- 7.08.2014 00:00
Gazze’ye insani yardım götüren Özgürlük Filosu'nun 31 Mayıs 2010 tarihinde saldırıya uğramasının akabinde kaleme aldığım “İnsanlığın vicdanından süzülen gemiler” başlıklı yazıda, parayla vatan satın alamayan İsrail’in bölgede kanlı sınırlar oluşturarak varlığını sürdürmeye çalıştığını dile getirmiştim. Amerikalı bir stratejistin “kanlı sınırlar” şeklinde bahsettiği alanın ucundaki Gazze, Filistin Sorunu’nu örtbas edilemez şekilde dışa vuruyor.
Bizler yine görüyor, kahroluyor, çare arıyoruz. Bir süre sonra katliam sahnelerinin medyatik seyrekliğiyle başka bir gündeme savruluyoruz. Dünyada ve memleketimizde felaket mi yok? "Uzakları yakın eden televizyon, aynı genelliğin içinde boğarak tekrar uzaklaştırıyor onları.” cümlesiyle tasvir eder Paskal Bruckner bu durumu (P. Bruckner, Ayrıntı Yayınları, 2006, s. 240).
Gazze için her zamankinden daha çok kaygı duyduğumuzu dile getiriyoruz şimdilerde. Kuşkusuz da öyle, ancak bu haysiyetli şehre bombaların yağmasının bir sürpriz olduğu da söylenebilir mi? Türkiye’de Gazze’nin güvenliğini dert edinen en son toplantı ne zaman gerçekleşmişti?
Esasında değişen Gazze değil, bizim önceliklerimiz oldu. Uluslararası sistemin duyarsızlığı sorunlarımızı açıklamakta başlıca referans kaynağımız olmayı sürdürüyor. Hâl böyleyken Gazze sahneleri, gündemimize nöbetler halinde giriyor.
Bölgesel meseleler üzerine yürüttüğümüz ahkâm ve analizler bir kez daha tartışılır hale geldi. Yeni baştan düşünmeye mecburuz, daha temelli bir şeyler yapmak gerek. Konjonktürel, pragmatik, hamasi ve kervanı yolda hizaya sokmaya eğilimliyiz. Oysa Gazze her seferinde bir zulmün başka bir yüzünü sergilerken, bizi yanılgılarımız konusunda yeniden düşünmeye çağırıyor.
“Halkı Müslüman ülkelerin ortak bir haber ağı yok. Al Jazeera’nin oluşturduğu ağa rağmen, Müslüman toplumların kulakları öncelikle Batılı haber ajanslarına dönük.”
Bir Filistin Enstitüsü’nün gerekliliği
Filistin ve Gazze haberlerimizi çoğunlukla Batılı kaynaklardan alıyoruz. Halkı Müslüman ülkelerin ortak bir haber ağı yok. Mesela Al Jazeera’nin oluşturduğu ağa rağmen, Müslüman toplumların kulakları öncelikle Batılı haber ajanslarına dönük kalmaya devam ediyor.
Halkı Müslüman ülkelerin ortaklık algısı gün geçtikçe daha çok parçalanıyor, dağılıyor. Gazze, kan kaybetme pahasına, bizleri yanlış gidişat konusunda uyarıyor. Esasında tarifi güç bir şehir Gazze. Bombalanıyor, yakılıyor, tükenmiyor. Peki, ama bizim bakışımızda eksik olan nedir?
Gazze katliamı, İsrail’in pervasızlığını güçlendiren konjonktürel şartlardan bağımsız düşünülemez şüphesiz. Siyonistlerin nabız yoklayarak ulaştığı bu aşamada Filistin’in bütün umudu, bizlerin sahip olacağı duyarlılığın sürekliliğinde.
“Ne yapacağız? Nereye gideceğiz? Nerede yaşayalım? Yaşayacak yer mi var?” diye soruyordu İsrail’in 2008-2009 katliamı sırasında Gazzeli bir anne. Orası bir açık hava hapishanesi, lakin üstünü örten gökyüzü çatısı güvenden yoksun.
Dört bir yanı kuşatılmış bu toprak parçasının ayakta kalmasını sağlayan tüneller, 7 Temmuz 2014’te başlayan bombardımanda büyük tahribat gördü. İsrail, Gazze’yi ehlileştirmek için o tünellerin imhasını amaçlıyor.
Bu arada Gazze için üzülen bizler, son saldırıdan bu yana şehirde nelerin değiştiğini anlamaya çalışıyoruz: “Şehri ayakta tutan tüneller nasıl çalışıyor?”, “Kassam Tugayları kimlerden oluşuyor?”, “İzzettin Kassam aslında kim?” “Gazze halkı öldürülürken sürekli ateşkesten söz eden Mısır ile Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın bu son katliamdaki tutumlarını nasıl değerlendirmek gerekir?”
Gazze'ye dair soruların çapı daha da genişletilebilir: “Bu tecrit edilmiş şehrin halkı, böyle bir dayanma gücünü nereden buluyor?”, “Bir İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) var mı gerçekten?”, “Bölgesel dayanışmalar ne haldedir?”
http://www.aljazeera.com.tr/gorus/gazze-icin-yeniden-ittifak-zamani
Sadece Gazze değil, Filistin konusundaki bilgilerimiz de bölük pörçük. Sistemli bilgi toplayan ve analiz geliştiren sürekli çalışmalardan yoksunuz. Bu da doğal olarak bölgesel bakış bulanıklığı anlamına geliyor.
İsrail’in Gazze'yi hedef alan son saldırısının başlamasından on iki gün sonra yine Dünya Bülteni'nde yayımlanan yazımda, Filistin Enstitüsü şeklinde bir oluşumun kurulmasının önemini irdelemiştim. Bu noktada neler yapılabileceğini, karar veremememiz halinde, doğrudan Filistinlilerden öğrenebiliriz. Söz konusu enstitü, Filistin üzerinden kendimize tutacağımız bir ayna olacaktır zira.
“Gazze için ortak eylem çağrılarının sönükleşmesinin bir nedeni de, Ortadoğu’daki aşina mazlumiyet haritasının kanlı çatışmalarla bir hayli karışması. ”
Filistin vesilesiyle tevhidi hatırlamak
“Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) üzerinden çizilmiş planın bizleri bölmeye çalıştığını düşünenimiz çok. O hâlde, bu plana karşı sınırları aşan bir ittifak için ihtilaflarımızı bir kenara bırakmamız niye imkânsız? Gazze'ye varlığımızı parçalayarak değil muvahhit bilinci ile siper olabilir, bu yolla belki ümmet olmayı da öğrenebiliriz. Ne de olsa Gazze katliamı, toplumumuzun farklı kesimlerini, bir süredir görülmeyen bir duyarlılıkta birleştirdi. Fakat önceki katliamlar karşısında gerçekleşene benzer ittifaklar bu sefer kurulamadı.
Herkesin kendi Gazze’si var “Gezi”den bu yana. Kimi sol ve liberal kesimler, Haziran 2013’te meydana gelen Gezi Parkı protestolarından itibaren, sanki bu mesele de onların hükümete gösterdikleri tepkiyle ilişkili olmalıymış gibi, Gazze konusunda eskisi gibi gösteriler düzenlemiyorlar. Kimi İslami gruplar da İsrail’in hak ettiği güçlü tepkiyi hükümetten bekledikleri için üzüntüyü kendi aralarında yaşıyorlar.
Gazze için ortak eylem çağrılarının sönükleşmesinin önemli bir diğer nedeni de, Ortadoğu’daki aşina mazlumiyet haritasının geçtiğimiz iki yılda yaşanan kanlı çatışmalarla bir hayli karışması.
Kuşkusuz Filistin ve Gazze’nin yeri ayrı: Ancak Suriye ve Irak misali acil bölge gündemlerinin sürekli değişen içeriğinden dolayı Filistin ve Gazze, metinden dipnotlara çekildi. Suriye kan denizine döndüğü halde Baas rejimi hâlâ iktidarda. Irak ise kanlı bir yapboz misali ferasetimizi sınamaya devam ediyor.
Bizler bugüne geldiğimizde, Gazze’de 2008’dekinden çok daha ağır bir katliamın yaşanmasıyla silkinebildik sanki. Genç dergisinin Temmuz 2014 sayısında yer alan “Öldürüldükçe ümmeti hatırlarız biz” başlıklı yazısında, bahsettiğimiz hatırlama sıkıntısını irdeliyordu Asım Gültekin. Bu bağlamda yaptığım bir araştırmada, 2008 katliamından bu yana Gazze üzerine düzenlenmiş bir sempozyum, konferans, hatta atölye çalışmasına rastlayamadım.
