Ekmek yok pasta da yasak

  • 28.01.2012 00:00

Özellikle seçim dönemi geldiğinde İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki karne uygulaması hep hatırlanır ve hatırlatılır. CHP’nin geçmiş günahlarına bir ek daha yapılır. Ama karneyi de tartıya koymanın sırasıdır.

1939 yılının Eylül ayında Avrupa’da patlak veren ve hızla genişleme eğilimi göstererek kısa sürede dünyanın dört bir yanına yayılan İkinci Dünya Savaşı’nın çok geçmeden Türkiye ekonomisi üzerinde de önemli ve derin etkilerini göstereceğini tahmin etmek ilk dünya savaşının tecrübesiyle de hiç güç değildi. Bu gerçeği ve tecrübeyi değerlendiren Refik Saydam Hükûmeti, savaşın çıkışından çok kısa bir süre sonra, 18 Ocak 1940’da Millî Korunma Kanunu’nu (MKK) meclisten hızla geçirdi. Yasada, hâli hazırdaki özel duruma atıfta bulunuluyor; savaşın etkilerine karşı ekonomik bakımdan da yeni önlemler alınmak istendiği vurgulanıyordu.  “Fevkalade hâllerde devletin bünyesini iktisat ve millî müdafaa bakımından takviye maksadıyla” hükûmete olağanüstü görev ve yetkiler verilmekteydi. Saydam Hükûmeti, hiç zaman kaybetmemiş ve 19 Şubat 1940 tarihli hükûmet toplantısında  yasayı uygulamaya koymaya karar vermişti.

Buğday ununa kısıtlama

MKK’ya göre; hükûmet halkın ve milli savunmanın kesin ihtiyacı olan gerekli maddelerin tüketim miktarını gerektiğinde saptamaya ve sınırlandırmaya yetkiliydi. Bu madde, daha sonra 1945 yılına dek üç kez değiştirilecek ve kapsamı genişletilecekse de, özünde herhangi bir değişikliğe uğramayacaktır. Tarımsal alandaki üretim yetersizliği nedeniyle hükûmet yasanın bu maddesine dayanarak 18 Şubat 1941 tarihinde tek tip ekmek çıkarılmasına karar verdi. Bu kararda ekmek çeşnisi de saptanmıştı. Örneğin; 22 Şubat 1941 tarihli Ulus gazetesi, Ankara, İstanbul ve İzmir’de tek tip ekmeğe % 15 oranında çavdar karıştırılacağını haber veriyordu. Ancak üretim darlığı, ekmek çeşnisinin sık sık değişmesi sonucunu doğuracaktır.

Şevket Süreyya Aydemir şöyle yazıyor: “Mesela İzmir’de palamutun, küspenin una karıştırılmasını gerektiren tedbirler alınmak zorunda kalınıyordu. İzmir valisi, bir gün bana İzmir’de kasasını açarak: ‘İşte dün fırınlardan çıkan bu! Bir tanesini hatıra olarak saklayacağım!” diyerek, taşla moloz arası kara bir hamur, daha doğrusu çamur parçası göstermişti.” Hatta buğday unundan bazı maddelerin (pasta, çörek vs.) yapımı ve satışı yine bu sıralarda yasaklanmış; bu yasak ancak 1944 yılı sonlarında, o da ancak bazı koşullarla kaldırılmıştı.

Karneyle ekmek satışı

Nihâyet 1942 yılı başında buğday üretimindeki düşüş nedeniyle büyük kentlerde ekmek tüketimini sınırlandırmak amacıyla karne uygulamasına geçildi. “Ekmek ve ekmeklik hububat” tüketiminin sınırlandırılmasına ilişkin kararda, ekmeğin “kart usûlü” ile dağıtılacağı; 7 yaşına kadar olan çocuklara günde 187,5 gram, 7 yaşından yukarı olanlara 375 gram ve ağır işçilere de 750 gram ekmek dağıtılacağı öngörülmüştü. Karara göre, karne dağıtımı yerel belediyelerce yapılacak ve eğer köylerde karne uygulaması olursa herkese günde 300 gram ekmek dağıtılacaktı.

Önce 11 Ocak 1942’de Ankara’da ve bundan iki gün sonra da İstanbul’da ekmek karnelerinin dağıtımına başlandı. Karne karşılığında ekmek dağıtımına ise 17 Ocak’ta başlanacaktır. Üretim düşüklüğü nedeniyle 13 Nisan 1942’de günlük ekmek istihkâkı 7 yaşından büyükler için 175 grama inmiş, Mayıs ayında ise 150 gram olmuştu. İstihkâk miktarı ancak 1 Eylül 1944’ten itibaren; 7 yaşına kadar çocuklarla 7 yaşından büyükler için yeniden 375 gram olacak, bu miktar ağır işçiler için ise 750 grama kadar yükselecektir. 1945 yılı Ocak ayından itibaren de bu rakamlar sırasıyla 450 ve 900 gram olacaktır. Metin Toker şöyle yazıyor: “Şimdi aradan geçen yılların sonunda o günleri hatırlıyorum. Evlerde ekmek kavgaları, kim daha çok yedi, kim daha az yedi tartışmaları hiç eksik olmazdı. ‘Ağır işçi’ karneleri sözümona kollarıyla çalışanların karınlarını biraz daha iyi doyurmak içindi, ama bunlar karaborsada bol bol satılmaktaydı. Hatta francala bile bulmak bedelini ödedikten sonra pekâlâ kâbildi. Halk ile memur iki sınıf hâlinde birbirlerinden ayrılmıştı ve devlet, kendi memurunu kısmen koruyabilmenin gayreti içindeydi. Bunun aslında halkı, memurdan yani devletten daha fazla ayırdığının farkında değildi. Sümerbank’ın memurlara verdiği kumaş ve ayakkabılar, ucuz fiyatlarıyla tamah çekiyorlardı. Şeker için memurlara ve halka değişik bedel ödetiliyordu. Halbuki bunları almak da bir meseleydi ve nüfus cüzdanlarının başındaki beyaz sayfalar çeteleye dönmüştü.”

Sahtecilik ve suistimaller

Ekmek karnesinde tahrifat yapanlara ya da kendisine ait olmayan karne kullananlara üç yıla dek hapis cezası verileceği 7 Şubat 1942 tarihli Ulus gazetesinde açıklanmıştı. Yine Şevket Süreyya Aydemir şöyle yazıyor:    “Haydarpaşa istasyonunda tesadüfen hamalın sırtından düşerek parçalanan bir sandıktan dökülen binlerce sahte ‘ağır işçi ekmek karneleri’ni bastıran ve dağıtan dolandırıcı: ‘Bu sahte vesikalar tam taklit sayılmaz. Çünkü şu köşedeki çizgilerden birisi tam aslına benzemiyor’ gerekçesiyle ve hiç tutuklanmadan hemen serbest bırakılıyordu.”

Dağıtımı karne ile yapılan tek mal elbette sadece ekmek değildi. 14 Mayıs 1942’de tarihinde karar altına alındığı şekilde Halk Dağıtma Birlikleri’nin görev ve amaçları arasında hükûmetçe dağıtımı karneye bağlanmış olan maddelerin kartlarının halka dağıtımı da vardı. Dönemin basın koleksiyonları şu tür haberlerle doludur: “Küçükpazar’da Mehmet adında biri 77 tane günlük ekmek kuponunu satarken yakalandı.” (Ulus, 16 Nisan 1942); “Karnesiz ekmek satan kimseler yakalandı.” (Ulus, 30 Mayıs 1942).

MESELE TEK BAŞINA KARNE DEĞİLDİR

Siyasette zaman zaman demagojik tartışmalar görülmesi bir anlamda doğaldır; yine de tarihi tartışmak biraz da güncel siyasetin dışına çıkılmasını gerektirir. Güncel siyasî konjonktürün ortaya çıkardığı bakış açıları tarihsel geçmişin değerlendirilmesinde çok kez terazinin dengesinin bozulmasına da yol açabilir. Bu bakımdan daha soğukkanlı ve mesafeli bakışlar, güncel siyasetin zaman zaman yakıcı sıcağına karşı güvence de sağlar. Savaş yıllarında bütün ülkelerde karne uygulaması görüldü. Yeterli üretimin olmadığı ya da üretimin savaşın önceliklerine yöneldiği bir sırada elbette tüketim maddelerinin sınırlandırılmasından başka bir yol bulunamazdı. Sorun, ekmeği ya da başkaca basit tüketim malzemelerini karneye bağlamak değildi. Sorun, toplumda çekilen sıkıntıların olabildiğince âdil ölçülerde dağıtıldığının hissedilmesini sağlamaktı. Maalesef idari uygulamalar, bunu başarmaktan uzak kalacaktır. Geniş halk yığınları, gerek yüksek enflasyonun getirdiği hayat pahalılığından, gerekse karaborsanın genişliğinden dolayı hayli sıkıntı çekti. Diğer yandan, elbette bu sıkıntıları istismar eden ve böylece çok para kazanan bir kesim de vardı. Herşey halkın gözü önünde olduğundan, bütün bunların faturası hükûmete yükleniyordu. Hükûmetin işin içinden çıkabilmek için aldığı bütün kararlar, masa başında öngörülenlerin aksine çıkıyor; idari cihazlar, bu olağanüstü koşullarda alınan ekonomik ve sosyal önlemlerin hayata geçirilmesini sağlayabilecek kalite ve nitelikte olmadığını açığa vuruyordu. Fiyatlar almış başını gitmişti. Devletin narh uygulaması sadece karaborsanın daha da canlanması anlamına geliyordu. Denetimin adı var, kendisi ise yok gibiydi. Dağıtım mekanizmaları felç olmuştu. Memur zihniyeti içinde yeni bir nizam tesis etmeye tabiî ki imkân yoktu. 

HALKIN HAFIZASINDA ÇÖKEN DEVLET RESMİ KALDI

Zaten olağan koşullarda dahi mekanizmaları iyi işlemeyen, yavaş çalışan ve kırtasiyeci yöntemlerle iş gören devlet-hükûmet-bürokrasi çarkı, çeşitli zamanlarda ve her yönden sürekli şikâyet konusu iken, aynı devlet örgütü ile yeni bir devlet müdahaleciliği sistemi kurmaya çalışmak elbette bağdaşamazdı. Eski örgütlenmeye, yani bürokrasiye bırakılan kararlar ya çok geç çıkıyor ya da çıktığında artık bir etkisi de kalmamış oluyordu. Sorun, elde var olan imkânlardan ne ölçüde yararlanılabildiğiydi. Ve bundan da yararlanmak mümkün olamamıştı. Devletin müdahale ve denetimi altındaki ekonominin değişik alanları, eski örgütlenmenin çalışma yöntem ve mekanizmaları içinde kısa zamanda çıkmaza sürükleniyor ya da tamamen felç oluyor, kısaca çarklar boşlukta dönüyordu. Hatta çok kez çarklar birbirinin içine geçerek, birbirlerinin çalışmasına da engel oluyordu. Halkın hafızasında kalan resim bu olacaktır.

BAŞBAKAN REFİK SAYDAM GERÇEĞİ GÖRÜYORDU

1942 yılında şöyle diyordu: “Fikrim şudur: Bugün harbin başladığı günden beri yaptığımız tedbirlerle görüyorum ki, devlet teşkilâtı A’dan Z’ye kadar baştan başa bu memleketin ihtiyacı ile telif edilebilecek şekilde tebdil edilmek lazımdır. Bu teşkilatı behemehal yenileştirmek mecburiyeti vardır. Behemehal dinamik ve teknik kabiliyetli tam bir devlet teşkilâtına mutlak ihtiyaç vardır.” Bu saptamaların aradan geçen 70 yıldan sonra güncelliğini korumaya devam etmediğini söylemek mümkün müdür? Hele üstat Çetin Altan’ın uzun yıllardan beri hep söyleyegeldiği gibi, kabuk devletten teknik devlete geçiş süreci acaba daha ne kadar zamanımızı alacak?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums