- 2.07.2012 00:00
Geçen gün bizim ex korsan taksici Ecevit abinin içinden sıkı bir uluslararası ilişkiler uzmanın çıktığına şahit oldum.
Sanırım çok garipsememek gerekecek bundan böyle bu tür vakaları.
Çünkü korsan taksilere verilen para cezası adamın bir aylık kazancına denk gelecek şekilde arttırılıp, üstüne bir de iki ay trafikten men cezası kitlenince hepsi kontak kapatıp kahvede kendilerine yeni meşgaleler aramaya başladı (Mecburi parantez: Hâlbuki mahallenin abilerindendir korsan taksici, güven endeksinde zirvededir, gecenin kaçı olursa olsun ararsın, gelip misafirini istediği yere götürür. Kimse çıkıp, “ama yasadışı” filan demesin. Sorarım o zaman İstanbul trafiğinde yasa dışı olmayan bir şey var mı? İstanbul trafiği yasa dışıdır.)
Evet, arabamızla tünelden geçer misali mecburi parantezimize girip çıktığımıza göre şimdi mevzua dönebiliriz.
Yazıya oturmadan önce öğlen saatlerinde Ecevit abinin arabasında, “Soran olursa arkadaşımsın ha” kontenjanından eve gidiyordum ki yalan yok, gerçekten de arkadaşıyım. O esnada radyo haberlerindeki Genelkurmay açıklaması vesilesiyle mevzu, düşen uçağa bağlandı.
Ecevit abi baktı ki bizim Genelkurmay hâlâ senin karasuların–benim karasularım polemiğiyaparak aylık düzenli Wall Street Journal yalanlamalarına bir yenisini ekliyor, patladı…
“Komşum benim bahçenin duvarından bir adım içeri atsa, üstelik elinde hiçbir silahı da olmasa… Ben de duvardan tüfeği kapıp ‘dur’ bile demeden tetiğe asılıp onu indirsem… Sonra çıkıp, bana ne bahçeme girdi, diyip yırtabilir miyim bu işten? Bizimkiler tutturmuş bir karasuları muhabbeti. Yahu kardeşim senin uçağını vurdular, iki pilotun ortada yok, karasuları diye didişip bunu niye unutturuyorsun? Sanki uçağa taciz ateşi yapıldı... Senin uçağın düştü uçağın!”
Doğru söze ne denir? Bir şey denmez, dinlenir. Ben de dinlemeye devam ettim.
“Yok illa karasularım diye tutturacaksan da koyarsın ortaya kanıtlarını, herkes muma döner. Durmadan aynı şeyi söyleyip ortaya kanıtını koymazsan lafının ağırlığı kalmaz, haklıysan bile haksız duruma düşersin. Madem uçak uluslararası hava sahasında düşürüldü, çıkarsın medyanın önünde elinde ne kayıt varsa açıklarsın. Yok eğer elinde söylediğini kanıtlayan bir şey yoksa o zaman en baştan kanıtlayamayacağın bir konu üzerinden politika yapmazsın zaten. Bunu nasıl düşünemez bu adamlar, insanın havsalası almıyor valla!”
Ecevit abi “çık çık çık” efektiyle biten sözlerinde Türkiye karasularından Suriye karasularına kadar haklıydı ama unuttuğu bir şey vardı.
Memleketi yönetenler içerde bir kriz olduğunda o krizi kafalarına göre yönetmeye, ortaya kanıtlarını koyarak bir açıklama yapmamaya, işlerine gelmeyen bir soruşturmayı savsaklamaya, hatta yalan söylemeye öyle alıştılar ki herhalde işler dışarıda da böyle yürür sanıyorlar (bkz: Uludere vakası)
Ancak yürümüyor tabii.
Ayrıca dünyanın gündemi öyle memleketinki gibi hemen itinayla değiştirilemiyor. Kürtaj, sezaryen, Çamlıca’ya dev camii kıvamında çıkışlara dünya ülkeleri çok da tın deyip geçiyor ve yaşanan krizle ilgili fikri takip yapmaya, araştırmaya, sorgulamaya devam ediyorlar.
Böylece memleketi yönetenlerle beraber hep birlikte perişan oluyoruz.
Neticede memleket “çık çık çık” efektinden geçilmez halde, kendi aramızda yaşayıp gidiyoruz.
KCK: “SAĞLIKSIZ” DAVA BAŞLIYOR
İstanbul’daki KCK davası pazartesi günü (yani sizin için bugün) Silivri’de başlıyor. Aralarında çok sayıda gazeteci ve akademisyenin de bulunduğu bu davanın sanıklarından biri de Profesör Dr. Büşra Ersanlı.
Dünya hukuk literatürüne yaptığımız mümtaz katkılardan biri olarak anılacak iddianameye göre Büşra Ersanlı’nın işlediği en ağır “suç”, üyesi olduğu yasal parti BDP’nin siyaset akademisinde akademisyen kimliğiyle verdiği dersler. Bunlar da öyle “beş seansta molotof kokteyli hazırlama sanatı” misali dersler değil, siyaset bilimi üzerine dersler elbette.
Umudum tuhaf deliller ile içeri atılan Ersanlı ve diğer sanıkların ilk duruşmada tahliye olmaları.
Tabii bir de yurdun dört bir yanında açılmış KCK davaları var ki, toplamda kaç kişinin tutuklu olduğu hususunda bile sağlıklı bilgi yok.
Resmî veriler iki bin kişi diyor, BDP’ye göre yaklaşık yedi bin kişi tutuklu. İnsandan söz ettiğimizi hatırlarsak bunun istatistik bir bilgideki tutarsızlıktan öte bir “sağlıksızlık” hali olduğu sanırım anlaşılır.
Zaten KCK davaları özü itibarıyla sağlıksız davalar. Eğer barışa yürümek ve “sağlıklı” nesiller yetiştirmek istiyorsak bir an evvel bu davalarla helalleşmek zorundayız.
oraldem@gmail.com
Yorum Yap