Noam Chomsky ile Ilan Pape’nin birlikte hazırladığı “Yaşamla Ölüm Arasında Gazze: Dünden Bugüne Filistin Sorunu” (BGST Yayınları, 2011) ayarında, yayımlanmış bir Gazze kitabı var mı? Filistin’e dair sempozyum ve konferanslar, bir süreklilik ve bilgi ağı oluşturacak disiplinden yoksun görünüyorlar. Mazlum-Der, Gazze katliamının yıldönümleri olan Aralık 2009 ile Aralık 2010’da ‘Filistin Günleri’ düzenledi. Ama bu zengin içerikli etkinlik de devam etmedi.
Elbette bir kez daha Gazze katliamı karşısında artık her zamanki tepkiyi aşan bir tavra, Gazze’nin acı statükosunu değiştirecek güçte bir etkiye ihtiyaç duyuyoruz. Ramazan günlerinde mitinglere koşan her yaşta insan bu ihtiyacı sergiledi. İslam dünyasının tutumu ise ne yazık ki herkesin kendi Gazze’si olduğu izlenimini uyandırıyor.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah, 2 Ağustos 2014’te yaptığı açıklamada, “İsrail’in cinayetleri karşısında dünya sustu” demiş. Galiba Müslüman toplumların en çok bir araya geldiği şikayet, dünyanın suskunluğu. Aslında halklar susmuyor. Susanlar, uluslararası kurumlar ve devletler. Kaldı ki her devlet de susmuyor. Haber ajansları bu noktada seçici davranıyor. Bu arada Latin Amerika ülkelerinden yükselen devlet düzeyinde tepkiler; işlerin eskisi gibi gitmeyeceği, gitmemesi gerektiği düşüncesini güçlendiriyor.
Naomi Klein, İngiliz Guardian gazetesinde 10 Ocak 2009 tarihinde yayımlanan "Artık yeter: İsrail'i boykot zamanı geldi!" başlığını taşıyan yazısında, İsrail'e karşı yürütülmesi gereken hareketin üçayağı olması gerektiğini ifade etmişti: “Boykot, yatırımı geri çekmek ve yaptırımlar.” Bana kalırsa Filistin’in dostları, aralarındaki siyasal anlaşmazlıkları bırakıp Klein’in özetlediği bu üçayak etrafında buluşmalı.
Alışkanlıklarımızdan ve ezberlerimizden kurtulmamız elbette kolay değil. Fakat Gazze katliamları bizi Filistin duyarlığımız etrafında bir muhasebeye ve sürekli çabaya mecbur ediyor.
Gözden ırak tutulmak istenen “Arap muhacir” artık aramızda, içimizden biri üstelik. Bir Filistin Enstitüsü’nden mahrumuz, ancak muhacir olmak nedir, katliamdan kaçmak/kaçamamak ne anlama geliyor, öğretiliyoruz. O açıdan bakılacak olursa Gazze’nin fazlası, bizim eksikliğimiz.
2008-2009 katliamı sırasında, “Ne yapacağız? Nereye gideceğiz? Nerede yaşayalım? Yaşayacak yer mi var?” diye soran Gazzeli kadına bir cevap borcumuz var. O kadın, İsrail bombaları altında şehit olduysa hele, daha da kabaran bir borç bu.
Cihan Aktaş, edebiyatçı ve köşe yazarı. Beşikdüzü Öğretmen Lisesi ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Fakültesi'nde eğitim gördü. Mimar, basın danışmanı, gazeteci ve okutman olarak çalıştı. Roman ve öykü kitapları yanı sıra kadın, aile, kamusal alan, siyaset, sinema etrafında araştırma ve denemelerden oluşan kitaplar yayımladı. Yeni Devir, Yeni Şafak ve Taraf gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Halihazırda Dünya Bülteni, Hayal Perdesi ve Son Peygamber siteleri için yazılar kaleme alıyor.
Twitter'dan takip edin: @chn_aktas
Yorum Yap