Taşınıp düşünürken…

  • 16.07.2012 00:00

 Bir evde uzun yıllar yaşamamak için bahaneye bakıyorum sanki. Yine taşındım ve başka türlü bir taşınma anlamına gelen Ramazan ayının hemen öncesinde bir toparlanma ve yeniden yerleşme, evden eve taşınmaya bunca yatkın oluşum üzerine yeni baştan düşünmeye sevketti beni, her aşamasında.


Sık ev değiştirenler bilir: Toplayıp paketlemekten daha zor olan, yeni evde eskisinin düzenine dönük bir arayışa düşmek, nafile yere de olsa. Anlamsızca uzatılmış bir perde duvar ya da şaşkın bir kolon yüzünden kütüphane dolapları birbirinden kopmak zorunda kalıyor. Sevilip sakınılmış eşya yerine uymadığı için ortalıkta gezinmeye başlıyor. Evin içinde yaşayacak insanı hesaba katmaktansa işin kolayına kaçarak hükmünü sürdürmeye çalışan planın düzenine uymadığınızda başınızı bir yerlere çarpıyorsunuz; orada meğerse bir gömme dolap varmış. Ya da ayağınız anlamsız ve tehlikeli bir yükselti yüzünden takılıyor, boşalttığınız evin koridorunda yürüdüğünüzü sanırken.

Uydurup yakıştırmaya dönük bir çekiştirme de sürüyor. Rasim Özdenören taşınma hazırlığında kolaylık dilemek üzere gönderdiği mesajında yazmıştı: İki taşınma bir yangına bedel. Kitap sayfalarının ortalıkta dolaşmasına engel olamazsınız, perdelerin uzun ya da kısa gelmesi mukadderdir. Binlerce kitabınız varsa da yeni bir tasnifle bir kısmını elemek zorunda kalırsınız. Gerçi evi kitap birikmesine açık olanlar için bir bakıma elzemdir taşınmak diye düşünürüm. Kütüphane silkelenirken tozlarından, fazlalıklarından ve tekrarlarından arınabilir.

Knut Hamsun'un büyük şehirlerin boğucu havasından sıkılarak Sonbahar Yıldızları Altında gezinmeye çıkan nevrasteniden mustarip kahramanının yanında bir valiz dolusu olsun kitap bulunmaması gerekirdi. Öte taraftan yazmak, metinlerle çoğalmak, aynı zamanda eşya düzeyinde mülksüzleşmek arzusuyla birlikte yürümez mi çoğu zaman... Erbain’in önsözünde İsmet Özel’in,“Yaşayabilseydim yazar mıydım hiç” şeklindeki sorusu bana retoriksel gelir. Bazı insanlar yazabilmek adına “yaşamak” denilen her neyse işte onunla ilgili heves ve arzulara bir mesafe koyarlar. Örnek çilekeş olma amacıyla da değil, kendiliğinden, tabiatları icabı...

Yazma çilesi, özsel yazarın içinden koptuğunda özlediği şey, seçiliyor pekâlâ. Çilenin maksadı aştığında, bir yerden bir yere taşınmanın yolunu aramanın da zamanı gelmiş oluyor. Şöyle bir silkinme hamlesi; vakfe.

Hz. Muhammed (sav.) hayatı yaşamayı bir melek değil insan gibi üstlenen kişiydi, aşırı ibadet ediyor diye sahabe Ebu Derda’yı eleştirdi, yeryüzünde bir ağacın gölgesinde dinlenip de geçip gidecek olan bir yolcu gibi yaşadığını da vurguladı.

Kim o kadar hafif ve “azade” olabilir ki... Bazen çocuklar, bazen de raflarına yapışma istidadı içinde kitaplar, Jean-Luc Nancy’nin yerinde benzetmesiyle “Patates misali” kök salıp yayılmaya zorluyor yazar milletini.

Gelelim kitap kolileriyle defalarca taşınma sınavından geçmiş olmama bakmadan, toparlanma aşamasını kitap kolileri zaviyesinden ağırdan alarak geçirdiğim son evimden taşınmamın görünür sebebine...  İşin içinde geceyarılarını bulan komşu şamataları var güya. Doğum günü, evlilik yıldönümü, gurbetten gelen akraba toplantıları teraslardan bahçelerden taşacak şekilde birbirini izlerken, artık taşınma zamanı geldi, diyordum. Adını bilmediğim pop şarkıcılarına bazen bir Türk şarkıcının sesi de karışıyordu. Ahmet Kaya “Vay aman” diyordu bazen, “Kuzu kuzu” diye yükseliyordu Tarkan’ın sesi. Guguş, buğulu sesiyle bölünmüş zamanları bütünlemeye çağırıyordu.

Bir de siyah dostu bir şarkıcı vardı: Rıza Sadıkî...

“Siyah aşk rengi demek, cana yakın gözlerinin rengi gibi/ Siyah aşk rengi demek, kalbinin kasvetli göğü gibi...” diye uzayıp gidiyor şarkısı. Siyah renksizliği ifade eden bir ton, ancak Sadıkî siyahı bütün renkleri içine çeken bir cazibe merkezi sayıyor; belki de öyle. Geceyarılarını geçen teras sefalarında Sadıkî’nin şarkısı ayyuka çıkan bir şamatayı dengeliyor sanki. Eğlenmek zorunda sesi şarkıya karışan, çünkü aslında hüzünden boğuluyor. Gidip kapısını çaldığımda kendinden utanarak bin kez özür dilese de değişen bir şey olmayacağını bilmiyor değilim. O “siyah” misali, hüznüne hiç zora koşmayan, yokuşa sürmeyen açıklamalar kazandıran şarkılarla bulunduğu yerde bir taşınma gerçekleştirmeyi umuyor.

Ben de herhalde komşu pencerenin gece yarısı şamatasını bahane ediyorum, taşınma zamanı gelmişti, geçiyordu, sebep arıyordum. 

Bir insan taşınmayı, göçmeyi kendi istemiyorsa, aklı hep geride bir hayata mahkûm oluyor. Katliam, zulüm, baskı, her zamanki kadar hicret sebebi. “Kimileri Naf nehri üzerinden Bangladeş’e kaçmaya çalışıyor, kimisi de kaçarken öldürülüyor.” Myanmar devleti nüfusu bir milyonu bulan Arakan Müslümanlarını –etnik unsurdan saymadığı için- sürgüne göndermeye, mülteci kamplarına yerleştirmeye hazırlanıyor.

Belki de bir evde kök salamamamın sebebi kendimi gerekli bulduğum ölçüde mülteci ruhlu göremiyor oluşum. Ola ki hâlâ aynı gençlik tasası içinde yol almaya devam ediyorum, evsiz barksızlara, bir adresten yoksun bırakılanlara, çadırlarda konteyner kentlerde yaşayanlara duyduğum borçluluk duygusunun zorladığı bir silkinme için, evden eve taşınmaya fazla anlam yüklüyorum. 

cihanaktas1@gmail.com

twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums