2002’den Bugüne AK Parti…

  • 15.07.2015 00:00

 Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başbakan Davutoğlu'na hükümeti kurma görevini vermesiyle koalisyon görüşmeleri de başlamış oldu. İlk turlar nabız yoklama ve nezaket ziyaretleri çerçevesinde geçecek olsa da koalisyon hükümetinin hangi partiler arasında kurulacağına ilişkin ipuçlarını da bize göstermiş olacak. Bu aşamada mevcut muhalefet partilerinin 7 Haziran'dan bu yana AK Parti olmadan bir hükümet kurulamayacağını ve şayet böyle uzlaşmasız bir tavırla devam ederlerse gelecek seçimler de iktidar olabilecek partinin AK Parti diye bir parti olmaması halinde bile AK Parti'nin içinden çıkacağını anlamış olmaları da seçimden sonraki son bir aylık periyotta azımsanacak bir gelişme değil.

Kamuoyunda koalisyon ihtimalleri enine boyuna analizler yapılarak değerlendirilirken çok önemli birkaç nüansı kaçırdığımızı düşünüyorum. Bu da AK Parti'nin 2002 yılında nasıl iktidara geldiği ve 2002'den 2015 yılına dek Türkiye'nin nasıl bir dönüşüm yaşadığıyla alakalı bir konu. Bugün koalisyon görüşmeleri yapılırken dönemsel olarak performanslara bakmak muhalefet partileri için yeterli olsa da AK Parti'nin dönemsel ve anlık performansından ziyade 2002'yi ve sonrasını anlamak için yeterli değil. Onun için AK Parti'nin 2002 yılında tek başına iktidara nasıl geldiğini ve daha sonrasında 13 sene boyunca iktidarını nasıl koruduğunu iyice tartışmamız gerekiyor.

Ben şahsen AK Parti'nin 2002 yılında iktidara gelişini Milli Görüş çizgisinden ayrılmasıyla ya da Erdoğan'ın belediye başkanlığındaki performansıyla olduğunu düşünenlerden değilim. Bunların etkisi elbette ki olmuştur lakin ana faktör olarak bunları görmüyorum. Çünkü 2002 yılında Milli Görüş'ün hala bir partisinin olması ve belediye başkanlığının da daha çok teknik bir pozisyon olması bize büyük resmi gösteren bir şey değil. Lakin tüm bu gelişmeleri “yeni bir siyaset” adı altında topladığımız da sonuca gideceğimizi düşünüyorum. AK Parti'nin 2002 yılında iktidara gelmesindeki temel sebep “yeni” olmasıydı. Halkın 1980'li yıllardan bu yana artık alışagelmiş bir kadüklükle yönetilen ve hep aynı söylemleri kullanan partilerden sıkılması ve “yeni” olanı denemesi AK Parti'yi büyük bir oy oranıyla tek başına iktidara taşıdı. Yeni olanı halkın kabul etmesi aslında halkın da toplumsal bir değişimi kendinden başlayarak ülke siyasetine dökmeye başlaması anlamını taşıyordu. Bu toplumsal değişme bir nevi artık karargahlardan ve medya plazalarından iktidar belirleyenlerin değil, bu iki vesayetçi kurumların ötekileştirdiği kişilerin iktidara gelmesi manasını da bize işaret ediyordu.

AK Parti iktidarı 2002 yılında tek başına aldığında daha 1 senelik çok yeni bir partiydi. Evet kadroları daha önce ülke siyasetinin çok önemli kademelerinde bulunmuş olsa da parti olarak düşünüldüğünde ve özellikle “yeni siyaset” söyleminin tohumlarının daha filizlenmediğini de göz önüne alırsak halk açısından riskli bir karardı. Onun için AK Parti'nin almış olduğu %34'lük oy oranı bir kemik oy oranını göstermiyordu. Erken seçime giden koalisyon hükümetinden bıkmış olan ve ekonomik krizi boğazına kadar hisseden halk daha önce denenmemişi denemek üzerine tercihini kullandı. Bundan sonra ise mesele AK Parti'nin bu denenmemişi denemeye ve toplumsal dönüşümü kendinden başlayarak dönüştürmeye hazır olan halkın dinamiğine uyacak politikalar geliştirmesinde saklıydı. Bu oy oranı ancak AK Parti'nin halkın taleplerine ilişkin göstermiş olduğu icraatlarla korunabilir ya da artabilirdi.

