- 2.07.2012 00:00
Düşürülen jete rağmen Türkiye’nin Suriye krizini yolda aşma çabası, takdire şayan. Keşke Irak’ta yaşanan göz önündeyken, NATO işbirliği üzerinden oluşturulan bir Suriye stratejisinin böylesine bir müşkül noktaya çekilebileceği erkenden öngörülmüş olsaydı.
Devrime “zorlanan” ülkede neticede muhalifleri yazgısıyla başbaşa bıraktı destekçiler. “Barışa” dönük geçiş hükümeti, apar toparlığından kaynaklanan bütün sorunlarına karşılık akan kanların durması açısından olumlu bir adım.
Independent’da yayımlanan özel haberde Robert Fisk, Batı’ya petrol akışını Rusya’ya bağlı kalmadan güvence altına alma endişesinin, Esad’a zaman kazandırabileceğini belirtiyordu. Ne yazık ki “stratejik derinlik” vizyonuna rağmen, sınır komşusu bağlamında stratejik hesap gözetmemiş olan Türkiye, bu tür hesapların kolladığı bir Suriye denklemine mecbur edilmiş görünüyor. Sorunun ölümleri durduracak bir adımla çözümlenmesinden yana olduğum için gelinen noktayı önemsiyorum, ki önümüz de Ramazan. Bir sürü hesap adına karıştırılan ülkede inşallah yeni katliamlar gerçekleşmez.
Devrimcilik, bir devrime zorla sahip olmak değildir. Devrim, “yıkıcı bir sıçramadır”. (Victor Kiernan) Daha nereye karar sürecekti Suriye yıkımı? Herkes hayalindeki devrim için Suriye gerçeğini kendince yontup biçmeye koyuldu. Tek tek ve kitlesel ölümler tabiileşirken, devrim sıçraması bir türlü gerçekleşmedi sınır komşumuzda.
Suriye büyük “kurban”ların kabristanı bir ülke. Emevi Camii’nde Hazreti Yahya ve Hazret-i Hüseyin, sanki hâlâ can vermekteler. Şam’da Ali Şeriati’yle Hazret-i Zeynep, Hama’da Ömer bin Abdülaziz, ziyaretçiler için birer çekim merkezi. Nizar Kabbani’nin “Kırmızı… Kırmızı… Kırmızı…” başlıklı şiirinde bir yasak işareti olan “kırmızı”, asırlardır kalabalıklaşan büyük geçiş yollarının rengi.
****
Aslında oturmuş Türk dış politikasının “komşu”su sadece ve öncelikle Yunanistan’dı. “Komşu” denildiğinde kastedilenin mutlaka Yunanistan olduğu bilgisi de kanıksanmıştı medya tarafından.
Hiçbir zaman uyumlu bir komşu değildi Suriye, belki komşu olamayacak kadar yakın sayıldığı için. Çok iyi tanıdığımızı sandığımız, bizden saydığımız için de üzerinde uzun uzadıya düşünme gereğini duymadığımız Suriye’yle, ağabey-kardeş rabıtasının göstergeleri olan mutlu aile fotoğraflarının rengi solmadan kanlı bıçaklı olma noktasına gelindi.
Türkiye’nin böyle bir dönemde Suriye’nin iç dengelerini hesaba katan öngörülü bir siyaset geliştirememesinin çeşitli açıklamaları olabilir, ancak bana kalırsa bölgede geliştirmeye çalıştığı ağabeylik rolünün yaydığı imgeler bu sebeplere ilişkin çözüm arayışlarının da önünü alıyor. Ulusalcı Türklerin Arap/İslam fobisinin Arap aydınları çevresinde bulduğu karşılık değil sözünü ettiğim… Arap İslamcıları da kendi öznel şartlarını dikkate almayan akıl/ayar vermelerden hoşlanmadıklarını belli ediyorlar şimdilerde.
Üstelik mezhep ayrımı sebebine de uyandı Türkiye’de kimi İslamcılar ve otuz yıllık klişelerle Suriye’ye İran desteğini bu açıdan okumayı elverişli buldular. Sanki İran’ın üç yıl önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra bastırdığı reformist siyasetçi ve seçmenler Şii değilmiş gibi!
Suriye krizi İran açısından ise sorunlu stratejik ittifakının yapısal problemlerine uyanmaya zorlayan ciddi bir dönemeç anlamına da geliyor. Herhangi bir İranlı dış siyaset uzmanıyla konuştuğunuzda, Suriye’ye verilen desteğin koşullu ve zorunlu olduğunu kanıtlamak için size çok mantıklı cümleler sarfedebilir. Ancak bu mantıklı cümleler yerini nihayet, reelpolitiğin yasalarına teslimiyetten ileri gelen bir mahcubiyete terk ediyor.
Esad’ın İran televizyonları kanalıyla kendini anlatmaya çalışması son derece ironikti. O televizyon ekranlarında ne Mir Hüseyin Musavi ne de Hatemi, üç yıl önce bu tarihlerde yaşanan seçim krizi üzerine konuşabilmişti.
****
Gelmekte olan muhtemel Suriye devriminin, bir yandan diktatör bastırdığı,öte taraftan İran, Rusya ve Çin de arkasında durduğu için gerçekleştirilmediğini öne sürenler var. Bir devrim işte bu tür dayanak ve desteklerin varlığını ve yokluğunu anlamaz ve zaten yapılmaz; gelir.
Hamza Türkmen yenilerde yayınlanan Gelecek tasavvurumuz ve Ortadoğu İntifadası başlığını taşıyan kitabında Arap hareketleri bağlamında ”devrim” kelimesini kullanmaktan kaçınıyor, Suriye’de Mısır’da, Tunus’ta ve Libya’da esas meselenin silkinişten sonra ortaya çıkacağını, Müslümanların/İslamcıların diğer dünya görüşleri gibi ancak bu süreç ve sonrasında ortaya koyacakları nitelikle intifadaya bir yön kazandırabileceklerini ifade ediyor. (Ekin Yayınları; 2012)
Komşudan sayılamayacak kadar yakınımızdaki ülke, bir okuma ve yorumlama eksikliğiyle malûl, İbnü’l-Kalanisi’nin yüzlerce yıl önce Şam Vakayinamesi’nde anlattığı gibi (y. 1150) Lübnan yolunda, işgalci arzular için bir denge sunan kapalı kutu olarak anlaşıldığı haliyle...
Ancak, muhalefetini inkâr eden ülke, bundan böyle bölgeye ilişkin emellere güvence sunmaya devam eden o kapalı kutudan ibaret olamaz. Ağır bedeller ödemeye devam eden Suriye muhalefetinin çok çeşitli talepleri hesaba katılmadan bir geçiş hükümetinin “barış”ı tesisinin hiç kolay olmayacağı da açık.
aktascihan@gmail.com
twitter.com/chn_aktas
Yorum Yap