- 23.08.2012 00:00
İşte şu konuda bir yazı yazmaya hazırlanırken bir bomba patlıyor ve çocuklar ölüyor, ömrünün en güzel çağlarını yaşamaya hazırlanan yetişkinler yanarak can veriyor. Daha acil olan hangi başlık olabilir, insanlar çoluk çocuk bayram ziyaretine giderken canlarını yitirdi. Birileri savaş çığlıkları atmaya başladı bulanık bayram havasında. Bir de barıştan umudumuzu kesmemizi bekleyen karamsarlar var.
Aklıma Rothko resimleri geliyor kara fikir borsası üzerine düşünürken, özellikle Last Painting: Siyah üzerine siyah, yokoluşun resmi, adeta resmin sonuna damga vurmayı amaçlayan bir çalışma. Resim tabii sona ermiş değil, ama Rothko’nun kişisel serüveni açısından bir şeylerin eksiğiyle gediğiyle noktalandığı anlamına geliyordu.
Sanatta, edebiyatta son söz yok, ilk kaynağa dönme huzursuzluğu var. Hepimiz mağara duvarı resimlerine, ilk söylencelerin etkili diline dönme isteğinden kendimizi alamazken, bin dereden su getiriyoruz.
Niye savaş taşeronlarına umutlarımızı teslim edecekmişiz? “Sana bir şey sorabilir miyim?/ Sormanı engelleyebilir miyim?/ Gerçekten de siyahtan korkuyor musun?/ Hayır ben ışığın yok olmasından korkuyorum...” (Rothko’nun sanat hayatını konu alan tiyatro oyunu Kırmızı’dan düşen birkaç cümle.)
Bazı cümleler sürekli tekrarlansa da son söz diye bir şey yok. Çocuk yüzlerine kondurulan ölümden daha gerçek hiçbir açıklama olamaz. Bomba yüklü arabayla canlara katleden, çocuk canlarına kıyan ölüm makinesi, hiçbir şeye son noktayı koymuş olmuyor. Barışın cevabını Roboski ahalisi Şırnak’ta askerlere yardım ederek verdi. O iyilik bir açıdan dile getirilmesi fazla kaçacak kadar doğal. Fakat duymaya, anlatmaya ihtiyaç duyduğumuz bir doğallık işte! Sanatçı vehimler içinde geri çekildi, ancak siyahın yutamayacağı şeyler var.
Pazartesi günü yayımlanan bayram yazımda Gaziantep’teki Bülbülzade Vakfı tarafından geliştirilen incelikli yardımlaşma örgütlenmesinden söz etmiştim. Siyahın baskısına karşı mavi ve yeşil, kötülüğe ve dehşete karşı cennetin renkleri... Aslında kardeş eli...
Bomba elbet savaşa çekmeye dönük bir olta olmakla kalmıyor, kardeşlik arayışının imkânsızlığı mesajını da bayram neşesini yasa dönüştürerek veriyor.
Şeffaf cümleler bütün anlamlarıyla işte böyle zamanda nasıl da önemli! “Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?” Konuşarak, söyleşerek, okuyup yazarak çözüme ulaşmayı öğütlüyor Kalem Suresi: “...durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba...” Kim onlar, anlamak için kalemlerin kısıtlanmasına değil, daha işlek bir şekilde yazmasına muhtacız. Aksi takdirde twitter’da örneğini gördüğümüz üzere kara fikir borsası tarafından yutulacak itirazlarımız, barış kahramanlığından söz eden şairler çağına sürülecek, barış ve kardeşlikte ısrar eden cümlelerimiz.
Oysa Rothko’nun Son Resim çıkmazı gibi bir şey olmamalı siyasette, renklerden de umut kesmemeli, kurtarılacak canlardan umut kesilmeyeceği gibi. Sadece açıklıkla konuşmaya ihtiyacımız var, barış yollarını zorlamak için. Fikir suçu nedir yaşamış, şiir seven, Sezai Karakoç’a saygısını her fırsatta dile getiren Başbakan Erdoğan’ın ideal ülkesi, kalemlere serbestçe akma cesareti sunan bir iklime sahip olmalı...
Türkiye Müslümanları “merkez” olarak tanınan bir medyanın güdümlü, karaçalıcı söylemlerinden çok çekti. Ergenekon ürünü düzmece dosyalarla ne çok insan mağdur oldu, ne çok insan bu nedenle gurbet yollarına düştü! Kimisi Avustralya’da vefat etti, kimisi Kanada’da. En az 20 yıl boyunca başörtüsü yasağı protestolarını takiben başta Hürriyet olmak üzere merkezî sayılan gazetelerin birinci sayfasına hâkim olan manşet ve sürmanşetler işte şöyleydi: “Kara cuma, kara fatma, azgın sakallıya coplu ders, çirkin kılık, bugün türban yarın çarşaf, gösteride çarşaflı erkekler de vardı...”Toplumun yarı aydın kesimlerinin bu manşetlerden hiç etkilenmediği söylenebilir mi? O yıllarda geleneksel olmayan tarzda başını örten kadınlar, sadece resmî kurumların ayrımcı muamelelerine maruz kalmadı, kendi hâlinde sayılan vatandaşların kuşkulu mesafeleriyle de engellendiler.
Yorgun İslamcıların bir zamanlar dillerinden düşürmediği değerli terkiplerden biriydi, kalemin haysiyeti. Üstelik de olguya kişi açısından değil hakikat açısından, değerler açısından bakmak diye bir endişenin altı çizilirdi her fırsatta: Masumiyet çağı.
Bir gün siyah kırmızıyı yutacak, dedi, piyasa işlerine teslime direnen karamsar Rotkho. Siyahkalem yüzyıllarca önce aynı sözü söylemeye getirmişti resimlerinde. Siyah korkusu aslında ışığın yok olması korkusundan başka neydi ki... Ölüm, yenilgi, tükeniş; zifiri karanlık. Selam verilecek biri bulunamaz mı oralarda...
Kara fikir borsası acıyı, yası savaşı çağıran cümlelerle, izotopi yoluyla dağıtmaya alışkın. Neyse ki Kalem Suresi ayetleri işin aslını araştırmanın sorularına çağırmaya devam ediyor, müminleri.
“İmza” açıklaması
Yeni Akit haberine bakılırsa, ortalıkta dolaşan ilgili gazete haberini okumadan imzalamışım, andıç bağlamlı imza metnini. Benzeri bir haberi hangi gazetede okusam imza verirdim. Muhabirle konuşmayı kesmemin sebebi, sözlerimi dinlemekten uzak olduğu izlenimi yanında, bana “Cihan Bey” demesi oldu. Daha konuştuğu yazarın kadın mı erkek mi olduğunu bilmeyen muhabirin, bir de imzaladığı metni okumadığı konusundaki ısrarlı peşin hükmüyle yazara ilkokul çocuğu muamelesi yapmaya kalktığı bir söyleşiyi sürdürmek nasıl mümkün olabilirdi ki...
cihanaktas1@gmail.com
twitter.com/chn_aktas
Yorum Yap