- 31.03.2012 00:00
“Her Türk hür doğar, hür yaşar...”
Ajda Pekkan şarkısı değil ve “kime ne kime ne...” diye de devam etmiyor; 1924 Anayasası’nın 68. maddesi böyle diyen.
Her Türk hür doğuyor, hür yaşıyor; Türk olmayanların o zamandan bu zamana nasıl doğup nasıl yaşadığını artık biliyoruz zaten, yani mesele yok.
Bir sonraki maddesi daha da güzel başlıyor aynı anayasanın: “Türkler kanun karşısında eşittirler...”
Nereden çıktı şimdi bu 24 Anayasası diyenler vardır.
Valla kütüphanemi toplarken, talebelik devrinden kalma neşriyat arasından çıktı, hepsi bu.
24- 61- 82 anayasalarını, üçü birarada şeklinde aynı kitapta toplamışlar o zamanlar.
Hani Anayasa Hukuku dersi için elimizin altında bulunsun, birinin falanca maddesiyle ötekinin filanca maddesini karşılaştırıp memleketin anayasa yapma serüveninin izini sürebilelim hesabı.
Biz de talebe güruhu olarak öyle yapardık zaten.
61’in özgürlük anlayışı şöyleyken 24’ünki böyledir, efendime söyleyeyim 82’nin başlangıç ilkeleri ise şöyle böyledir... kıvamında sınav kâğıtlarını doldurur dururduk.
O zaman bilmezdik ki bu üç anayasa da aslında aynı anayasadır, ortada karşılaştıracak bir husus yoktur.
Üçünün de ortak özelliği, halkın iradesini değil devletin iradesini yansıtmaları; afili ifadeyle devletin ideolojik aygıtının hukuki belgesi olmalarıdır.
Aslında memleketin anayasacılık tarihinde bunlar haricinde bir de halk tarafından yapılan 1921 Anayasası vardır.
Ancak maalesef kendisi Külkedisi misali üvey evlat muamelesi görmüştür.
Misal ben uzatmalarla birlikte toplam altı sene hukuk tahsil etmeme rağmen bu anayasa ile doğru dürüst tanışma fırsatını hiç bulamadım.
ABD Yüksek Mahkemesi’nin, Fransız anayasa yargısının bir ton kararıyla bile teşrik-i mesai yaptım ancak 1921 Anayasası için sadece “kısa bir süre yürürlükte kalmıştır” misali mahcup ifadeler dışında bir şey duymadım.
Her neyse kıymetli Vaziyet okuru, geçenlerde Kenan Evren’in “hop dedik beyler! İki dakka delikanlı olun bakalım. Kimi yargılıyorsunuz siz, ben kurucu iradeyim” demesinin de içimde yarattığı coşkuyla, 12 Eylül’ün vahşi fakülte senelerinde bütün öğretilmeyenlere inat anayasa hukuku derslerine yeniden başladım.
Kendi çapımda çalışmaktayım, yakında bu çalışmanın ürünü olan ortaya karışık meyve tabağını burada yapacağımız açılışta ikram etmeye başlayacağım.
Tekrar ciddi olursak eğer, anayasa denen metni bilmek, özellikle ruhunu kavramak günlük politikayı doğru yorumlamak için çok mühim.
Misal, Ankara’daki 4+4+4 protestolarında öğretmenleri sopalamak suretiyle ortaya çıkan tabloyu düşünelim.
Nedir o tablonun özeti: Darbeyi yargılayan memlekette adeta darbeyi yaşamak.
Ankara’da yaşanan bu tabloya ilişkin gazete köşelerinden “ifade özgürlüğü”, “seyahat özgürlüğü”,“toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü” gibi her biri anayasa kaynaklı insan hakları dersleri eksik olmuyor.
Doğru gibi görünüyor bu dersler ama fena halde yanlış aslında...
Çünkü o haklar 82 Anayasası’nda sadece madde olarak sıralanmıştır.
Devlet için esas bağlayıcı olan anayasanın başlangıç kısmında çizilen çerçeve, yani ruhtur.
O çerçeve ise “Hiçbir faaliyet Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği...” diye başlayıp gider.
Rejimin, yani cumhuriyetin ana ilkelerini tarif eden bu tanım karşısında demokrasinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Bu nedenle 30 senedir 82 Anayasası ile yaşarken, bir vukuat olduğunda köşelerden yakınmanın, temel haklara ilişkin diskur çekmenin, Voltaire ustayı anarak “size katılmıyorum fakat protesto hakkınız için ölmeye hazırım” kıvamında demokrasi kahramanlığı yapmanın da âlemi yoktur.
Yaparsanız, Ankara Valiliği de çıkar polisin yaptıklarını “Çağdaş güvenlik mühendisliğinin emsalsiz bir örneği” diye tanımlar, apışır kalırsınız.
Yerden göğe kadar haklıdır Ankara Valiliği.
Çünkü aslında 1982 Anayasası’nın kendisi, “Çağdaş güvenlik mühendisliğinin emsalsiz bir örneğidir”ve bu anayasanın bugüne kadar yapılmış daha şahane bir tanımı yoktur.
Yorum Yap