- 18.09.2012 00:00
Bahar aylarının gelmesiyle güzide şehrimiz Beyrut’a olan turist ilgisi arttı. Bu turistlerin hatırı sayılır bir kısmı Türkiyelilerden oluşuyor. Bu son derece olumlu bir gelişme. Türkiye’nin “doğusuna” ilginin artması bu bölgeye olan önyargıları kırmak için çok önemli.
Ancak Beyrut gezinizin hayal kırıklığına dönüşmemesi için yaklaşık iki yıldır Beyrut’ta yaşayan biri olarak size bazı önerilerim olacak. Zira birçok Türkiyeli turist -artık Beyrut nasıl pazarlanıyorsa Türkiye’de- Beyrut’a yanlış beklentiler ile geliyor ve dolayısıyla sükût-u hayale uğruyor. Bu “Beyrut travmasını” yaşayanlar arasında bölge ile aşina insanlar da var. Yani Beyrut’ta kilise gördüğünde şoke olan bir turist profilinin memnuniyetsizliğinden bahsetmiyorum.
Epey entelektüel, gezmeye görmeye meraklı insanlardan ortak şeyler duyuyorum. İstanbul’un gece hayatının, suşicilerinin, kebapçılarının, kafelerinin Beyrut muadillerinden daha iyi olduğu yönünde “eleştiriler” alıyorum. Dürüst olmak gerekirse durum tam da bu! İstanbul gibi artık dünyanın güçlü ekonomilerinden olan yetmiş milyonluk bir ülkenin başkenti elbette Beyrut gibi 30 yıl süren bir iç savaşın yaralarını sarmayı henüz başaramamış, 4.5 milyon nüfuslu bir ülkenin başkenti ile mukayese kabul etmez. İstanbul’un restoranları ve gece hayatı kesinlikle Beyrut’tan daha iyi. İstanbullular farkında mı bilmiyorum ama İstanbul gastronomi veya gece hayatı bakımından dünyanın en “in” ve “hip” merkezlerinden biri. Tam da bu yüzden İstanbul‘a gelen turist sayısı sürekli artıyor. Bu yüzden Türkiye Araplar açısından her sene birkaç kere ziyaret edilmesi “farz” bir ülke olarak telakki ediliyor. Bu yüzden Beyrut-İstanbul uçuşlarının yüzde 80’ini Lübnanlı yolcular oluşturuyor.
Ancak İstanbul’da yediğiniz suşiden daha iyi suşi yemek için neden Beyrut’a gelirsiniz ki? İstanbul’da içtiğiniz kahveden iyisini içmek için Roma’ya gidin. Daha çılgın gece hayatı için İbiza’ya. Huzur arıyorsanız İsviçre Alplerine...
Uzun bir zaman boyunca Türkiyeli orta sınıflar -ve Ortadoğulular da diyebiliriz- için yurtdışına çıkmak Batı’ya gitmek ile eş idi. Türkiyelilerin seyahatten anladığı genelde daha temiz sokaklar, daha havalı restoranlar, daha şık alışveriş merkezleri görmekti. Türkiyeli orta sınıflar için yurt dışı tatili demek biraz da kendi memleketinin “az gelişmişliğinden” kaçmak, muasır medeniyet havası solumaktı.
Bu beklentiyle gerçekleştiriyorsanız Beyrut seyahatinizi elbette memnun kalmazsanız. Siyasi doğruculuk bir yana, İstanbul’dan bakınca Beyrut “İstanbul’un 20-30 sene önceki hali”. İstanbul’a sık sık tatile gelen bir Lübnanlı arkadaşımın deyimiyle “Beyrut İstanbul’un bir semti gibi, ama kesinlikle en güzel semti değil!”
Bir Ortadoğu ülkesinin liberal gece yaşamı İstanbullulara ilginç gelmiyor veya kilise cami yan yana muhabbeti tatmin etmiyor. Fakat, Beyrut’a gelmek için başka sebepler var...
Eğer Ortadoğu’nun en kendine özgü ülkelerinden birini görmek, Ortadoğu tarihini ve siyasetini iliklerinizde hissetmek istiyorsanız, Beyrut’a muhakkak gelin. Dünyanın en ilginç müzelerinden biri olan ve Hizbullah tarafından açık alana inşa edilen “direniş” müzesi Mleeta’yı görmek istiyorsanız, Filistin meselesine ilginiz varsa İsrail kadar Araplara sinirlenmenizi sağlayacak mülteci kamplarını ziyaret etmek istiyorsanız keza öyle.
Veya Ortadoğu’nun en kadim liman kentlerinden olan Sayda veya Trablus’ta Doğu Akdeniz havası solumak istiyorsanız, Haçlı Seferleri’nin izlerini görmek istiyorsanız, Ortadoğu’nun en ilginç gruplarından olan Marunî Hıristiyan köylerinin o güzelim kiliselerini gezmek istiyorsanız, ahlen ve sahlen. Ermeni diasporasının en “Ortadoğu halini” merak ediyorsanız buyurunuz eski mülteci kampı, yeni Ermeni gettosu olan mahallelere. Bir de vişneli kebap yersiniz, afiyet olsun!
Veya Lübnan bayrağına resmini vermiş sedir ağaçlarıyla örülü Dürzü dağlarında bahar keyfi yapmak isterseniz Beyrut’a 45 dakika uzakta Şuf’a gidersiniz. Gitmişken de Beydettin sarayını gezer, İtalyan-Arap karışık mimarisinin keyfini çıkarırsınız. İyi bir tur rehberiniz de varsa size ipek böceklerinin bu bölgedeki hikâyesini de anlatır.
Ortadoğu’nun en popüler ve lüks tatil merkeziyken, Cannes yıldızlarını ağırlamaktan amansız bir iç savaşın içine düşmüş; birbirini öldüren komşuların trajedisine sahne olmuş; ama bir şekilde hayata devam eden, acımasız siyasetlere direnen, mermi delikli binaların arasında, biraz yapay, ama şık bir şehir merkezi kuran Beyrut’u bence mutlaka ziyaret edin. Beyrutluların neşesine, misafirperverliklerine, sevimli gamsızlıklarına bakıp bu insanlar nasıl birbirlerini öldürmüş olabilir diye sormak için, her taksiciden bambaşka bir Ortadoğu siyaseti dinlemek için, Beyrut’un sofistike bar filozofları ile her biri bir üniversite dersi niteliğinde olan muhabbetlere ortak olmak için gelin, pişman olmayacaksınız!
Ama lüks alışveriş merkezi, güzel kahve, şık kebapçıysa derdiniz, zahmet etmeyin. Zira İstanbul Beyrut’tan çok daha “Ortadoğu’nun Paris’i.”
cerenkenar@gmail.com
Yorum Yap