Zikirmatikli analar gözü yaşlı babalar

  • 21.04.2014 00:00

 Onca gürültü patırtının arkasından aklımızda kalan sadece fettan çarpıtmalar ve dessas iftiralar değil. Hatta devam eden bu çapsız haberciliği külliyen görmezden gelmek, hesabı öbür âleme havale etmek tarafındayım. Benzerine rastlanmayacak derecede saldırgan ve şımarıklık üzerine kurulu o sırıtkan yayıncılığa etik kurallardan bahsetmenin faydası da yok zaten. Karamsarlığa gerek yok; tarih boyunca kibrin sonu neyse, tekebbürün akıbeti neyse, kizbin neticesi neyse, kezzabın encamı neyse bugün de o olacak ve saldırgan üslup bir gün gürül gürül yıkılacak…

Aslında geleceğe yönelik umut vaat eden ışık dolu tablolara bakmak gerekiyor. Şimdilik bir nüve gibi duran bazı tavırlar, geleceğe umutla bakmamız için önemli bir işarette bulunuyor. Mesela en tabii haklarını müdafaa eden; bunu yaparken evrensel hukukun kendisine tanıdığı sınırları nezaket ve nezahetiyle kullanan kişilerin varlığı, hukuksuzluk cenderesine sıkıştırılmak istenen Türkiye için yeni bir umuttur. “Allah devletimize zeval vermesin” diye gece gündüz dua eden sade Anadolu insanı, haksızlığa usulünce itiraz ediyor, devlet gücünün yanlı/yanlış kullanımına karşı çıkıyorsa Türkiye’deki kötü gidişat elbette sona erecektir.

    İşte hafızalardan asla çıkmayacak bir tablo: Milli Eğitim, darbe dönemlerinde bile sergilenmeyen bir hoyratlık içinde bir eğitim kurumuna müfettiş baskını yaptığında karşısında Sivaslı bir anneyi buldu. Devletin müfettişine “Nasıl olur da sen 14 yaşındaki çocuğumu sorgu odasına alırsın, ona siyaset sorarsın?” diye feryat ediyordu o anne. Belli ki elindeki zikirmatikle gelmişti müfettişlerin karşısına. Duasına, evradına, ezkârına ara vermiş, devlet imkânlarının hukuksuz kullanımına dur diyordu. Başındaki örtüsüyle, konuşmasındaki aksanıyla Anadolu’nun analarla dolu olduğunu; baskıcı hiçbir uygulamaya boyun eğmeyeceğini haykırıyordu bu tablo.

    Sadece Sivas’ta yaşansaydı, bu manzaraya ‘tekil bir hadise’ deyip geçilebilirdi. Öyle olmadı. Devlet zırhına bürünmüş zulüm her nerede icra edilse anaların yeri göğü inleten feryadı duyuldu. Sadece “Hizmet okulları” diye yaftalanan kurumlarda yaşanmadı bu ölçülü ve asil duruş. Bir okulun bütün velileri “Siz ne hakla çocuklarımıza ‘Atatürk’ü mü yoksa Erdoğan’ı mı seviyorsun?’ şeklinde bir soru yöneltirsiniz?” diyerek isyan etti adeta.

    Gaziantep’te bir başka anne yine çıkıverdi müfettişlerin karşısına. Tıpkı diğer şehirlerde olduğu gibi teftiş heyeti pılıyı pırtıyı toplayıp okulu terk etmek zorunda kalmıştı. Görünen o ki annedeki nezaket dolu hak arama, müfettişleri de mahcup etmişti. Öyle sanıyorum ki bütün müfettişler, yapılan işin hukuka aykırı olduğunu biliyor, üzülüyordu; ancak despotça yapılan uygulamaya engel olacak gücü kendilerinde bulamıyordu. Antepli anne, kapıya yönelen müfettişe öyle hukukî sorular yöneltiyordu ki o çetin suallere müfettiş beylerin cevap vermesi imkânsızdı. Aslında müfettişler değil, Ankara’nın göbeğinden o saçma emri verenler, darbecilerin baskıcı ruhunu hortlatanlar utanmalıydı.