AK Parti tam da bunu yaptı. Öncelikle ekonomik krizi bitirmedik adına gerçekleştirmiş olduğu yaptırımlarla halkın rahat bir nefes almasını sağladı ve ekonomik icraatlarla Türkiye'de orta sınıfın üst ve alt sınıf arasındaki uçurumunu dengeledi. Bununla birlikte iktidara geldikten sonra Kürtlerin tek talebi olan OHAL'i 15 gün sonra kaldırdı. Sosyal ve ekonomik olarak gelişmeyi halka rağmen değil, halkla birlikte yapması AK Parti'yi 2007 yılına kadar taşıdı.

Tabi bu noktada vesayet odakları AK Parti'yi sırf dindar bir taban ve yönetim kadrolarına sahip olduğu için “gerici” yaftalamalarıyla bir yıpratma politikasına girdi. AK Parti kendisine oy veren kesimin değişim talebine uymak için elinden gelen her türlü uygulamayı sahaya dökse de bir taraftan da statükocu güçlerle uğraşmak zorunda kaldı. Özellikle bürokrasi mekanizması Kemalist zihniyete sahip olduğundan AK Parti 2007 yılına kadar bu bürokratik zinciri kırmak adına demokrasi talebinden vazgeçmedi. Bugün de hala bu odakların bozuk plak gibi tekrarladığı darbeye kalkışmış olan paralel yapıyla AK Parti'nin o dönem “işbirliği” içinde olması bir nevi bürokratik vesayeti yıkmak adınaydı. Şunu unutmamak gerekir ki burası İsviçre değildi. Erdoğan'ın da ifade ettiği gibi “ne istedilerse verdik” argümanı o Kemalist zihniyeti yıkmak adına bürokratik kadrolar daha sonrasında darbeye kalkmışmış olan bu paralel yapı mensuplarıyla sivilleştirme yoluna gidildi. Çünkü o dönem de hatırlamak gerekir ki bu paralel yapı mensuplarından başka düzenli bir hareket yoktu. Lakin her ne kadar da geç de görülse ve görülmesi bana göre çok hayırlı bir şey olan bu paralel yapının yeni bir vesayet odağı olması ve hükümeti cebir, tehdit ve manevi şiddetle indirmeye kalkışması yeni bir statüko düzeninin de oluşmasını sağladı. Öyle ki bu noktada demokrasi ve sivilleşme talebinden vazgeçmeyen AK Parti'ydi, demokrasi ve sivilleşmeyi prim elde etmek için kullanan da paralel yapı oldu.

2007 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde yaşananlar ve Genelkurmay'ın e-muhtırası Cumhuriyet Mitingleri'yle beraber vesayet odaklarının ve askeri zihniyetin hala Türkiye'de söz sahibi olması isteğiydi. Abdullah Gül'ün eşinin başörtüsü bahane edilerek hükümeti yıkma çalışmaları ve meydanlarda istenen “darbe” talebine AK Parti hep demokrasi için de kalarak cevap verdi. Demokrasiden sapmadı ve Türkiye toplumunun mesajını hep iyi okudu. 2009'da açılan parti kapatma davası bu sefer askeri zihniyetin yargıda temsil edilmesiyle gün yüzüne çıktı. AK Parti buna da demokrasi çerçevesinden yanıt verdi ve iktidarda olmasına rağmen hiçbir illegal yola girmedi. Ardından da hem 2007'deki genel seçimlerde hem de 2009'daki yerel seçimlerde AK Parti'nin ezici çoğunlukla seçimleri kazanması halkın vesayet odaklarına karşılık demokrasiyi savunmasıydı. AK Parti'nin de bu doğrultudan yola çıkarak demokrasiden vazgeçmemesi ve ne yaparsa yapsın demokrasi dahilinde yapması halkla birlikte AK Parti'yi daha da uzun yıllar iktidarda tutacağını gösteren bir resimdi.

2011 yılına gelindiğinde askeri vesayet odağı artık yerini bürokratik vesayet odağına bıraktığının sinyallerini veriyordu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması ardından Batı'nın Türkiye şubelerinin Türkiye'nin Suriye politikasından rahatsızlığı Türkiye'deki illegal odakları hareket haline geçirmişti. 2011 yılında kazanılan yine ezici bir seçim üstünlüğü iki sene sonra seçilmiş hükümeti Gezi Olayları'yla düşürmek isteyenlere destek niteliğinde olan ve hemen bir sene sonrasında bürokratik vesayet odağı paralel yapının hükümeti demokrasi dışı yollardan devirmeye çalışması AK Parti'ye yapılan tezgahların adeta devamı niteliğindeydi. AK Parti tüm tezgahlara karşı 2014 yılında kazanılan yerel seçimlerde cevabı sandıkta vermiş olsa da hala bu vesayet odakları uyuyan hücre halinde yerlerinde duruyor. Askeri vesayetin en azından zihniyet olarak bitmesi ve kendini başka bir versiyonla bürokrasiye aktarması ve bununla birlikte tüm demokrasi dışı yollar atanmışların seçilmişlere karşı üstünlük kurmasından başka bir şey değildi. Lakin AK Parti 13 senelik iktidarında başarılarının yanında başarısızlıkları da olsa hiçbir zaman demokrasi dışı yolları tercih etmedi ve belki de sırf bu tercihleri yüzünden demokrasi dışı yollar halkla birlikte gereken cevabı kayıtsız şartsız doğruyu söyleyen sandıkta aldılar.

AK Parti'nin 13 senede yaşadığı zorluklar ve bu zorlukları nasıl aştığının özetinin özeti böyle olsa da AK Parti'nin tüm bunların yanında yapmış olduğu birçok reform hareketi mevcut. Çözüm Süreci'nin 2009'dan bu yana toplumsallaşması ve artık barışın ülkedeki çoğunluk tarafından istenmesi, kadınların Erbakan'la başlayıp AK Parti döneminde devam eden toplumsal hayatta görünür olması, gençliğin daha fazla sorgulayıp ve daha net taleplerinin olması, ekonomide rekabetin artması ve insanların bireysel yeteneklerinin farkına vararak özel sektörde kendine istihdam sağlaması, Türkiye'de yaşayan tüm etnik grupların birbirini tanıması ve temas etmesi, yapay kültürden doğal kültüre geçilmesi, halkın tüketim gücünün teknolojiyle birlikte üst seviyelere çıkması, dinsel kültür ve figürlerin toplumsal hayata kavuşması, AK Parti'nin temsil ettiği mağdurların kitlesel tabanının artık Türkiye'de eşit statüye gelmesi azımsanmayacak ve epey bir alt başlıklara ayrılacak önemli kazanımlardır.

Peki tüm bunlar yeterli midir? Tabi ki değildir. Türkiye ve AK Parti 2002'den bu yana anladı ki toplumsal dönüşümün dinamiği dindarlar ve Kürtler. Bu iki sınıf Türkiye'yi hem değiştiriyor, hem de bu değişime ayak uydurmayı başarıyor. Bu iki sınıfın temsil ettiği belirli bir ilkeler manzumesi ve kendi tabanına yönelik talepleri olsa da asıl bu dönüşümü sağlamalarındaki temel etken dindarların ve Kürtlerin öncelikle kendi güncellemelerini sağlaması ardından da kendine benzemeyenleri demokrasi ve insan hakları temelinde kapsamasında gizli. AK Parti'de her ne kadar muhafazakar bir tabana sahip olsa da bu taban dışında azımsanmayacak bir oy oranını da kendisinin hayat tarzına sahip olmayanlardan alarak 13 sene boyunca tek başına iktidarını korumayı başardı. Tüm bu gelişmeler bize gösteriyor ki AK Parti'nin kitleselliği ve kendi gibi olmayanlarla demokratik bir düzlemde konuşması en büyük kazanımlarından biri olarak göze çarpıyor.

Öyle ki AK Parti'ye “gerici” yaftası yapıştıranlar bile Alevi Sorunu'nun çözümü için AK Parti'den bir şeyler bekliyor. Bu bir noktada artık AK Parti'nin Türkiye'deki tek Türkiye partisi olduğunun da en büyük kanıtı. AK Parti kendi tabanına benzemeyenlerle de oturup konuştuğu için ve icraatlarıyla da bu konuşmalarının hakkını verdiği için son zamanlar da en büyük trend haline gelen Türkiye partisi kavramının da tek sahibi olmuş durumda.

Hala Türkiye'de devam eden Alevi Sorunu, CHP Eğitim Sistemi'nin geçerli olması, sivil bir anayasaya sahip olamamamız göze çarpan büyük sorunlar olsa da bu noktadan sonra AK Parti ve AK Parti'nin tabanı olan muhafazakar çevre zamanında kendisini yok etmeye çalışan zihniyetin dilini kullanmadan ve “içimize Kemalist Devlet kaçmış” argümanına sığınmadan bu problemleri halledebilecek güce de sahip. Bundan sonra mesele bu gücü kullanma da saklı. Değişim isteğinden yorulmak bilmeyen halkın da tek talebi bu toplumsal dönüşümün devam etmesi olduğu da bir gerçek.

AK Parti 13 senede o kadar iyi işler yaptı ki Türkiye'de yaşayan birçok kişi 2002'deki Türkiye'yi hatırlamıyor. Bu bir nevi güzel bir şey olsa da başka bir açıdan 13 sene gibi kısa bir zamanda yapılan büyük ve köklü değişimleri de unutmamamız gerektiğinin en büyük göstergesi. Şimdi kurulacak olan koalisyon hükümeti kalıcı mı yoksa erken seçim için mi olacak tartışmalarına girmeden AK Parti'nin Türkiye'de tek Türkiye partisi olduğunu unutmadan ve bu yaşadığı zorlukları nasıl aştığını da göz ardı etmeden güncellenerek, arınarak ve halkın taleplerini iyi okuyarak yoluna devam etmesi şart. Bu yaşanılan siyasi iklimdeki hükümet krizi AK Parti'nin Meclis'teki diğer üç partiye benzememesi ve en az onlardan 50 yıl ileride olmasında saklı. O nedenle AK Parti hangi koalisyon hükümetini kurarsa kursun kendi özgünlüğünden asla ama asla eser vermemelidir. Bu özgünlük AK Parti'nin kurucu genel başkanı olan Erdoğan'ın getirmiş olduğu yeni bir siyasetin ve bu siyasetin gereği olan halkla beraber icraat üretmenin yegane eseridir. Çizgilerin hangi renk olacağı önemli olmasa da artık yazın modası haline gelen kırmızı çizginin sadece bu özgünlüğün korunması adına olması bile koalisyon görüşmeleri için yeter de artar.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • FATMA  ÖZTÜRK
    FATMA ÖZTÜRK
    30.01.2013 14:48

    Sayen de dunyanın bazı ülkelerini turluyoruz,yazinizda en çok hoşuma giden Avusturalyadaki faklı etnik gurupların bir arada eğlenip kutlama yapması,inşallah bize de nasıp olur böyle kutlamalar bizim ülkemize ve insanımiza örnek teşkil eder.Güzel bir konuya değinmişsiniz kendimize eğlenmeyi ve tatili çok göruyoruz.İnanılmasi güç milliyetçilerın ve sağcıların ülkeyi bölmek istemesi, çok şükür bunuda görduk.Başarılarınızın devamı dıleğıyle deyıp yeni dıyarlara göturmeniz umuduyla hoşça kalın.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums