızda olacak.
Dertleri gazetecilik değil ki
Arsızların/yüzsüzlerin mesleği haline getirildi gazetecilik. Her gün yalan söyleme yarışına girenler, iftira kampanyasına Ramazan ayında bile ara vermeden devam ediyor. Sabahtan akşama yalan uyduranların yeni şafağı bir türlü göremeyip kendini star sanması kadar trajikomik bir durum olamaz. Yalan, mü’min sıfatı değil ki, yalan makinesine dönüşmenin bir onuru olsun.
Misal olsun diye zikredeyim sadece birini: Akşam diye bir evrak-ı perişan, her gün yalan haber yapıyor, üstelik yalanı ortaya çıkmasına rağmen kamuoyundan özür dilemiyor. İşte en açık örneği: Zaman Gazetesi’ne 10 Nisan günü korkunç bir iftirada bulundular. “Şerefiniz, onurunuz varsa ya ispat et yahut özür dile” diye çağrıda bulunduk. Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan o günden beri tek bir kelime söyleyemedi. Hani şeref, hani onur, hani haysiyet?
Aynı gazeteyi 21 Nisan günü Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç en ağır dille yalanladı. Ne bir tashih, ne bir tavzih, ne bir tekzip... Paralel haber cinnetiyle yanıp kavrulan aynı gazete bu hafta TSK hakkında karalayıcı bir neşriyat yaptı. Yok bilmem ne kadar “paralelci” paşa varmış TSK’da. Başkomutan sıfatıyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den şamar gibi cevap geldi “sorumsuzluk” ile itham edildiler. TSK da bir bildiri yayınlayarak gazeteyi tekzip etti. Bu kaçıncı yalan bu kaçıncı yalanlama...
Utanırlar mı? Sanmam. Onların derdi gerçeği aramak değil; tetikçilik yaparak siyaset mühendisliğinde kölelik rolünü yerine getirmek. YAŞ yaklaşıyor diye bunların eline kim bu palavraları tutuşturuyorsa ona bakmak lazım. Palavra ile paçavra arasındaki sıkı bağ o zaman anlaşılır…
Yorum Yap