- 21.01.2014 00:00
“Bir ülkenin medeniyet seviyesinin başlıca ölçüsü nedir?” sorusuna verilecek cevaplar az çok aynıdır. Kişi başına düşen milli gelir, bebek ölümleri, okuma yazma oranı, ulaşım ve iletişim kanalları, sağlık hizmetleri üzerinden bir fikir edinmeye çalışırsınız. Kimisi gazete tirajlarına bakar, kimisi yayımlanan kitap sayısına. Bana göre ise yargı ve adalet mekanizmalarının işleyişi, adaletin kamuoyunun vicdanında bulduğu karşılığın anlamı, başlıca medeniyet göstergesi.
Yakup Köse için Pazartesi günü Çağlayan Adliyesi önünde yapılan eylemden eve dönerken, yargının hantallığı ve ruhsuzluğunun toplum olarak bizdeki hangi kusurlara karşılık geldiğini düşündüm. Yanlış anlaşılan, yürüyen bir şeyler olduğu açık. Ömründen yıllarını çalan yargı, Köse’yi bir kez daha hapse göndermekte ısrar ediyor.
Bir referandumla onayladığımız yapı, şimdilerde güvenilmez görünüyor. Bir dönemde “kahraman” saydığımız savcı, şimdilerde “görevini kötüye kullanan memur” olarak suçlanıyor. Yolsuzluk iddiaları için yolsuzluktan daha az kötü olmayan kayıtların, kasetlerin yayımıyla şaşırıyor gündem. Katıldığım çeşitli toplantılarda “Müslüman sanatçı açısından mahremiyet” gibi bir başlık altında kameranın ahlâkı üzerine tartışmalar gerçekleşiyor. İnsanın hatta nesnenin “mahremiyetine” girme sınırlarının bilinci ve o mahremiyetin sunumu, kameraya katılan bir ahlâkla olası. Sözde mahremiyet konusunda en duyarlı olduğu düşünülen kesimlerde kendini gösteren mahremiyet ihlalleri, değerlerin ne denli yüzeysel ve tarafgirliğe yontulacak şekilde algılandığının ifşası oldu. Mahrem, nâmahrem olgularını bir asra yakın süre içinde haddinden fazla konuşulan “başörtüsü” üzerinden bile hak ettiği şekilde öğrenmemişiz. İfşalar birbirini izlerken bir tür Rus ruleti oynandığı hissine kapılıyor insan.
Mahremiyet konusunda olduğu gibi yargı alanında da onca terbiye ve birikim nasıl oluyor da hakkı gözeten adil şahitler olmaya yetmiyor. Kimsenin bu konularda “yoğurdum ekşi” demeye niyeti olmadığı için de mahremiyet ihlallerinin ifşası sürüyor. Bu arada, İngiliz atasözünün anlattığı gibi bebek de kirli küvet suyuyla birlikte atılıyor.
AK Parti Hükümeti’nin bu 3. dönemi, ilk 2 dönemde etkili olmuş uzlaşmalar, ittifaklar bozulduğu için de sıkıntılı geçiyor. Muhalefet konumunda kesimler arasındaki ihtilaflara dönük sükut veya anlayış hali, iktidarını koruma veya genişletme sürecinde korunamıyor. Karşı tarafı suçlama konusunda ise elde olan yetmiyor, ille de “mahremiyetin ölmesi” gerekiyor. Hani mahremiyet değerlerini tüketen Batı modernizmiydi?
Mevcut dünya sistemi can çekişiyor, yerine başka bir sistem oluşmakta ve biz bir dönemeçte duruyoruz. 1970’lerden itibaren yükselen İslami dalga global sistemin sorgulanması ve tükenişinde etkili bir rol oynadı, fakat, bu süreçte yeni bir dünyanın kurulmasına katkı sunacak enerjisini de paradigma uyumsuzluğu, programsızlık ve özeleştiriye izin vermeyen hamaset nedeniyle adeta çarçur etti. Badiou’nun “olay” dediği “hakikat sürecini teşvik edici şey”e yakalanmalarımızın bizi adalet adına tarafgirlik halinin ötesine geçen bir dürüstlüğe sevk ettiği söylenemez. Bu nedenle hükümetin “apansız yakalanmalar” yüzünden yeni ittifaklara yönelişinin “dindarlaşma” olarak tarifi ve karşılaştığı sorunların da bu tarife bağlanması, yüzeysel bir açıklama olur. Uluslararası sistemle uzlaşmazlıkların ardından yerli dinamiklere yaslanma arayışının sebep olduğu bir yırtılma halinden söz edilebilir.
Bütün bunlarla birlikte taraftarlarının Başbakan Erdoğan’a yönelttikleri “dik dur” şeklindeki çağrı da tartışmaya açık. Bütün problemlerin açıklanması ve çözümünü sadece Başbakan’a bağlıyor olmak, bu kadar sorunlu bir şekilde ifade edilebilirdi. Bir kişi bu kadar yükü nasıl kaldırsın? Çağrı Başbakan’a mitolojik bir kahraman gibi olma ödevini yüklüyor. Böyle bir baskıyla mecbur edilen bir tür mükemmellik ne mümkün ne de zorunlu oysa.
Sürmekte olan kriz, bir bakıma devletin göz önünde olmayan gizemli işleyişini, haber bültenlerine gözü kapalı inanan saf vatandaşın gözlerinin önüne sermiş oldu. Gizemli devletin kapalı kapılarının arkasında neler dönüyor, dönebiliyor, sade vatandaş hayretler içinde vakıf oluyor. Şu açıdan kendimizi teselli edebiliriz, bundan böyle herkes olduğu gibi görünmeye mecbur kalacak, dahası “dürüstlük” erdemine ne kadar muhtaç olduğumuz üzerine de düşüneceğiz. Kirli ilişkiler çözüldükçe de hem irade kazanacak hem de dürüstlük.
Yargı bilmecesi ve yeni anayasa konusundaki çekişme, mevcut gerilimin hem sebebi hem de sonucu. Devlet hantal, gayrişahsi bir yapı. Bireyler insaf sahibi olmaktan, adaletten şaşmamalı. Çünkü neticede bireylerin bu tutumu, devletin niteliğini belirliyor. Öyle ya; paralel yapılar sadece kendi çıkarlarımıza dokunduğu zaman mı kötü?
Kul hakkı sorumluluğu bütün bu yaşananların neresinde? 28 Şubat’ın yargılandığı dönemde Yakup Köse’nin hapse gönderilecek olması düşündürücü. Kim Yakup Köse’ye çalınan -evlatlarından da çalınmak istenen- yıllarının hesabını verecek? Siz evi/iş yeri basılanlar konusunda benim tarafım/onun tarafı diye ayrım yaparsanız, bunun ağır gölgesi elbet devletin üzerine düşüyor. Rus ruletinde adalet aranmaz çünkü.
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/19495/yargi-mahremiyet-rus-ruleti
Yorum Yap