- 7.01.2012 00:00
2012’nin yeni anayasa yılı olacağını söyleyenler de var gerçi, ama bu söylemin gerçekçi olmayıp, daha çok gönüllere seslendiğini de kabul etmeliyiz galiba. Bu konjonktürde yeni anayasa yapımı bir hayli zor görünüyor.
Yeni anayasa yapımı projesi seçimlerden önce, hele geçen anayasa referandumu civarında bayağı heyecan yaratmıştı; seçim gecesi alınan sonuçlarla birlikte bu heyecanın hızla söndüğüne tanık olduk. Tam bir yıl önce yazdığım bir yazıda; anayasa yapmanın siyasî bir süreç olduğunu ve siyasî güç dengeleriyle siyasî mücadelenin bileşkesinde kendisine yol açabileceğini belirtmiştim. Dahası, yeni anayasanın yapım sürecinde farklı grupların alacakları pozisyonların 12 Eylül referandumunda zaten belirlenmiş olduğunu da yazmıştım. Önümüzdeki yakın süreçte bu konumların değişeceğini ummanın da doğru bir beklenti olmayacağını öngörmüştüm. İşin aslı diye yazmıştım, Türkiye’de seçmen kitlesi içinde en az üçte birlik bir kısım, anayasa yapma süreci ile hiç ilgili değildir; üstelik önümüzdeki dönemin temel siyasal mücadelesini bu alanda vermeye hazırlanmaktadır. Bu geniş seçmen kitlesine ulaşmak ve seslenmek imkânı bugünkü siyasal pozisyonlar değişmeden olanaksızdır. Dahası hayaldir. Hayallerle siyaset olmaz.
Herkes farklı şeyler istiyor
Geriye kalan ve en iyi ihtimalle üçte iki oranını kapsayacak seçmen kitlesi açısından anayasa projesi belki üzerinde konuşulabilir bir meseledir. Bir an için iyimser olanlara hak versem dahi, bu geniş yığının içinde de daha en başında çok farklı anayasalar öngörüldüğünü ve görüleceğini hesap etmek için kâhin olmak gerekmez. Bu bakımdan bu geniş kitle içinde de hızlı bir ayrışma söz konusu olacaktır. Yakın gelecekte bir anayasa projesi ortaya koyabilecek ve siyasal temsil bakımından da göreli olarak kuvvetli gruplar, somut olarak AKP ve BDP’dir. Bunun dışında 12 Eylül referandumunda evetçi kanatta yer almayı tercih edenler nispeten marjinal konumdadır. Yani çok farklı projelerden söz ediyoruz. Bu farklı projelerin bir araya gelmesi de sorunlu bir sürece işaret etmektedir. Diğer yandan, tek başına BDP’nin maksimalist talepleri, anayasa yapımı sürecinin ne denli çetrefil olacağının bir başka işareti olarak kabul edilmelidir. AK Parti’nin de gündemindeki projenin tam olarak ne olacağı henüz belirsizdir. Eğer bir süre sonra anayasa projesinden tamamen vazgeçilmezse (siyasette bazen böyle “küçük” sürprizlerle karşılaşmak da mümkündür), nihayet bu mevzun görüşülmesi, yine AK Parti’nin tutumundan bağımsız ele alınamaz.
Rakamlar siyaseti tayin eder genellikle
Seçim sonuçları maalesef iktidar partisinin tek başına bir anayasa yapabilme imkânını elinden aldı. Bu sonuç aslında Ergenekon sevdalılarının seçimdeki yegane başarısı olarak kaydedilmelidir; AK Parti’nin seçimlerde birazcık törpülenmesinden yana olan Ergenekon karşıtı grupların da beklentisi meclisteki üyelikler açısından gerçekleşmiş oldu; ancak bunun sonucu yeni bir anayasa projesine elveda demekti. Nitekim öyle de oldu ve olacak. AK Parti, anayasa meselesinde sıkıştı kaldı; burada bir ilerleme olmadan da başkaca çetrefilli alanlarda hamle yapma inisiyatifi daralmış olduğundan, siyasette ileri adım atması güçleşti; sanırım seçimler sonrasında görülen siyasî zaaflar ve hareketsizlik bunun da bir sonucudur. Tek başına anayasa yapılamıyorsa, hep birlikte hiç yapılamayacak demektir. Fakat AK Parti yeni anayasaya o kadar angaje oldu ki, bir hamlede bundan vazgeçmesi de mümkün değil. Bu bakımdan mecliste özel bir komisyon kurarak bütün partilerin veto hakkını elinde tuttuğu orta sahada top dolaştırmayı tercih etti. Buradan karar çıkması BM güvenlik konseyinden hassas bir konuda karar çıkması kadar olasıdır. Mesela İsrail’i kınayan ve yaptırım uygulayan bir kararın çıkması ne kadar olası ise o kadar. Diğer partiler de, işin başında oyun bozan konumuna sürüklenmemek için ve zaten orta sahadaki topun gol olma imkanı da bulunmadığından bu sahnede rol almayı reddetmek için neden bulamadılar.
Orta saha mücadelesinde TOP NEREDE?
AK Parti, yeni anayasa için bütün partilerin onayını alma koşulunu kabullenmekle, zaten bu projeden feragat ettiğini açığa vurmuş oldu; lâkin siyasette yapılamayanların sorumluluğunu karşı tarafa atabilmek de gerekir. Şimdi bütün partiler, ellerine geçen ilk fırsatta, kamuoyu gözünde kendilerini aklayabilecek bir uygun anda, karşı tarafın uzlaşmaz tutumunu gerekçe göstererek, kendilerini bir süre sonra yeniden savunma konumuna geri çekilecekler. İktidar partisi açısından sorun basit, seçmen kitlesine dönerek, muhalefetin kendisini engellediğinden şikâyetçi olacak; muhalefet iktidarın samimiyetsizliğinden dem vururken, bu sefer de anayasa meselesinin raftan indirilmesini kutlayacak.
Toplumdan yeterince ses de gelmeyebilir!
Tek başına toplumdan yeni öneriler talep edilmesi bile komik; sanki otuz yıldan beri seslendirilmiş olandan daha farklı bir ses çıkacakmış gibi. Belki de bu çağrıya yeterince yanıt gelmediğine bakarak komisyon, toplumda yeni bir anayasa talep edilmediği gibi bir sonuca da varabilir! Sanki toplumun bütün eğilimleri hiç bilinmiyormuş da, ilk kez anlaşılacakmış gibi alınan tutumlar, işin ciddiyetini zaten daha başından torpilledi bile. Aslında çağrının heyecansız karşılığı, bunca zamandır seslendirilen ve dillendirilen taleplerin kör kuyuda cansız yatmasından kaynaklanıyor. Şimdi çok kez bunların yeniden seslendirilmesi talebi, insanlarda genellikle can sıkıntısı yaratmaktan öteye geçemeyebilir. Komisyon, bunu yapmak yerine, bunca zamandır seslendirilmiş olan talepleri internet ortamında saptamayı tercih etmiş olsaydı, hem vakit kazanmış olurdu, hem de gereksiz yere kimseyi meşgul etmemiş olurdu. Zaten komisyonun her adımının yavaş çekim misali atılıyor olması, hiçbir heyecan verici açıklamada bulunmamış olması, bizzat kendisinin bir metin hazırlamaya kalkışmaması, en azından bir ilkeler bütünü konusunda dahi görüşmelerini yoğunlaştırmaması, evet bütün bunlar, durumun umutsuzluğunu açıkça gösteriyor; tabiî sadece görmek isteyenlere. Gerçeği görmenin zamanıdır; AK Parti, iki kez 2002 ve 2007 seçimlerinden sonra yeni bir anayasa yapımı için rakamsal üstünlüğü yakalamıştı; fakat bu imkândan siyasal koşulların elvermemesi yüzünden yararlanamadı; son anda 12 Eylül referandumu bu imkânın küçük bir kısmının kullanılmasıyla son buldu. Paradoksa bakınız ki, artık siyasal koşullar uygun, ne var ki rakamsal çoğunluk bulunmadığından, bu imkândan yararlanmak imkânsız. Tarih böyledir işte, olmadık zamanda paradokslar yaratır ve çözüm çok kez imkânsızdır.
Eski metinde restorasyon olabilir
MADEM öyle; AKP 1982 anayasasını her maddesi için ayrı bir siyasî ittifak kurarak değiştirme imkânını neden kullanmasın? Bu daha güç bir yol değil, belki de uzaktan bakıldığında öyle gelebilir. AKP, bazı maddelerin kaldırılmasında, bazılarının da değiştirilmesinde bazen CHP’yi, bazen MHP’yi, bazen her ikisini de yanına alarak bir yeni düzenleme imkânı bulabilir; en azından bu yolu denemelidir. Evet biliyorum, anayasanın pek çok hükmü her iki parti tarafından da saklı tutulmak istenecektir; her parti ayrı bir hükmü savunacaktır; fakat buna rağmen bazı maddeler için uzlaşma sağlanabilir. Mesela, genelkurmay başkanlığının milli savunmaya bağlanmasında CHP de, MHP de destek verebilir. MGK’nın tamamen lağvedilmesine ve güvenlikle ilgili konuların hükûmetin inisiyatifine bırakılmasına MHP de, CHP de ses çıkarmayabilir. Yine yüksek öğretim kurumlarıyla ilgili hükümler, özellikle YÖK anayasa hükmü olmaktan kolayca çıkarılabilir. Atatürk Dil Kültür Tarih Kurumu anayasadan çıkarlabilir. Askerî yargı ile ilgili yeni düzenleme gündeme getirilebilir. Ekonomik ve sosyal konsey gibi korporatist yapılar tamamen kaldırılabilir. Bu değişiklikler muhalefet partilerinin tamamını ya da bir kısmını zaman zaman içine alarak gerçekleştirilebilir, referanduma gitme zorunluluğu da doğurmayacağından siyasette dalgalanma riski de içermez. CHP de, MHP de zamanında bu konularda kendilerini bağlayacak sözler vermişlerdi, şimdi bu sözlerin yerine getirilmesi istenebilir. Hatta AK Parti’nin bir anayasa değişikliğinde tek başına desteğini almayı asla tercih etmeyeceği BDP bile bazı hükümlerin değiştirilmesine katılabilir; ama bundan emin değilim, çünkü genel politikası onun iktidarın inisiyatifini desteklemesine tamamen engel olacaktır; tıpkı 12 Eylül referandumunda olduğu gibi.
Gönül kırıklıklarını bir kenara bırakma zamanı
OLMAYACAK işlerin peşinde koşmaktansa, daha küçük yapılabilir işlerin peşine düşmek evlâdır diye düşünürüm. Gönül kırıklıklarını bir yana bırakmanın zamanıdır artık; siyaset yapılabilir olanı yapabilmenin sanatıysa eğer, bazı projeleri daha uygun zamana terk etmenin de günü gelmiş demektir. AK Parti, bunca söylemden sonra elbette anayasa yapımı projesinden tek başına cayamaz; yapabileceği tek siyasî gösteri, kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle sonunda başarısız kılındığını seçmen tabanına izah edebileceği bir sonuç yakalamaktan ibarettir. Anlayacağınız bu orta saha maçta herkes kendi tribününe, kendi seçmenine oynamaktadır; ikna çabaları bu bakımdan hayli kolaydır. Bu koşullarda AK Parti’den beklenti çıtası kendiliğinden düşecektir kaçınılmaz olarak; fakat hiç olmazsa bütün oyun boyunca sıkıntıdan patlayan izleyicilere, oyunun sona ermesinden sonra, uzatmalarda olsun, iktidarın yeni bir öneride bulunmasını beklemek hakkımız olmalıdır. AK Parti, bu aşamada diğer partilerin bu süreçte belki de telâffuz edecekleri noktalarda mevcut anayasanın üzerinden geçmeyi önerebilir. Bu öneriden kaçınmak artık bu aşamada muhalefet partileri açısından güç olacağından; nihayet bazı hükümlerin kaldırılmasında, bazılarının yeniden düzenlenmesinde mutabakat hâsıl olabilir. Bu sonuç, sadece iktidarın başarısı sayılmayacağından, bütün partiler açısından kendi seçmen tabanlarına karşı kullanabilecekleri önemli bir siyasî yatırım da olabilir.
Yorum Yap