- 5.05.2014 00:00
Aylardır ‘paralel yapı’ adıyla piyasaya sürülen yalan, Türkiye’nin ufkunu kapattı. İktidar meftunu medyanın umrunda mı? Maalesef hayır.
Türkiye’yi anlamsız bir ‘iç düşman’ girdabına mahpus ettikleri yetmezmiş gibi, yurtdışında da rezil rüsva ediyorlar. Delilsiz, ispatsız lafları ısrarla gündemde tutuyorlar. Beyhude bir çaba. Çünkü yok böyle bir şey. Bugün ‘var’ diye yeri göğü inletenler yarın başkaları tarafından benzer bir suçlama ile karşı karşıya gelecek. Bilemiyorum onlara paralel mi denecek o gün; yoksa üçgen mi, kare mi, dikdörtgen mi? Geometrik örgüt isimlerinin gerekçesi başka bir yazı konusu. Bugün başka bir konuyu mercek altına almalıyız ki istikbali daha sağlıklı tartışalım. Öncelikle bilmek lazım ki devlet zırhına bürünerek suç uydurmak isteyenler için işin en kolay kısmı tesmiyedir. Gerisi için can atan güvenlik bürokratlarını, ruhunu Mefisto’ya satmış medya mensuplarını bulmak çok da zor değil bu ülkede...
Tam da ‘Eski Türkiye’ dediğimiz buydu. İnsanlar ‘gerici, yobaz, irticacı’ gibi suçlamalarla baskı altında tutulur, ‘ülkeyi ele geçirmek’ gibi her tarafa çekilebilecek laflarla soruşturmalar açılırdı. İşte tâ o günlere geri döndü bu ülke; üstelik bu sefer hukuk daha feci şekilde ayaklar altında. Tam bir fiyasko! İslamî hayat tarzı ile demokrasinin bir yeni sentez oluşturacağına dair örnek ülke olmak söz konusu iken dünyadan koparılmış bir ülke olmaya doğru sürükleniyor Türkiye! Üzülmemek elde mi?
Aylardır yapılan kara propaganda somut bir gerçeğe dayanmayınca yalan uydurmaktan; hatta suç icat etmekten ve o mesnetsiz suçlama için evrak üretmekten başka çare kalmamış olsa gerek ki, “Eski Türkiye”nin kirli metotlarına başvuruluyor. İşte en çarpıcı misali: Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili, adamın biri Adapazarı’ndan suç duyurusunda bulunmuş. Bir bakıyorsunuz savcılık soruşturma başlatmış. Olacak şey mi bu! Şikâyetçi kişi, Başbakan Erdoğan, Meclis Başkanı ve daha pek çok tanınan sima ile ilgili de benzer şeyler yapmış. Adamın sabıkası kabarık; Başbakan’a ‘deli’ demekten devlet adamlarına ‘satılık, hain’ demeye kadar her lafı tüketmiş. Peki böyle birinin başvurusu Gülen için soruşturma sebebi sayılıyor ama aynı işlem Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek için işletilmiyor? ‘Dokunulmazlık’ konusu değil bu; algı operasyonu ve adalet erozyonu.
Ya asılsız ihbarlarla açılmaya çalışılan davalar? Anayasa Mahkemesi Başkanı geçenlerde feryat ediyordu bu kalleş ihbar mektuplarından. Haklı. Bu, en ilkel devlet despotizminin en hunhar metodudur! Bu ülkede sisli puslu bir hava oluşur oluşmaz muhbirler çıkar ortaya. Hele bir de yetkililer, “Elinizdeki bilgiyi bizlerle paylaşın.” gibi bir mesaj verir ve insanları muhbir olmaya davet ederse!
Görünen o ki, maalesef, yakın tarihimizde pek çok örneğini gördüğümüz devlet zırhına bürünmüş zulüm metotlarının tamamı raflardan indirildi, buzluktan çıkarıldı. Gazete kupürleriyle dava başlatmak, algı operasyonu yapmak, insanlar üzerinde baskı kurmak hakla, hukukla, adaletle izah edilemez. Vatandaşların vergileriyle ülkeyi adil bir şekilde yönetmeye mecbur olanlar bütün sorumluluklarını bir kenara bırakarak ayrımcılık yapmakta, nefret söylemine başvurmakta, halkı kutuplaştırmakta, yandaşını devlet çatısı altında tutarken ‘karşıt’ gördüğü herkese zulüm etmekte.
Sayın Başbakan (tekraren) ne diyordu geçenlerde: “Paralel yapı ile ilgili altyapı çalışması sürüyor. Sabahtan akşama olmuyor, altyapısını hazırlıyoruz.” Hiç kimse kusura bakmasın, bu, resmen bir itiraftır. Suç bulamadık, suçlu bulamadık; ama altyapısını hazırlıyoruz manasına gelen bu yaklaşım, bir hukuk skandalıdır. Zira suç yoksa, suçlu bulunamamışsa; nasıl oluyor da insanlar hakkında topyekün en ağır hükümler verilebiliyor? Haklarında yolsuzluk, rüşvet, kara para gibi en ağır suçlamalar yöneltilen ve somut bilgi ve belgeli mahkeme zabıtlarına yansımış kişiler söz konusu olduğunda “beraat-i zimmet esastır” diyenler, aylardır devletin bütün güvenlik birimlerince araştırılmış ama somut bir suçlama yapılamamış kişileri/grupları suçlu ilan edebilir?
İşte en çarpıcı iki örnek:
1. Suriye ile ilgili o malum gizli toplantı dışarıya sızmıştı. Bu gazete o gün, “Dinleyen de, sızdıran da, savaş mizanseni yapan da hesap versin” diye manşet attı. Başbakan ne yaptı? Daha olay duyulur duyulmaz meydanlardan ‘Cemaat’i suçlu ilan etti. Birkaç gün önce diyor ki; “Bulamadık!”. Madem öyle; neden suçlu ilan etmiştiniz; yazık değil mi, ayıp değil mi, günah değil mi?
2. Günlerdir TİB ile ilgili bir iddia dolaşıyor medyada. İsmini açıklamayan bir kişi TİB’de yapılan gizli toplantıyı, o toplantıdaki yetkililerin konuşmalarını ayrıntısıyla naklederek buradan geçmişe dair suç üretileceğini ve belli insanların üzerine yıkılarak iftira dolu bir algı operasyonu yapılacağını söylüyor. Ve söyledikleri bir bir çıkıyor. Bu nasıl pervasızlıktır ki adalet rafa vahşice kaldırılıyor ve suç icat ediliyor? Hiç düşünmüyorlar mı ki hukuk dışı her icraatın hesabı bir gün mutlaka hukuk tarafından sorulur…
Çıkış yolu belli: Türkiye, daha önceki despotik ve hukuk dışı uygulamaların üstesinden nasıl geldiyse, bu köhne baskı araçlarıyla inşa edilmek istenen anti-demokratik teşebbüsün de üstesinden gelecek. Yeter ki her bir fert, vergi ödemenin insana bahşettiği bilinçle, eşit vatandaş olmanın şuuruyla, kendi demokratik haklarını bilsin ve bunu sonuna kadar müdafaa edebilsin. Bu tavır ortaya konulduğunda bu ülke devlet zırhına bürünmüş haksızlığın yargısız infazlarına boyun eğmeyecek ve geleceğe güvenle yürüyecek.
Kimseyi inandıramazsınız!
1941’de kurulan ve 1980’den bu yana dünyada basın özgürlüğü raporları yayımlayan Freedom House bu seneki raporunda Türkiye’yi basın konusunda ‘yarı özgür’ statüsünden aldı, ‘özgür olmayan ülkeler’ kategorisine attı. Şimdi kıyameti koparıyor bazıları. Boşuna! MİT ile ilgili belge yayınlayana 12 yıl hapis cezası getireceksiniz, havuzlar oluşturup 100 milyon dolarlar atarak oraya ortak olanlara kamu ihalesi vaat edeceksiniz, üstelik o ihaleleri kamu garantisi ile (yani vatandaşın parasıyla) kollayacaksınız, ‘Alo Fatih’ hatları kuracaksınız, eski bir milletvekiline tetikçi ve müfteri gazeteler teslim edeceksiniz, medya patronlarına fırça atıp ağlatacaksınız, yüzlerce gazeteciyi işten attıracaksınız, meydanlardan “Bu gazeteleri almayacaksınız!” diye talimatlar yağdıracak, insanları korkutmaya tevessül edeceksiniz... Sonra da “Türkiye’de medya istediğini yazıyor...” diyeceksiniz.
Youtube aylardır yasak. Dünyanın hangi ülkesine benziyoruz dersiniz? AYM olmasaydı, “Twitter’ın kökü kazınacak”tı. Bunca hukuk dışı ve baskıcı işi yapacaksın ve bunlar dünyanın dikkatini çekmeyecek. Mümkün mü? Türkiye’nin düşürüldüğü -sadece medya konusunda değil- durum yürekler acısı maalesef. İstediğin kadar “Türkiye’de medya özgür” diye bağır; kim inanır ki?..
Cinnetin resmini yapabilir misin Abidin?
Aylardır ‘paralel’ diye bir teraneye başvurup her gün yeni bir şey uydurursanız, sonunda şirazeniz büsbütün kayar, şakulünüz tepetaklak olur. Yandaş medyanın düştüğü vahim durum da budur. Beğenmedikleri herkese ‘paralel’ diyorlar, 28 Şubat’ın çöplüklerinden eski dosyaları hortlatıp habercilik(!) yapıyorlar, vaktiyle ‘Ergenekoncu’ diye ilan ettikleri kişilerden Hizmet aleyhine iki çift kelam almak için havada on takla atıyorlar, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere AK Parti’ye en galiz küfürleri savuranları bile baş tacı edip, “Hadi bize Cemaat aleyhine bir şey söyle!” diyerek ezilip büzülüyorlar… Korku üretip, tecessüs havası oluşturmak için soykırım üslubunu tercih ediyorlar. Günün sonunda soruyorsunuz: “Peki ne var ortada somut?” Hiçbir şey! Üç adım geride bir evde çıkan çelik kasalar, trilyonlarca paralar, ayakkabı kutularına saklı milyon dolarlar, hediye edilen paha biçilmez saatler…. Söz o noktaya gelince tık yok.
Geçenlerde televizyonda denk geldim. O sırada CHP lideri ile ilgili savcının biri skandal bir karar vermiş ve Kılıçdaroğlu’nu ifadeye çağırmış. Kıyametler kopuyor. Bu arada bir gazeteciye bu konuyu sordular. Adam hemencecik demez mi, “Kimin sızdırdığına bakmak lazım.” Nutkum tutuldu. Neyse ki programı yapan hanımefendi gerçeği biliyordu: “Efendim sızma değil; ifade çağrısı savcılıktan CHP Genel Merkezi’ne gönderilmiş.” Utanmak da bir erdem değil mi Allah aşkına? Ne gezer! Yandaş medya hemen atağa geçti dört bir koldan ve “savcı paralel” dediler. Oysa Savcı Mehmet Demir, 17 Aralık soruşturmasında iktidar yanlısı kanallara çıkmış, coşkun AK Parti taraftarı görüntüsü vermişti. Hatta meslektaşlarını “başsavcıya haber vermemek” gibi tuhaf bir ithamla yerden yere vurmuştu. Neyse ki Radikal’den İsmail Saymaz, Kemal Kılıçdaroğlu için yaptığı skandal çağrı için başsavcıya bilgi verip vermediğini sormuş. Savcı Demir’e göre “Gerek yokmuş.” Nasıl olacak şimdi? Bahsi geçen savcıya ‘paralel’ diyenler nasıl manevra yapacak? 17 Aralık için “başsavcıdan izin almaksızın” söyleminin kurucusu, CHP lideri söz konusu olduğunda kendi koyduğu kuralı ayaklar altına almış; yandaş nasıl bir tevil yolu bulacak? Zor işler! İlk düğme yanlış iliklenince; hatta ceketin yerine pantolon, pantolonun yerine yelek giyilince ortaya böyle tuhaf bir manzara çıkıyor işte.
Sadece yargı değil ki. Evrensel gerçeklerin yanında kim dursa yandaş, onu da ‘paralel’ diye yaftalıyorlar. AB yetkililerinden neredeyse tamamına bu komik yakıştırma yapıldı. En son Almanya Cumhurbaşkanı’na ‘Almanya imamı’ dediler. Nazım Hikmet “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” demişti. Keşke Abidin Dino hayatta olsaydı da biz de ona, “Cinnetin resmini yapabilir misin?” diye sorabilseydik. Eminim “Cinnet her an karşımızda hoplayıp zıplıyor; bundan kolay ne var diyecekti.” Hakkaten de öyle!
Yorum Yap