Yassıada kararları darbenin kaçınılmaz sonucudur

  • 17.09.2011 00:00

Olmayabilirdi diyenlere karşı diyeceğim şu ki, darbe kendi meşruiyetini ve haklılığını gösterebilmek için eski iktidarı yargılamak ve mahkûm etmek zorundaydı.

Yassıada kararları farklı olabilir miydi? O günden bu yana hayli sık sorulan sorulardan biri de budur. Eğer tarihi sadece politik figürlerin özgür iradelerinden hareketle değil de, politikanın kendine has kurallarıyla da yeniden kuracaksak olursak, belki bu soruya daha soğukkanlı bir yanıt bulma imkânımız olur.

Başlangıç anayasa değişikliğiyle oldu

Darbeciler önce eski iktidarın ihlâl ettiğini ileri sürdükleri anayasayı değiştirerek işe başladı. 2 Haziran 1960 tarihli yasaya göre, anayasa (daha doğrusu artık eski anayasa) iktidar partisi idarecileri tarafından çiğnenmişti. “Türk milletinin bütün fert ve insanlık hak ve hürriyetleri ve masuniyetleri” ortadan kaldırılmış, muhalefet denetimi işletilmez hâle getirilmiş, “tek-parti diktatoryası” (kulağa tanıdık geldi mi?) kurulmuş, TBMM fiilen bir parti grubu konumuna sokulmuştu. Bütün bunlar eski iktidarın meşruluğunu yitirmesine neden olmuştu. Bunun üzerine ordu dahili iç hizmet kanununun 34. maddesi gereğince (artık 35. madde), “Türk yurdunu” ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türk Cumhuriyeti’ni (dikkat: Türkiye Cumhuriyeti denilmiyor) “korumak ve kollamak” için harekete geçmiş, “vatandaşı birbirine düşürmek suretiyle Türk vatanını ve millî varlığı tehlikeye koymuş olan eski iktidara karşı bu mukaddes kanunî vazifesini yerine getirmek ve hukuk devletini yeniden kurmak için Türk milleti adına harekete geçerek, milleti temsil vasfını kaybetmiş olan meclisi dağıtıp, iktidarı geçici olarak Millî Birlik Komitesi’ne emanet etmişti.”

Peki, eski iktidarı kim yargılayacak?

Eski anayasada bunun açık yanıtı vardı; fakat darbeciler anayasanın ilgili hükümlerini değiştirmeyi tercih ettiler. Bunun yerine yeni hükümler yine anayasa değişikliğiyle tesis edildi: Eski Cumhurbaşkanı ile başbakanı, hükûmet üyelerini, bakanları, iktidar milletvekilleri ile çok daha geniş bir ifadeyle kaleme alındığı şekliyle “ve bunların suçlarına iştirâk edenleri” yargılamak üzere Yüksek Adalet Divanı’nın (YAD) kurulacağı öngörüldü. YAD, özel bir mahkemeydi ve değiştirilen anayasaya göre, adlî, idarî ve askerî yargıya mensup yargıçlar arasından hükûmetçe önerilerek MBK tarafından seçilecek üyelerden oluşacaktı. Yani darbe, kendi mahkemesini de, yargıçlarını da kendisi seçiyordu. YAD’ın başsavcısı ile yardımcıları da yine aynı şekilde önerilecek ve MBK tarafından atanacaktı. Değiştirilen anayasaya göre yargılanmaları Yüce Divan’a bırakılmış olan kişiler için soruşturma ve yargılama yetkisi YAD ile Yüksek Soruşturma Kurulu (YSK) tarafından kullanılacaktı.

İyi de, yargılama süreci nasıl olacak?

YAD seçildikten sonra sıra hukuk prosedürüne geliyordu ki, artık bunları ayrıntı sayabiliriz. Önce sanıkların sorumluluklarını araştırmak ve haklarında son soruşturma açılarak YAD’a verilmeleri gerekip gerekmediğine karar vermek üzere YSK oluşturulacaktı. YSK da, yine hükûmetin önerisi üzerine MBK tarafından atanacaktı. Bu konuda da darbeciler güvendikleri isimleri soruşturmacı olarak atamayı tercih etmişlerdi. YAD kararları kesindi. Fakat idam kararlarının infazı MBK’nin onayına tâbi bırakılmıştı ki, bu politik açıdan açık bir kapı bırakıldığı anlamına geliyordu.

Hükümler nasıl infaz edilecek?

Değiştirilen anayasaya göre; Devlet Başkanı (ki Cemal Gürsel kast ediliyordu), hükûmetin önerisi üzerine, hükümlülerin cezalarını devamlı sakatlık ya da yaşlılık gibi nedenlerle kaldırabilme ya da hafifletebilme yetkisine sahipti; ancak bu yetki, “devrilen iktidar zamanında işlenen siyasî suçlardan veya siyasî maksatlı katil ve müessir fiillerden veya görevi kötüye kullanma, irtikâp, nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle ve başka yollarla haksız servet yapmaktan hüküm giyenler hakkında” kullanılamazdı.  Dolayısıyla Gürsel’in kararları etkileme gücü en azından kâğıt üzerinde bulunmuyordu.

Haksız servet edinmelere karşı önlem

MBK, yine değiştirilen anayasaya göre, gerekli gördüğü kişilerden mal beyanında bulunulmasını isteyebilirdi. “Eski iktidar mensuplarından kendilerinin ve yakınlarının servetlerini meşru yollardan edindiklerini mahkemede ispat edemeyenler hakkında” anayasada bulunan “müsadere yasağı” uygulanmayacaktı. Bunun anlamı, hakkında suistimal sonucunda servet edindiği yönünde iddialar bulunan kişiler, bu iddiaların aksini kanıtlamakla yükümlüydüler; eğer mahkemece aklanmazlarsa servetlerine el konulacaktı. Son zamanlarda herkes mahkûm oluncaya kadar suçsuz sayılır yönündeki ana ilkeye gönderme yapanların, suçsuzluğunu ispatla yükümlü olanlar için ne söyleyecekleri ise henüz bilinmemektedir!

Neden böyle oldu?

 Bütün bu hukukî formülasyonlar, aslında darbecilerin siyasal zihin dünyasını yansıtıyordu. Elbette darbe, DP iktidarına karşı yapılmıştı. Bu nedenle darbenin haklılığı, ancak eski iktidara yönelik son yıllarda dalga dalga büyüyerek yayılan iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasıyla doğru orantılıydı. Darbe, bunu gerçekleştiremediği ve eski iktidara yönelik iddialarını doğrulayamadığı sürece, kamuoyunun önemli bir kesimi üzerinde haklılığını kanıtlayamazdı. Bu bakımdan eski iktidarın muhakkak yargılanması lâzımdı. Bu yargı süreci politik bakımdan darbecilerin siyasî meşruluğunu sağlayacak ve taşıyacaktı. Fakat yargılamaların eski hukuk süreçleri içinde gerçekleşmesi darbeciler açısından yeterli ölçüde güvenilir sayılamazdı. Mahkemelerin ve yargıçların, hatta savcıların yeni iktidarın denetiminde olmadığı bir hukuksal süreç, politik bakımından bu anlattıklarımı gerçekleştirmek açısından hayli riskli görülmüştü ve bu nedenle soruşturma ve yargılama süreçleri bütünüyle denetim, bir anlamda garanti altına alınmak istenmişti. Bugün geriye bakıldığında artık yargılamaların bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda yazmak beyhude bir çaba olur.

Başka nasıl olabilirdi?

Yassıada kararları bugün elimizde bulunan şeklinin dışında olamazdı. Politikanın kuralları buna izin vermezdi. Darbe kendini aklamak adına muhakkak eski iktidarı mahkûm etmek zorundaydı. Bir an için düşünün lütfen; yargılamalar sonucunda bütün eski iktidar mensuplarının beraat ettiğini ya da bir suç unsuruna rastlanmadığına dair bir mahkeme kararının kamuoyuna sunulduğunu. Bu belki yargı sürecinin çok uzun yıllara yayılması ve kararın açıklanmasının bambaşka siyasal koşullarda gerçekleşmesi ile mümkün olabilirdi. Fakat darbenin meşruluğunu sağlaması ancak kısa zamanda alınacak kararlara tâbi olduğundan, yargı safhasının uzaması politik bakımından doğru ve uygun olmazdı; onun için hızlı bir yargılama oldu. Özellikle anayasayı ihlâl davası idam kararlarına giden yolda en önemli etkendi. Ceza yasasına göre, sorumlularının idam cezası almasını engelleyecek hiçbir neden yoktu. Darbeden önce mecliste kurulan soruşturma kurulları (tahkikât encümeni) anayasal çerçevenin dışında yetkilerle donandığı iddiasıyla anayasayı ihlâle somut gerekçe olarak sunuldu ve benimsendi.

İdam kararları ve sonrası

Bundan sonrası alacakaranlık kuşağıdır: Elimizde idam kararlarının MBK toplantısında kimlerce nasıl tartışılıp görüşüldüğüne ilişkin bir tutanak bulunmamaktadır. MBK toplantı tutanaklarının yayınlanmış olmasına rağmen; bu konuda tutanak bulunmamaktadır. Benim yayına hazırladığı “27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları”nda da benzer bir durum vardır; hükûmet toplantısında bir görüşme olmuş olsa bile, tutanağı tutulmamıştır. Bu bakımdan kimlerin niçin idam kararları lehinde ya da aleyhinde tutum aldığını bilemiyoruz. Fakat anılar var tabiî ki. Bir de her yıldönümünde eski darbecilerin basına yansıyan açıklamaları, yazıları ve hatta birbirleriyle olan polemikleri ve tartışmaları da var. Fakat bunlar çelişkilidir. İdamların gerçekleştiği sırada ve kısa süre sonrasında idamlardan yana tutum aldığını belirtebilecek belki de pek çok isim, aradan geçen yıllardan sonra eski tutumlarını artık unutmak ve unutturmak istemiş olabilirler. Tarihte böyle çok örnek vardır. Fakat bildiğimiz bir gerçek var ki, idamların önlenmesi için harcanan çabalar zayıf kaldı. Bu çabaların ne denli güçlü olduğu sorusuna verilecek yanıt için daha epey tartışma yapılacağını öngörmek ise kâhinliği gerektirmez.

İdamların olmadığı 27 Mayıs’ı hatırlamak zor

Eğer idamlar olmasaydı; 27 Mayıs bugünkü 27 Mayıs olmaktan çok farklı olurdu. Ne olursa olsun, 27 Mayıs toplumsal ve siyasal hafızada hep Yassıada ve idamlarla eşitlendi. Geriye kalanlar küçük ayrıntılar olarak hafızaların ince süzgeçlerinde takılıp kalmadı. Travma idamlardı. Darbe idamlarla özdeşleşti. İdamların yerini, diğer örnekler gibi, müebbetler ya da ağır hapis cezaları alsaydı; ve bir süre sonra meselâ 1960’ların sonlarına doğru eski iktidar mensupları affa uğramış olsalardı da, 27 Mayıs yine bugünkü gibi anılır mıydı? Ben hayli öznel bir yanıt vermeye hazırım: hiç sanmıyorum. Yargılamalar ve kararlar üzerine bugün de süren sonu gelmeyen siyasal ve hukuksal tartışmalar devam ediyor olurdu; bugün artık hayatta olmayacak olan politik figürlerin müdafii ve hasmı olanlar sürüyor olurdu; fakat bütün bunlar bir kan davasının dışında cereyan ediyor olacaktı. Bu takdirde geçmişteki bu yarılmanın niteliği, uzun yıllar sürecek politik polarizasyonlarının kimliğini de değiştirebilecekti. Fakat baştaki tezimle ters düşmek istemem: hayır, böyle bir ihtimal yoktu; hiç olmadı. Darbe, darbecileri de mahkûm etti; hep eder ve hep de edecektir!

Cemal Gürsel ne diyor?

“Bu muhakeme işlerinin süratlendirilmesi hakkında umumî bir arzu var. Benim hissiyatıma göre bu tahriki yapan [Cumhuriyet] Halk Partisi’dir. Açıkça konuşayım… Bunun hedefi de şudur: Bütün işler bizim tarafımızdan halledilsin, temizlensin… Kendileri muhakkak kazanacakların[d]a[n] emin oldukları için, işin başına geldikleri zaman diyecekler ki, “İşte biz sizi ikâz ettik. Dinlemediniz… Başınıza bu geldi. İhtilâl hükûmeti de bunları gördü ve sizi cezalandırdı. Bunda bizim hiçbir sui taksirimiz yoktur.” Neticede [bu] güzel koltukları onlara takdim edip ayrılacağım.

Şimdi, bu, gayri hukukî ve [gayri] ahlâkî bir taktiktir. Hakikat şudur ki, [Cumhuriyet] Halk Partisi ve diğer partiler, tam bir adalet hissiyle ve dürüstlükle hareket etmiş olsalar, mesele yoktur. Esas, buna ait kararların millî irade tahakkuk ettikten sonra kurulacak [olan] hükûmet tarafından yapılmasını savunmaktır. Eğer onlarda bir fikri salim olsa, bunu savunurlar. Meselâ, ben dışarıda olsam, buna sevinirdim. “İhtilâl hükûmeti vazifesini yapmıştır” derdim. Fakat büyük cürümleri olan birçok insanların muhakemesi[nin] ve haklarında verilecek kararların, millî irade ile işbaşına gelecek [olan] bir idare tarafından yapılması gerektiğini ifade ederdim. Ben hukukçu değilim, fakat [bugünkü] ahval ve şerait göz önüne getirilirse, bunun bir şekilde savunulması lâzımdır.

Arkadaşlar, mevcut kânuna göre, biz 10-20 kişiye, belki de 150 kişiye idam kararı verebilirdik. Belki de en isabetlisi bu olacaktı. Fakat bu şekilde kararlar veren bir hükûmetin ertesi günü tası tarağı toplayıp, memleketin idaresini şu veyahut bu partiye terk etmesi, dünyada görülmüş şey değildir. Bizim yaptığımız işler tamamiyle memleket düşüncesinden ilham alan ve milletin selâmeti yönünden feragatle ve hatta cesaretle yapılmış işlerdir. Tarih, belki de ileride bu hareketleri övecektir. Ama politika öyle mendebur bir şeydir ki, bu hareketi müteakip işbaşına geçenler, bu tarihî vazifemizi gölgelendirmeye ve her birimiz için tertipler düşünmeye mutlaka teşebbüs edeceklerdir. Tâ ki, yalnız kendi mevcudiyetlerinin her şeyi yaptığına milleti ikna etsin[ler]. [Nitekim daha] bugünden başlamışlardır. Köylerde vesairede bu hareketleri, [CHP Genel Başkanı İsmet] İnönü’nün yaptırdığını yayınlayıp duruyorlar. Bundan çıkarılacak manalar vardır.

Şu hâlde biz bu muhakeme işlerini bir iki ayda yapıp, tam geliştirip, icra vaziyetine düşmemeliyiz. Bir âdî kaatil için bile bir senede hüküm alınamıyor. Sipahi Pala adında birisi için, suçu o kadar meydanda olduğu hâlde, kaç senedir hükme varılamadı. Burada yapılacak iki iş vardı: İhtilali yaparken bunları temizlemek… İlk kararım bu idi. Bu adamlar o kadar mücrimdi ki, bu memlekete ihanetin tâ içinde idiler. Fakat birçok arkadaşlar bu yola gitmek istemediler. Ben de onların bu noktai nazarını kabul ettim. İkinci şıkkı da, madem ki birincisi yapılamadı, bunu millî iradeye terk etmek… Bizim vazifemiz, her şeyi hazırlayıp, işi süratle faaliyete geçecek soruşturma cihazı vasıtasıyla ortaya dökmek [olmalıdır].” (27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları)

Anılardan

Devlet Bakanı Mustafa Âmil Artus, anılarında, Cemal Gürsel’in bu toplantıda şöyle konuştuğunu yazmaktadır: “Ertesi günü saat 09:00’da Bakanlar Kurulu yine toplandı.  Bu toplantıda özellikle eski iktidar mensuplarının durumu görüşüldü. Söz bunların Divânı Âli’de yargılanmalarına gelince, Cemal Gürsel, ‘Ben kimseyi muhakeme etmeyeceğim. Seçimlerden sonra gelecek iktidar sorumluları yargılasın…’ dedi. Gürsel’in bu sözleri üzerine konuşan bakanlar, tutuklu bulunan ve memleketi ihtilale sürüklemiş olan siyasal kişilerin, ihtilali yapanlar tarafından yargılanmaları gerektiğini, bu işin başka bir iktidara bırakılmasında büyük sakıncalar olduğunu izah ettiler. Başbakan, söylenenleri dikkatle dinledikten sonra, bu fikre katıldı. Ancak yargılamaların emniyet ve süratle yürütülmesi için gerekli önlemlerin alınmasını istedi.  Sorumlular hakkında soruşturma yapmak üzere, yargıçlardan kurulu bir heyetin, ‘Yüksek Soruşturma Kurulu’ teşkili için, Adalet Bakanlığı’na yetki verilmesi ve bu kurulca suçlu görülenlerin yargılanmaları için Yüksek Adalet Divanı’nın teşkili ve sanıklara savunmaları için her türlü kanunî teminatın sağlanması karar altına alındı. İleride çıkarılan Yüksek Soruşturma Kurulu ile Yüksek Adalet Divanı’nın kuruluş ve yargılama usulleri hakkındaki üç numaralı kanun, Bakanlar Kurulu’nun bu kararlarının ışığında düzenlenmiştir.” “İhtilalin Adalet Bakanı Âmil Artus’un Anıları: 27. Yılında 27 Mayıs”, (Yayına Hazırlayan: İlhami Soysal), Milliyet, (19 mayıs 1987).

Okuma metinleri

Meraklılar MBK tutanaklarıyla yayına hazırladığım 27 Mayıs Bakanlar Kurulu tutanaklarını okumalıdırlar. Bu zor okumaların dışında geriye anılar kalıyor: Son çıkan Adnan Çelikoğlu’nun Bir Darbeci Subayın Anıları, Sami Küçük’ün Rumeli’den 27 Mayıs’a, daha eskilerden Orhan Erkanlı’nın Anılar… Sorunlar… Sorumlular; Dündar Seyhan’ın Gölgedeki Adam; Sıtkı Ulay’ın Harbiye Silah Başına; Ahmet Yıldız’ın İhtilalin İçinden olabilir. Tarık Güryay’ın Bir İktidar Yargılanıyor; Samet Ağaoğlu’nun Marmara’da Bir Ada;  Salim Rıfkı Burçak’ın Yassıada ve Öncesi akla ilk gelenler arasında. Emine Gürsoy Naskali’nin son yıllarda hazırladığı ve hazırlamaya devam ettiği Yassıada yargılamaları tutanaklarını da unutmamalıyız: Anayasa Davası, 6-7 Eylül Olayları Davası, İstanbul-Ankara Olayları Davası, Bebek Davası ile Örtülü Ödenek Davası’nın tutanakları ciltler halinde yayınlandı bile.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums