Yusuf Kuşu misali annem

  • 19.07.2012 00:00

 Bir yıl geçti aradan. D-100 üzerinde bir hastaneye kaldırılmıştı, koma halinde. Uçaktan iner inmez hastaneye koştum, ancak o çoktan bilincini yitirmişti. Bir yıldan bu yana, aynı yaşlarda bir kadının hastalandığını duyduğumda onu bir kez daha yitirecekmişim gibi bir duyguya kapılıyorum. Ya da tersi oluyor: Demek ki hiç yitirmeyeceğim artık, annem benliğimde başka bir şekilde kanat çırpmaya devam ediyor. Tabii yarım kaldı cümlelerimiz ve ben onun için gönlümden geçen her şeyi yaptığımı söyleyemem.

Annenin yaşlı ve düşkün halini görmek böyle bir şeymiş; elinizden geleni yapmaya ne kadar zorlansanız da ona hep borçlu kalıyorsunuz.

Sonsuzca sürecek bir düzen gibi görünürdü sunduğu çünkü, o denli muhkem ve ışıltılı. Annenin hastalığıyla birlikte evinin renkleri solmaya başladığında, ilk kez bu dünyada bir şeylerin hızla değişmeye, çürümeye, tükenmeye mahkûm olduğu gerçeği çarpıyor yüzünüze. Perdelerin rengi ne kadar yıkanırsa yıkansın soluk, eşyalar taşıma su ile dönmeyen değirmen misali anlaşılmaz bir dağınıklık içinde ve yetiştiğiniz ev gitgide bir bebek evine dönüşüyor.

O ise bu nedenle mahcup olarak açıklamalar üretmeye çalışıyor. Hiçbir şeyi yerli yerinde bulamayarak geçmişe karışan bir sofrayı donatmaya çabalıyor, döke saça. Bu öylesine bir oyun işte, kimse de aksi türlüsünü düşünmeye hazır değil. Günün birinde gerçek sanki birdenbire çarpıyor yüzüme: Hiçbir şey daha iyiye gitmeyecek. Fakat ancak iyiye gidebileceği düşüncesine tutunarak ayrılabiliyorsunuz, hasta annenizin yanından.

Pişmanlıkları kurcaladığınızda, dipsiz bir kuyuya düşmeye başlıyorsunuz. Sürdürdüğünüz hayat, onun dilediği hayat değil, onun sürdürdüğü hayat da size cazip gelmedi hiç. O yönelimlerime her zaman muhalefet etti. Çoğu anne gibi evli barklı bir memur hayatı yaşayayım, hafta sonlarında birlikte bir yerlere gidelim, bunu bekledi.

Hep kendi sakin, fırtınalara kapalı dünyasına çekmeye çalıştı beni, dört duvarının arasına; ben de kapalı alanlara duyduğum tepkiyle daha bir uzağına kaçtım.

Çünkü ikimize de görünmeyen bir duvar hâlâ yükseliyor arada, benim on bir yaşında yatılı okula gittiğim sırada örülmeye başlanmış bir duvar. Yatılı okula gitmeyi kendim istemedim mi, istedim. Yine de okulda özellikle ilk üç yıl yaşadığım her zorlukta, “burada olmamam gerekirdi” düşüncesinin muhatap aldığı ilk sorumlu annem oldu. O beni yollamayabilirdi, o bütün bu olanları tahmin edebilmeliydi...

Sonraları, herhalde duygularını bastırmaya mecbur hissetti kendini, diye düşünmeye başladım. Çok daha sonra ise şöyle düşündüm: 16 yaşında evlendirilerek sokak oyunundan koparıldığını anlatırdı hep. Erken yaşta evliliği nedeniyle kendini yarım kalmış bir masala kapatmış bir kadın o, etrafında olup biten her şeye işte o yarım kalmış masalı/oyunu açısından müdahale ediyor, ucu çocuğuna dokunacak da olsa... Ben de bir kez evden çıkmıştım ya, bir daha tamamen geri dönmedim hiç.

O ise terör olaylarını veya gittiğim bütün yerlere özgü bir “boşuboşuna”lığı öne sürerek, hep yanında alıkoymaya çalıştı beni, üniversite, iş; belirli hatlar dışında nereye gideceksem itiraz bildirmeyi sürdürdü. Bir Yusuf Kuşu Masalı kadınıydı, yıllardır denizliklere konan bütün kuşlarda, serçelerde ve kumrularda, duvarda asılı Hülya Yazıcı imzalı turna tablosunda, giderek martılarda bile Yusuf Peygamber’i bedeninde saklayan kuşu görüyor, onunla aynı masalı geliştirmeye çalışıyordu.

Yanlış olan neyse, bu saatten sonra ne o ne de ben düzeltebiliriz; yaşlanmak işte böyle bir şeymiş ve birlikte öğreniyoruz. O kimselere el sürdürtmediği camdan biblolarla oyunlar kuruyor, Williams’ın Sırça Kümes’inin kahramanı Laura misali. Oyununa yeteri kadar katılmadığım için de gönlümde açılan bir yara hep sızlamaya devam edecek.

Solcu bir arkadaşım bu sızının dünyayı kurtarma kaygısıyla aile ocağından uzağa düşen bütün kadınlarda bulunduğunu gözlemlediğini söyledi. “Dünyanın bütün halkları”nın, “tevhidi bilince sahip bütün Müslümanların” birleşmesine ramak kalmışken annenin, ailenin yanında olmak bencillik gibi gelirdi.

Onun da içinde, bastırılmaya mecbur olmuş bir eylemci vardı, anlatmıştım bu köşedeki bir yazımda. Bastırdığı bütün eylemlere ömrünün son demlerinde sahip çıktı ve dış kapıyı aralık bulduğunda, katılması gereken bir eylemi hatırlamaya zorlanarak kendini sokağa atmaya çalıştı. Şu var ki artık bedeni ruhunu taşımaya yetmez olmuştu, apaçık bir şekilde. Gözlerine çöken kendi kendine yetememenin acısı, çorabını giydirmeye, ellerini sabunlu bezle, ıslak mendille temizlemeye çalışan evladı karşısında katlanılmaz bir utanca dönüşüyor. Aynada gördüğü o yaşlı ve çılgın bakışlı kadın kim, kim bu evde dolaşan ağır aksak yürüyüşlü yabancı? Fırsat bulur bulmaz küçük kız yürüyüşüyle kendini apartman koridoruna atıyor çıplak ayaklarla ve merdivenlerden inmeye yelteniyor: Yıllar öncesinden seslenen yarıda bırakılmış oyuna katılacak.

Kapıları ve giderek pencereleri de sıkı sıkıya kapatılan evde ona kalan yine çocukluğunun masalı: Gözlerimin önüne işte öyle geliyor annem Suna, pencere önünde kendisine masal anlatan annesinin sesiyle, Yusuf Kuşu’na seslenmeye devam ediyor: Yusuf, gel süt iç. Yusuf...

cihanaktas1@gmail.com

twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums