Muhabbet sarayı, plazaya karşı

  • 1.02.2014 00:00

 Kentsel dönüşüm yaşayan mahallede metro istasyonuna giderken önünden geçtiğim peş peşe sıralanmış birkaç kahvehane var, etrafları buldozerlerle, iş makineleriyle çevrili. Gün boyu ve akşamları geç saatlere kadar makine sesleri ve eşlik eden tozlar kahvehanelerden yükselen sesler ve dumanlarla yarışıyor. Korunaklı plaza şantiyesinden yayılan sesler, mahalledeki hızlı değişimin kaçınılmazlığını bildiriyordu yazdan bu yana. Makineler büyük bir hızla ilerliyor ve yakında kahvehaneleri dümdüz edecek; yerlerine bu yakanın en büyük AVM’sinin yapılacağı söyleniyor. Gözlerimin önüne getirebiliyorum geceyi: Bütün sesler AVM karaltısı tarafından yutulmuş. Şimdilik buna engel olan sadece mevzuat: Kahvehanelerin bulunduğu zeminlerde payı olanların tamamına bir türlü erişilemediği için, projeler donduruldu. Böylelikle denilebilir ki bütün mahallenin geçmişi bir süreliğine kahvehanelerde yaşayacak.

Her şeyden önce nedir mahalle? Aklıma “selam” geliyor. Tanıyor ve tanışıyorsunuz. Göz aşinalığı var ve selam esirgenmiyor. Eşiğinden çıkıp giderken yaşlılar ve çocuklar konusunda gözünüzün arkada kalması gerekmiyor büyük ihtimalle. Küçük parkta ebeveyni refakat etmeden oynayan çocuklar var. Bir apartman dairesinde yalnız yaşamakta olan yaşlı veya hasta insana yönelik göz, gönül ve kucak olabilir, mahalle. 1960’larda yazdığı “Bizi aşktan koru” isimli kitabıyla aile kurumunu ve Batı’nın aşk anlayışını eleştiren Susanne Brogger, 1970’lerde bu eleştirilerinin ilk kısmını gözden geçirme ihtiyacını niye duyduğunu şöyle izah etmişti, Duygu Asena’ya: “Çünkü aile engellileri, hastaları ve çirkinleri koruyan tek kurumdur.”

Mahalle de bir bakıma geniş mi geniş ailedir. Engellinin, bebeğin, elden ayaktan düşmüşün beşiği de sayılabilir.

Mahremiyet sınırları kademeli olarak ilerler. Evin, apartmanın, bahçenin (avlunun), sokağın eşikleri… Her bir aşamaya mahsus yeni öğrenmelerle kamusal (çoklu karşılaşmaya açık) alana yöneliriz. “… O halde burada yine bir özel-kamusal dikotomisinden değil, mahremiyet merkezini oluşturan bir nüveden başlayarak katman katman farklı düzeylerde toplumsallaşma ve mahremiyet olanağı veren dış mekânlara doğru bir açılımdan söz edilebilir” diye tanımlıyor Uğur Tanyeli. (1) Mahalle bir bakıma aileden kamuya öğretici bir geçiş rolü üstlenen “sıcak kamu” alanı. Öyle ki sağladığı bir alt yapıyla kendi renklerini ilettiği kamusalı yeniden tanımlama başarısını gösterebilir. İhtiyar nedir bilinir, çocuk oyunu nedir, yaşanır, komşu komşuya ayna olur, köşesinde bucağında dünya meseleleri komşuluk gündemleriyle harmanlanarak konuşulur. Eşik eşik ilerlerken dikkatli, ilgili, farkında olmanız gereken şeyler ve durumlar göz ardı etmenize izin vermeyecek işaretlerle kendilerini hatırlatır, önemlerini öğretir.

İşte bütün bu nedenlerle mahalle –çok tartışılan baskısı bunun bir bedeli olmalı-, sorumluluğu içine alan bir özgürlüğü tanımanıza yardım eden tuğlalarla örülüdür.

Mahalle, selamı öğretir ve günümüzün yeni ve deneysel sanat akımları açısından “selam”ın ifasını sağlamak sanatsal bir performanstır.

***

Ben bu mahallede sadece üç yıldır ikamet ediyorum, ama hikâyesini hiç olmazsa kırk yıldır izliyorum. Kendini yoktan var kıldı. Teröristin uğursuzun sığındığı mağaralara benzetilirken kusurlarını ıslah ederek bu günlere geldi. Çardaklı kuyulu bahçeleriyle oluşturduğu dünya şimdilerde kentsel dönüşümle yıkılıyor. Metro istasyonu ve ardından D-100’e giden sokağın bir kıyısındaki kahvehanelerin önü yazdan bu yana bir plaza şantiyesiyle kapatıldı. Akla kimi sosyologların benimsediği “akışkan modernite” kavramını getiriyor, sıvı gibi görünen cam bloklarla kaplı olarak arzı endam eden plaza. “Çünkü”, diyor Hal Foster, “sermayenin kuvveti onun içinden öylesine güçlü akar ki, yoluna çıkan her toplumsal formasyonu veya ekonomik modeli kökünden koparıp akıntısına katar.” (2) Akışkan modernitenin ihtiyaç duyduğu stadyum, alışveriş merkezi, ofis gökdelen, banka ve iş merkezi, performans ve gösteri binaları, tüketici harcamalarını sürdürmekten başka çaresi olmayan ekonomik bir sistemde teşhirin kazandığı önemi sergilerler. Bu binalar güzel metaları sergilerken kendisi de metaların en güzeli haline gelmek zorundadır.

Üslubun yerel olanla küçük bir ilgisinin bile bulunmaması tuhaf değil mi? Plazanın yapıldığı çevreyle en küçük bir ilgisi yok. Ne mimar ne mal sahibi bu konuda bir endişe taşımış, plazanın pırıl pırıl görünüşüyle mahalleye çeki düzen vereceği düşünülmüştür olsa olsa. Ona bakılacak olursa zaten yerel üslup diye bir ölçünün dikkate alınması, hesaba katılması da söz konusu görünmüyor bu büyük projelerin kapsama alanında. Küresel üslup, mesela Tokyo’daki Maison Hermes (1998-2001) binasında denendiği üzere yerel üsluplarla buluşur. İstanbul gibi kendine özgü tarihi ve tabii bir dokusu olan bir şehirde “küresel” diye isimlendirilen üslupla yapılmış binaları düşündüğümüzde, yerel bir ifade yakalamamız neredeyse imkânsız. (Maslak-Zincirlikuyu hattı, tepkiler üzerine tıraşlanacağı veya idari mahkeme kararıyla silueti bozan katlarının yıkılacağı haberleri yayılan Zeytinburnu 16:9… Boğaz’a hakim olma edasını yansıtan gökdelenlerin herhangi birisinde yerel üsluplarla bağdaşma gibi bir endişeye rastlayamazsınız. Tersine, Murad Sezer imzalı Boğaziçi Köprüsü'nden çekilen fotoğrafta 16:9 gökdeleni ile Süleymaniye Camisi aynı kareye girdi ve bu manzaranın tuhaflığı Reuters haberine konu olmasa anmaya değmeyecek gibiydi… )

Cam perdeli plazanın da kondurulduğu çevreye dönük bir uyum kaygısı taşıdığı söylenemez, mahalleye karşı küçümsemesi, onun zaten kendi başlattığı çığırla eriyip gideceğine ilişkin güvenine dayanıyor olmalı. Plaza daha temelleri atılırken, örtülerin paravanların gerisinde, reklam kuşaklarıyla bezeli, neler vaat ettiğini bildiriyordu. Mahalleyi değiştirecek, modernleştirecekti.

Kahvehaneler de sahiplerine ulaşma problemi aşılsaydı çoktan yıkılmış olacaktı. “Zaten tembellik yuvalarıydı”, sıvı olduğu hissi uyandıran cam örtüsü karşısında. Gelgelelim o mekânlarda vakit geçiren erkeklerin daha sonra nerede vakit geçireceği sorusunun cevabı yok. Bahçeler ve kahvehaneler olmayınca, geriye kalan sadece bütün imkânları yutmaya açık ekrandır.

***

Kuzey ormanları, Polonezköy üzerinden imara açıldığına göre, bütün bu çevreci eleştiriler entelektüel gevezeliklerden mi ibaret?

Böyle olmadığını, dağılan mahallenin kendine tutunma çabasına bakarak yazabiliyorum. Yukarıda sözünü ettiğim kahvehanelerin hemen aşağısına, yeni yapılan plazanın de tam karşısına bir “Muhabbet Sarayı” açıldı. Ne yerin ne de ismin seçimi bana tesadüfi geliyor. Mahallenin kaybını anlatan alametler birdenbire hızlandı. Plaza, perdelerin, eternit paravanların ardında gizemini koruyan korkunç bir uğultu ve toz yayarak gelişiyordu ve örtüleri kalkmadan hemen önce Muhabbet Sarayı açılışını yaptı. Mekânı açanlar, sohbeti kahvehane ortamından biraz daha farklı bir bağlama çekmek istemiş olmalılar. Geçerken uğrayıp sahipleriyle konuştum. Mekânın adı açılması aşamasında katkıda bulunanların ortak fikriymiş.

Akışkan modernitenin engel tanımayan yayılması karşısında bu “romantik” teşebbüsün nasıl bir şansı olabilir? “Muhabbet Sarayı” adını değiştirmeyi düşündüklerini belirtti mekân sahibinin oğlu. Doğrusu ya, plazanın mahalleye olumlu bir katkısı olduğunu düşünüyor gibiydi, öyle ki doku uyumsuzluğu üzerine eleştirilerimi şaşkınlıkla karşıladı. Bu mekân açılırken plaza henüz örtülerin perdelerin gerisinde, müphemdi. Şimdi ise baş edilmez, karşı konulmaz bir yeninin, yeni malzeme ve teknolojinin somut hali olarak orada, hiçbir şeyin eskisi gibi yürüyemeyeceğini, yürümemesi gerektiğini bağırıyor. Sergileniyor ve sergileyecek. Cam blokların gençlerde herhangi bir itiraza mahal vermeyecek kesinliğe sahip bir akış etkisi uyandırması, nasıl bir salgına maruz kaldığımızın göstergesi.

Bağlamlarımız erirken oyunu unutmaya mecbur ediliyoruz. Her olgu öncelikle bir alışveriş meselesidir sanki! Sokak düşman, mahalle ise nostalji kelimeleriyle hatırlanmalıdır sanki. Bu durumda içtenlikle gülmeyi öğreten kurslara ihtiyaç duyacağımız günler yakındır.

Baş edilmeyeceğine kani olunan akış melankoli ve nostaljiyle yüklü bir teslimiyete dönüşmeyi sürdürüyor. “Bir mahalle plaza karşısında nedir ki?” Haksız rekabet akla Huzur Sokağı ve Devlet Kuşu romanlarındaki apartman inşaatına dönük çaresiz tepkileri ve sinsi bir şekilde yayılan heva ve hevesi getiriyor. Akışkanlık mimaride bazen toplumsal gerçeklik kaybının sebebi, bazen de sonucu oluyor.

Akışkan modernite pürüzsüz mekânlarıyla geçmişi yutarken, dışarıda kalan ve direnmeye de çalışan bin yıl önce, on bin yıl önce olduğu gibi öncelikle söyleşi, hoşbeş imkânı, selamlaşma, hasbihal ve oyun ihtiyacı. Ve ne tuhaf; mahalle içinde, en azından mahalle nostaljisiyle yetişmiş bürokratlar ve siyasetçiler değil, ama ağır aksak işleyen bürokrasi, pratik olmaktan uzak mevzuat ve yanlışlığı tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde gözler önüne seren fotoğraflar bir mahalleden bir şeyleri bir süreliğine kurtarmanın vesilesi olabiliyor.

Atıflar:

1-Uğur Tanyeli, İstanbul’da Mekân Mahremiyetinin İhlali ve Teşhiri: Gerilimli Bir Tarihçe ve 41 Fotoğraf, sf. 12-24, Akın Nalça Kitapları 2012.

2-Hal Foster, Sanat Mimarlık Kompleksi, sf. 105, İletişim, 2013.

http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/19517/muhabbet-sarayi-plazaya-karsi

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums