- 13.10.2011 00:00
Soru: Sevgili Sivilay Abla, geçen haftalarda yazdığın enfes emlak yazıları üzerine sana danışmaya karar verdim. Zaten ruh ve sivil hastalıkları uzmanısın. Barınma da sivil bir konu ve eviniz bazen sinirlerinizi bozabiliyor. Efendim, ben Kuzguncuk sırtlarında Boğaz gören küçük bir evde oturuyordum. Yokuştu, park yeriydi derken sattık savuşturduk, bankaya da borçlandık ve bir rezidansın otuz yedinci katından daire satın aldık. Havuzu var, fitness salonu var dedik manzaramızdan feragat edip, senin deyiminle “Pazar sabahı 130 km. hızla giden otomobil ile köprüye on beş dakika” mesafede olan sitemize taşındık.
Allah sizi inandırsın sekiz ayda üç kez havuza, iki kez fitness salonuna gittim. İşten eve döndüğümde kravatımı bile çözesim gelmiyor. Karım da ben de daha önce hiç olmadığı kadar eve iş getirmeye başladık. Şen yuvamızı kasvet sardı. Acaba bize nazar mı değdi yoksa yüksek rakım mı çarptı? Bize yardım edin, yuvamızı kurtarın. (Efecan Baturlu)
Cevap: Sevgili Efecan oğlum, senin derdine çare bulabilmek için haftasonumu o hill senin bu konak benim gezerek geçirdim. Sorunu yerinde tesbit ettim.
Öncelikle çok iyi bilmemiz ve hiç aklımızdan çıkarmamız gereken bir gerçek var: Üzerimizde bir hayalet dolaşıyor. O hayalet şeytani bir akıla sahip neo-kapitalizmin hayaletidir. (Ne o neo? demeyin. Bu aralar çok moda bir sıfat. Ancak sadece kötü olduğuna inandığınız kelimelerin önünde kullanabiliyorsunuz. O kelimenin içerdiği kötülüğe çarpan etkisi yapıyor.)
Başta İstanbul olmak üzere, rezidanslar ve ‘hill’ler etrafımızda yükseliyor, ev ile işyeri arasındaki fark giderek ortadan kalkıyor. Aynı güvenlik kapısı, bina girişinde sizi karşılayan benzer üniformalı güvenlik görevlisi, kart okutarak açılan kapılar, asansörler, bir oteli andıran koridorlardan geçilip ulaşılan evler. Evlerin içinde ofis mobilyası düzlüğünde, soluk renkli, minimalist mobilyalar. Balık kızartmaya, karalâhana pişirmeye imkân vermeyen açık mutfaklar. Dışarıyla bağlantıyı kestiği için evde olağanüstü sessizlik sağlayan son derece gelişmiş vasistaslı pencereler. (Aslında bu şartlarda intihar ihtimalinin yüksek olacağını düşünürsek en isabetlisi bu...) Zaten pencere açmaya gerek bırakmayacak düzeyde maharetli merkezî havalandırma sistemi. Tercihe göre jaluzi ya da stor perde. Cumartesi günü bile güneşin cazibedar, davetkâr ışınlarını eve sokmayan, sürekli bir Polonya sineması içinde yaşıyor hissi veren renkli film kaplı camlar.
Düşün şimdi. Böyle evde yaşayan bir uzman, bir yönetici asistanı ya da bir genel müdür; sabahın köründe sıcak yuvasını bırakıp steril plazasına gitmeyi yadırgamaz. İşten eve döndüğünde ofis ortamından uzaklaşmış olmaz. Gece saat on olmuş, on bir olmuş farketmez. Çalışmaya ara vermez, bu durumu da yadırgamaz. Çalışmasını bölecek kimse de yoktur. Kapıda kimlik bırakıp ziyaretçi kartı alma düşüncesi birinci dereceden yakınları bile iter, çok nadir misafir gelir. En kötüsü de böyle bir hayat için KOBİ olmaya yetecek sermaye kadar para dökülür.
Rezidans hayatının paragrafı bile beni yazarken bunalttı. Şöyle bir balkon kapısını ardına kadar açasım var. Tam kapanmayan pencerenin aralığından rüzgâr ıslık çalsın, üst komşudan kapı kapanma sesi gelsin. Daha evden çıkarken döndüğümde evin önünde park yeri bulabilecek miyim heyecanı ruhumu sarsın. Bu kış çok kar yağar yollar kapanırsa buz tutmuş yokuşları zor inip çıkarız. Evde mahsur kalacağımızın resmidir. Evde mahsur kalmak tembelliğin en haklı mazeretli halidir.
Evladım, evin altındaki havuza gidilmez mi hiç. Plates de var mı sizde plates?
-
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Anabilim Dalı Başkanı, Ruh ve Sivil
Hastalıkları Mütehassısı
sivilayabla@gmail.com
Yorum Yap