Ankara, Orta Doğu'da nasıl haklı çıktı?

  • 21.08.2014 00:00

 Bir önceki yazıda “Ortadoğu'yu yanlış okuyan Ankara...” Türkiye'nin, Ortadoğu'ya ilişkin üç kritik meselede nasıl haklı çıktığını somut veriler ışığında gösterdim. İran, Irak ve Suriye meselelerinde, Türkiye'nin değil, Batı kamuoyunun çark ettiği gerçeğini inkar etmek mümkün değil.

Son üç-dört sene içinde, Türkiye'nin bölge politikası ile Amerika'nın politikası mukayese edildiğinde ortaya çıkan bir resim var. En temel meselelerde Ankara ne demiş, Washington neyi savunmuş, sonra taraflar nereye savrulmuş sorusunu sorduğumuzda gördüğümüz şey, Ankara'nın değil, Washington'ın politikalarının iflas ettiği. Kimin Ortadoğu'yu daha iyi okuduğunu, uzun vadeli düşünebildiğini, tarihin doğru tarafında yer aldığı nesnel bir şekilde analiz edildiğinde, Sezar'ın hakkı Sezar'a verildiğinde karşımızda Ortadoğu'da haklı çıkan bir Türkiye var. AK Parti düşmanlığından ulusal çıkar mefhumunu unutan ulusalcılar, idealizme burun kıvıran liberaller, nesnelliği hatırlamayan analistleri bir yana bırakıp somut veriler üzerinden konuştuğumuzda resim bu.

İran, Irak ve Suriye meselelerinde, Ankara'nın geçmişte savunduğu, Washington'ın karşı çıktığı görüşlere, daha sonra Washington'ın nasıl kabul ettiğini bir önceki yazıda gösterdim. Bu yazı ise bu durumun arkaplanı üzerine. Türkiye, neden bu meselelerde haklı çıktı, bölgeye perpektifinde nasıl bir akıl hakimdi?

İran

Türkiye, İran'ın en başından beri önemli bir bölgesel rakip olduğunun farkındaydı. Bu ürkütücü bir rekabetti, zira şartlar eşit değildi. Sınırsız kaynaklar üzerine inşa edilen bir dikta rejimi ile bölgede güç yarıştırmak Türkiye gibi sanayi ve servis üzerine dayalı bir ekonomi üzerine inşa edilmiş bir demokrasi için epey zor bir mücadeleydi. Bir yanda bölgede on yıllardır kirli ağlar üzerinde etkinlik kuran, kendi iç kamuoyuna bütün bu kirli operasyon ve ilişkiler nedeniyle hesap vermekten azade olan İran, diğer yandan epey tecrübesiz, attığı her adım kendi iç siyasetinde olay olan Türkiye.

Türkiye, İran'a açıktan düşmanlık etmektense, “anlaşmamak üzerine anlaşmak” (agree to disagree) mottosu ile yaklaştı. Anlaşmazlıklar bakiydi, lakin açık çatışmaya lüzum yoktu. Daha doğrusu açık çatışma, Türkiye'nin çıkarlarına uygun değildi.

Peki, neydi Türkiye'nin çıkarlarına uygun olan? İran'ın ehlileşmesi. Yani İran'ın uluslararası sisteme entegre olması. İran'ın tamamen başına buyruk davranmasını engelleyecek bir angajmanı olması.

Bu doğrultuda, Türkiye İran'ın Batı ile ilişkilerinde en temel engeli oluşturan nükleer programına dair bir çözüm bulunması için gayret gösterdi. İran'ı, Batı ile ortak paydada buluşturmaya çalıştı. Bunu yaparken, hem iç kamuoyunda, hem de uluslararası camiada Batı'ya karşı İran'ı tercih etmekle suçlanacaktı. Eksen kayması lafları tam da bu zamanlarda çıkacaktı. Oysa, Türkiye, Batı'dan uzaklaşıp İran'a yaklaşmıyordu. İran'ı Batı'ya yaklaştırmaya çalışıyordu. Türkiye'nin bu girişiminden çok değil 3 sene sonra, Batı İran'la Türkiye'nin sunduğu şartlardan daha azını kabul ederek anlaşacaktı.

Irak

Mezhep kavgası, Ankara'nın hem dış politikada, hem de iç politikada karabasanı. Ankara, ne Riyad ne de Tahran. Radikal bir ideoloji ihracı üzerine dayanan bir politika güdemez, gütmüyor da. Yeni Türkiye, çeşitliliği, farklılıkları ile gurur duymayı öğrenen, bunun bir sermaye olduğunu öğrenen bir Türkiye.

Irak bu yüzden Türkiye için çok zor bir vakaydı. Özellikle 2010 seçimlerinde seküler Irakiye Hareketinin (Irak Ulusal Hareketi) seçimlerden başarı ile çıkması sonucu, Maliki mezhepçi ayrımcılığı derinleştirecek ve daha da despotlaşacaktı.

Ankara tehlikeyi görüyordu. Irak'ta hem Kürtler hem de Sünniler, Bağdat'tan Maliki'nin despotizmi nedeniyle kopuyordu. Tehlikede olan tek şey Irak'ın ulusal bütünlüğü değildi, bir iç savaşa adım adım giden bir ülkeye komşuluk ediyordu Türkiye.

Bu gidişe dur demenin yolu Maliki'nin gitmesiydi. Bununla beraber Maliki iktidarı altında zülme uğrayan unsurları korumaktı. Yani Kürtler ve Sünniler'e destek vermekti. Ankara, Maliki'nin Irak'ta istikrarsızlığın ana sebebi olduğunu uluslararası kamuoyuna anlatmaya çalıştı. Bu nedenle kendi iç kamuoyunda mezhepçi olmakla suçlandı. Kürtler'e ve Sünniler'e destek verdiği için hem uluslararası aktörler, hem de kendi iç muhalefeti tarafından suçlandı.

Ve bundan bir kaç sene sonra, IŞİD Musul'u işgal etti. Maliki'nin sorumsuz ve despot siyasetinin, mezhepçi yaklaşımının, yolsuzluk üzerine kurduğu düzeninin, Irak'ta sebep olduğu yıkım net bi şekilde  ortaya çıktı.

Irak'ta istikrarsızlığın nedeninin Maliki olduğu herkes tarafından anlaşıldı. Türkiye'nin, Maliki olduğu sürece Irak'ta normalleşme olmaz tezi kazandı. Türkiye'nin güçlendirmeye çalıştığı müteffiki Irak bölgesel Kürt yönetiminin kıymeti anlaşıldı.

Suriye

Ve gelelim, Ankara'nın iflas ettiği konusunda, konu hakkındaki bilgileri ile ters orantıda özgüvenleri olan yorumcular arasında bir mutabakat olan Suriye meselesine.

2011 yılının Mayıs ayında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye'de görmek istediklerinin Beşşar Esad öncülüğünde bir reform olduğunu söyledi. Suriye'nin Ortadoğu'nun en önemli ülkesi olduğunu, Irak, Lübnan ve Filistin gibi üç önemli sorunun ortasında bulunduğunu söyleyen Davutoğlu, Suriye'nin Libya'dan farklı olarak etnik ve mezhep anlamında çok renkli olduğuna işaret etti. Ortada Türkiye, İsrail, Lübnan ve Ürdün gibi ülkeleri etkileyecek sonuçlar doğuracak bir tablonun olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, "bizim için Suriye'nin istikrarı çok önemli" diyecekti. Gerçekten de öyleydi. Türkiye, Esad'ı reform yapmaya ikna etmeye çağırıyor, Türkiye'den farklı heyetler Şam'ı ziyaretediyor ve gösterilerin bastırılmaması ve seçimlere gidilmesi yönünde Esad'ı ikna etmeye çalışıyordu.

Peki ne oldu sonrasında? Neden Türkiye, 2000'lerin başından beri İran ekseninden çıkarıp Batı'ya angaje etmeye çalıştığı, son derece iyi ekonomik ve siyasi ilişkiler kurduğu Esad rejiminden vazgeçecekti?

Elbette bunda Esad'ın reform yapmaya ve katliamlarını durdurmaya niyetinin olmadığının ortaya çıkması etkin bir faktördü. Ancak bir başka faktör, uluslararası kamuoyunun Esad rejimini gayrı meşru olarak ilan etmesi ve Türkiye'den de bu tavrı beklemesiydi.

Türkiye içinde bulunduğu Batı ittifakının politikasına uymak zorundaydı ve uydu. Sadece Türkiye'nin değil, Obama'nın kendi ekibinin bile hesap edemediği şey Obama'nın beceriksiz ve basiretsiz siyaseti oldu. Obama'nın ilk dönem dışişleri bakanı Clinton'ın, Suriye krizindeki kilit adamı Robert Ford'un Obama hükümetinin Suriye politikasındaki tavrına yönelik eleştirilerinin, Türkiye'nin söyledikleri ile paralel olması bir tesadüf değil.

Ankara'nın Batı kamuoyuna gittikçe artan öfkesini, bir de tüm bu veriler ışığında okuyun... Haksız mı?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums