- 11.06.2012 00:00
Yıllardır yazar ve mütercim olarak titiz ve sorumlu bir çalışmayla eserler vermeye devam ediyor. Gündeme atılan bir başlığa ille de ak ya da kara cephesinden bakmadan kendi yorumunu katıyor.
“Yozlaşma”, “savrulma” dendiğinde akan sular duruyor toplumumuzda. Kimileri için, “savrulmalar yaşıyor” denir. Benzeri kelime ve terkiplerle durumu izaha dönük heves, geniş çözümleme gereği önünde şamatacı bir engele dönüşüyor. Kürşat Atalar başka türlü bir okuma yapıyor ve savrulma ya da dökülme olarak görülen durumun her zamanki insani/Müslümanca sınavın bir parçası olduğunu hatırlatıyor. Savrulma ve yozlaşma konusunda ise kitlelerden önce ehil kişiliklerin zaafını sorumlu olarak gösteriyor. Bunu yaparken öne sürdüğü “saf itaat”e yüklediği anlam konusunda Atalar’a katılmıyorum gerçi; kaldı ki kendisi de mütercimi olduğu Kuran’da Tanrı ve İnsan başlıklı kitabıyla ilgili bir söyleşisinde, İzutsu’nun İslami kavramları İslam’ı “muti kulların dini” olarak gösterecek şekilde çözümlemesine dönük bir eleştiri getiriyordu.
Atalar’ın kelime ve kavramlar üzerine titizliğini gösteren eseri On Tez, daha önce Ercüment Özkan’ın İktibas’ta sürdürdüğü çalışmayı hatırlatacak şekilde, temel İslami kavramları üzerindeki tozu silkeleyerek yeni bir anlama girişimi için sorular soruyor, çözümler sürüyor ileriye. Geleneksel olarak dışlanmış metin tenkidi yöntemi kullanılarak, Kur’an’ın içeriğiyle karşılaştırmalar yapılması suretiyle hadis çözümlemesine gidilmesi, Atalar’ın “on tez”inden biri. Kitabın üçüncü tezi, “Kur’an’ın anlaşılması için getirilen linguistik bir öneri”. Böylelikle kelimelerin kök anlamları ortaya çıkarken, dönemsel okumaların oluşturduğu katı biçimler aşılarak verilmek istenen mesajın daha doğru kavranması mümkün olabilir. Marifetle hakikat arasındaki ilişki nedir, Allah’ın iradesiyle insanın iradesi arasındaki ilişkiyi nasıl anlamalı, böyle pek çok önemli başlığın incelendiği bir kitap, On Tez.
Çalışmalarını önemsediğim Atalar’ın felsefe konusundaki karamsarlığına katılamıyorum aslında. “İslam’ın sokaktaki yeri” etrafında kendisiyle yapılan bir söyleşide Gazali’nin “felsefesin belini kırması”na atfettiği olumlu anlam açısından söylüyorum bunu. Bir dönemde saf İslam düşüncesi adına zafer olarak görülen tasfiyenin, sonraları düşünme korkusu iklimini meşrulaştırmaya hizmet ettiği söylenebilir pekâlâ. Gazali duruşu diye bir şey var; düşünceyi bütün riskleriyle sadece kendisi için meşru sayan bir duruş bu.
Atalar’ın tercüme ettiği bir diğer çalışma, Harvard Üniversitesi Tarih Bölümü Profesörü Mark A. Kishlansky’nin Batı’nın Kaynakları isimli iki ciltlik muazzam eseri, Açılım Kitap tarafından yayımlandı (2009). İlk cilt Gılgamış Destanı’ndan (M.Ö.2000) başlıyor, “Kadınlar hakkında bir tartışma” başlıklı (1620), anonim bir metinle son buluyor ki yerkürede yeni bir söz söylenmediği, her söylenen sözün aslında söylenmiş olanın bir yeni ifadesi olduğu savını destekliyor, bu tartışma yazısı.
Asım Öz bana Kürşat Atalar’ın benzeri bir çalışmayı İslam Medeniyeti bağlamında gerçekleştirmeyi düşündüğünü söylemişti. Atalar böyle bir çalışmanın üstesinden gelebilecek bir yazar, bilim adamı.
“Cahil”
Allame-i cihan değilim, hatta öğrenmeye, karşılıklı öğrenmeye açıklığımla övünebilirim. Yazar olarak her zaman sadece çalışkanlığıma ve samimiyetime güvendim. Öğrenmeye açıklığımla aldığım yolda her zaman iltifat görmedim tabii, bu gerekmiyor zaten; ancak İrfan Külyutmaz’ın şahsımı hedef alarak sarf ettiği “cahil” nitelemesi de herhalde fazlasıyla bir müstear adın yazısına yakışır.
Külyutmaz’ın Zaman Kitap’ta yer alan yazısında öne sürdüğü gibi Hilmi Yavuz’a karşı bir ön yargım, kasıtlı tutumum yok, olamaz. Tersine önemi yadsınamayacak bir düşünür ve şair olarak görürüm Yavuz’u, aksi halde oturup muhafazakâr sanat üzerine görüşlerini eleştirmezdim. Hele yazıda söz edilenNaipaul tavrı konusunda da saygıya değer bulmuştum duruşunu. Buna karşılık Külyutmaz beni bir yerlerden emirle Yavuz’a karşı hasmane bir tutum izlemekle suçluyor. Benim yazı evrenim açısından mesnetsiz bir suçlama. Kimsenin zihnimi ve kalemimi o şekilde kullanmasına izin vermem, akımlar ve kategoriler konusunda da hiç şabloncu değilim.
İlginçtir, Naipaul’a karşı çıkışı sırasında Yavuz’a destek verdiğim zaman da kimi isimlerin “İslamcılık” adına saldırısına muhatap olmuş, Yavuz’un dolduruşuna gelmekle suçlanmıştım. O tür hesaplarda gözüm olmadığı için de suçlamaları yadırgamıştım tabii...
Öyle ya, tayin edilmiş bir şekilde “kadınsı” şeyler yazmakla yetinmeyen, sırtını da bir iktidar duvarına yaslamayan kadın yazarın, hele ki başörtülü yazarın aklı o kadar olur!
Aklıma Fıtnat Hanım’a “cahil” diyen Ahmet Mithat geldi. Gayet muhafazakâr bir yaklaşım yani...
‘Taraf’ kapısı
Hidayet Tuksal, Hadi Uluengin, Murat Kapkıner ve nihayet Ali Akel Taraf’ta yazmaya başladı. Bir yazarın kalemine kısıt getirmeyeceğine güvendiği gazeteye davet edilmesinin fikir özgürlüğü adına sunduğu olumlu perspektif yanında, bir gazetenin yazarın köşesinin elinden alınmasına sebep olan baskıların medyanın tek gerçekliği olmadığını anlatan kadirşinas tutumu da, yazar olarak bana çok değerli geliyor.
cihanaktas1@gmail.com
twitter.com/chn_aktas
Yorum Yap