    Konu sadece eğitim yuvalarına yapılan baskınlar ve o hukuksuzluk karşısında ortaya konulan  demokratik sivil ve hukukî tepkilerle sınırlı değil. Yeni bir durumla karşı karşıyayız. Ülkeyi emaneten yönetenler, insanları meydanlarda suçluyor, yargılıyor; hatta mahkûm ediyor. Tabii hepsi kafada(n). Hukukî hiçbir dayanağı da yok, kuvvetler ayrılığı ilkesine uyan yanı da. Yukarıdan hedef göstermeler olur da tetikçiler boş durur mu? Hemen “suç belgesi” üretmek amacıyla haberler yapılıyor. O kupürler bir savcı için ihbar kabul ediliyor, davalar açılıyor, gözaltılar yapılıyor, gözaltına alınan kişilerin itibarı ayaklar altına alınıyor. Tam dört dörtlük bir zulüm!

    Ve karşımızda yine bir Anadolu insanı. Gazete kupürleriyle tutuklanan bir polis şefinin annesi, “Ben oğluma haram lokma yedirmedim!” derken can u gönülden dua ettiği devletin bir zulüm aracına dönüşmesine isyan ediyor. Gözyaşıyla isyan. Ve bir baba çıkıyor karşımıza. Başındaki takkesi, sade giyimi ve sünnet sakalıyla. Anadolu insanının nuraniliğe bürünmüş bir “baba”sı ile karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Tayyip Erdoğan’a vaktiyle çok dua ettiğini; ancak oğluna yapılan haksızlık ve zulmün kendisini dağidâr ettiğini anlatıyor. Yüreğiniz burkuluyor, gözleriniz yaşarıyor.

    Ne var ki Başbakan 6 gün sonra serbest bırakılan 6 polis için hükmünü çoktan vermiş. Nerdeyse “idam edin!” diyecek. Oysa hukuk öyle keyfî kanaatlerle işlemiyor. İşleyemez de! Zulüm olur. Serbest bırakan hâkime en ağır hakaretler ediliyor, hatta yaftalamalar yapılıyor, tehditler savruluyor. Adalet böyle mi tahakkuk edecek?

    Türkiye, “demokrasi mi, diktatorya mı?” sorusuna hukuk üzerinden cevap arıyor. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Twitter başta olmak üzere verdiği özgürlükçü karar karşısında iktidar ve yandaşlarının takındığı tavır ürpertici bir manzarayı çıkarıyor karşımıza. AYM Başkanı Haşim Kılıç adeta linç ediliyor. Daha düne kadar verdiği kararlar nedeniyle AYM’yi yere göğe sığdıramayanlar, ağza alınmadık laflar sarf ediyor; tıpkı daha önce başkalarına yapıldığı gibi...

    Gerçek şu ki Türkiye yeni bir dönüm noktasında. Verilecek hukuk mücadelesi bu ülkenin gireceği yörüngeyi belirleyecek. Şımarık ve kibirli yaklaşımlar amacına ulaşırsa Türkiye’de adaletin ikame edilmesi çok zor artık. Esbap planında iki umut verici gelişme var. Biri AYM gibi kurumların hâlâ ayakta kalma çabası ve asaleti; diğeri zikirmatikli anaların, gözü yaşlı babaların hak arama iradesi. Bu bile yetiyor umutlanmak için; çünkü o analar/babalar milletin tâ kendisidir ve o hak arama şuur ve erdemi bu milletin çıkış yoludur…

Bu kadar da arsız olunmaz ki!

Aylardır Fethullah Gülen Hocaefendi’ye hakaret ediyor birileri. Utanmadan, arlanmadan, edepsizce yapıyorlar. Yalanın, iftiranın, hakaretin haddi hesabı yok. Bile bile yalan yazıyorlar. Böyle seviyesiz bir saldırıya maruz kalan bir kişi ne yapabilir? Elbette hukuka başvurur, tekzip, tavzih, tashih hakkını kullanır. Ne var ki “havuz”un yüzsüzleri kanunun size verdiği hakların kullanılmasına da karşı. Görünen o ki kanun nizam tanımıyor, hakarete devam ediyorlar. Hal böyle olunca Hocaefendi’nin avukatları dava açıyor. En tabii, hukukî ve demokratik hakkını kullanıyor. Bu edepsizlerin seviyesine inemeyeceğini ve bunlar da bu çapsızlığa devam edeceğine göre dava açmaktan başka çare var mı?

    Ağzından çıkanı kulağı duymayanlar, haklarında dava açılınca birden erdemli bir insan pozuna girerek sızlanmaya başlıyor. Bilmem kaç tane dava açılmış da, o davalar nedeniyle mağdur olmuşlar da falan filan. E kardeşim madem dava açılmasını istemiyorsun, meramını dürüstlük içinde ifade etseydin, gazetecilik sınırları içinde kalsaydın, aslı faslı olmayan yalanları sakız gibi çiğnemeseydin. Gazetecilik mesleğinin en temel ilkelerini ayaklar altına alıp hakaret savurmayı, iftira kampanyası yapmayı biliyorsun da; mağdur insanların hukuk yoluyla hak arayacaklarını bilmiyor musun? Hem söveceksin hem dava açılmasın diye vızırdayacaksın; var mı böyle bir adaletsizlik?

    Ettiği hakareti unutup dibe çakılanlar, sanki kendileri mağdurmuş gibi sızlanıyor şimdi. Üstelik Hocaefendi ile kendi fotoğraflarını yan yana basarak “dava adamı” diye başlık atıyorlar. Utanın biraz utanın! Hocaefendi gerçekten bir dava adamıdır. Siz daha ananızın karnına düşmemişken Hocaefendi dava çilesi çekmişti; hâlâ da çekmektedir. Sizin dava edilmeniz sizi dava adamı yapmaz. Çile tarihi şahittir ki dava adamları ile heva adamları arasındaki fark, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki mesafe kadardır...

    Hem unutmayın burada açılan davanın tarihe not düşmekten öte büyük bir önemi yok. Aslolan öbür tarafta açılacak davadır; zira orada yalanı, gıybeti, iftirayı, hakareti vs. mazur gösterecek ve saygısızlığı/sevgisizliği kapatacak bir mazeret bulamayacaksınız ve kendinize yazık etmiş olacaksınız…

İftira var özür yok

Tam 11 gün önce (10 Nisan) Akşam Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ocaktan’a şöyle bir çağrıda bulunmuştum: “Ey Akşam Gazetesi! Bu kadar yalan ve iftirayı uydurduğuna göre sende ne şeref kalmış ne ahlak. Mehmet Ocaktan, adamsan çık özür dile! Zerre kadar onurun varsa bugün Zaman’a yaptığınız iftirayı kabul et. Suçüstü yakalandınız çünkü…” Hiçbir ses seda gelmeyince tekrar çağrı yapmış, yazı da yazmıştım; lâkin her gün iftira dolu haberlerle yayın hayatına devam eden Akşam’dan tık yok. Üstelik Ergenekon sanıklarına yaslanarak iftiraları peş peşe sıralamaya devam ediyorlar. “İspatla; yoksa...” şeklinde sorduğumuz somut sorulara hâlâ cevap veremiyorlar. Bu nasıl yayıncılık, bu nasıl “şeref ve onur” yoksunluğu! Utanmadan hâlâ görevine devam ediyor ve her gün yeni bir yalanla gazetecilik yaptığınızı sanıyorsunuz. Yazıklar olsun!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums