- 12.06.2011 00:00
Tarih yazımında anıların önemi üzerinde durmak gereksiz bir çaba olurdu. Anılar, önemli ve değerli bir kaynaktır. Zaman zaman da paha biçilmez malzeme niteliğindedir.
ASOLAN anılardan tarihsel malzeme olarak yararlanma aşamasında ortaya çıkan yöntem sorunlarının üstesinden gelebilmektir. Bir tarihçi için anılardan yararlanmak, ele aldığı tarihsel dilime/zamana ve mekâna göre değişiklik gösterir. Anılarda ortaya konulan bilgiler, arşiv malzemesinin sunduğu bilgilerle rahatça karşılaştırılabilir. Kaynaklar karşılaştırılarak test edilebilir. Resmî kayıtlarla kişisel ve özel olanın karşılaştırılmasından söz ediyoruz. Bu, o kadar da kolay değildir, çünkü kime güvenileceği belirsizdir. Muhtemelen her ikisine de tam anlamı ile güvenilemez. Yine de araştırmacının anılardan çok belgelere başvurmasını öneririm. Bir başka yöntem de, üçüncü kişilerden kalan malzeme ile bu iki kaynağı denetlemeye çalışmak olabilir. Arşiv bilgileri ile anılar çelişebilir. Tarihçiler, sadece anılara dayanarak gerçeği asla ifade edemeyeceklerdir.
Anılar ve biz
Yakın dönem siyasî tarihimizle ilgilenenlerin ilk sorunu, yeterli sayıda anı bulmaktır. Sayıca az olmak malzemenin darlığını ortaya koyar. Bu nedenledir ki, genellikle kaynaklarda belli isimler yer alır. Yeni bir anı keşfetmek bile başlı başına önem arz eder. Bu aşamada; (a) daha önce hiçbir yerde yayınlanma fırsatı bulamamış anıları keşfetmek, onları bulup çıkarmak, elyazması ya da daktilo halinde iken onlara hayat vermek, yayınlamak, (b) daha önce bir gazetede ya da dergide tefrika edilerek yayınlanmış, fakat aradan geçen uzun yıllar sonrasında gazete de, dergi de, anılar da unutulmuş iken, koleksiyon taraması sırasında bu anılarla yeniden buluşmak, onların yeniden yayınlanmasını sağlamak, (c) zamanında kitap olarak yayınlanmışsa da, zamanın dönüşümü içinde artık yeniden basılmayan anıları hatırlamak gerekir. Yine de belirtmek isterim ki, son yıllarda anıların yayını yoğunlaştı. Bu sevindirici.
Anıların ne zaman yazıldığı çok önemlidir. Yazılmaktan kastım, ne zaman kaleme alındığı, anlatıldığı ya da banda kaydedildiğidir. Yayınlanmaktan söz etmiyorum henüz... Anıların ne zaman ortaya çıktığı, ne kadarlık bir süreyi içerdiği, anıların yazılma yeri ve zamanı, tek bir hamlede mi yoksa uzun zaman aralıkları için de mi kaleme alındığı, bütün bunlar, anıların değerlendirilmesinde epistemolojik ve metodolojik sorunlara yol açar. Olup bitenlerin hemen hafızalarda taze iken kaleme alındığı anılar kadar, aradan çok uzun zaman geçtikten sonra, mesela elli yıl sonra kaleme alınmış olan anılar da vardır ve bunların yarattığı yöntem sorunları farklıdır. Sıcağı sıcağına kaleme alınmış olan anılar, hafızanın nispeten kuvvetli olduğu bir zamana denk geldiğinden, çok daha ayrıntılı olabilir. Yerler, isimler, tarihler, mekânlar konusunda yazar, nispeten yakın tarihli hafızasına güvenerek, güvenilir bilgiler verebilir. Görüşmeler daha ayrıntılı bir şekilde nakledilebilir. Bütün bunlar, yazılanların tamamen doğru olduğunu göstermeyeceği gibi, her şeyin anlatıldığı anlamına da tabiî ki gelmez.
Anılar ve insanlar
Anıların kaleme alınma süresi de önemlidir. Çok uzun ve farklı konjonktürlerde yazılmış metinler içinde farklılıklar ve çelişkiler olabileceği unutulmamalıdır. Uzun yıllara yayılmış bir anı metni içinde aynı olayın farklı anlatımları ile karşılaşmak mümkündür. Hafızanın yanılgıları, bu çelişkilerde ya da farklılıklarda kendisini gösterebilir. Ya da işin esasında hafıza ile ilgili bir sorun bulunmamaktadır. Bizzat yazar, geçmişi, aradan zaman geçtikten sonra artık farklı hatırlamaya başlamış olabilir. Ya da artık farklı hatırlamayı tercih etmektedir. Ama ister onu hafızası yanıltmış olsun, ister geçmişe ilişkin duygu ve düşüncelerini gerçekten değiştirmiş olsun, isterse duygu ve düşüncelerini kalbinin en derin yerine gömmek pahasına tutumunu en azından okuyucuya daha farklı duyurmayı tercih etsin, bütün bunlar da araştırmacı için değerli ipuçlarıdır. Hele araştırmacı, metnin bu farklılık arz eden noktalarının hangi farklı zamanlarda kaleme alındığını biliyor ya da tahmin edebiliyorsa, bu ipucu mekanizması daha da önem kazanır. Anılar, sanıldığının aksine, hep aynı kalmazlar, ama değişirler ya da değişebilirler. Geçmişin yeniden hatırlanması süreci, esas olarak hatırlandığı zamana bağlı ve bağımlıdır. Bu bağımlılık ilişkisi, geçmişi bugünün kırılmasına uğratabilir. Yazar, geçmişini ne zaman anlattığına bağlı/bağımlı olarak farklı anlatabilir. Uzun zamana yayılmış anı metinleri, bu bakımdan içinde bazı tuhaflıkları barındırabilir. Eğer yeniden sıkı bir şekilde gözden geçirilmemişse...
Sıcağı sıcağına yazılan anıların genellikle baş etmesi gereken, fakat baş etmesi de bir o kadar da zor olan bir açığı vardır: Öznelliğin ve duygusallığın göreli olarak artma riski ve tehlikesi... Her anı, özneldir, duygusaldır ve neredeyse kaçınılmaz olarak savunmaya yöneliktir. Savunmacı anı anlayışını yıkabilmek imkânsızdır, çünkü, anılarını kaleme alanlar, bir bakıma kendilerine, fakat daha çok bugüne ve geleceğe hesap verme psikolojisi içinde davranırlar. Pek az anı sahibi, duygu ve düşünceleri ile birlikte, geçmişinin tamamını, hele karanlık olan kısımlarını okuyuculara açma konusunda hevesli davranır. Anı sahipleri, kendilerinin hep haklı olduğunu ya da haklı çıktığını anlatma hevesindedir. Nadiren bu eğilimi kırdıklarında da, bu durum ayrıntıda kalan bir çaba hüviyetindedir. Bu elbette anlayışla karşılanması gereken bir çabadır. Ama anlayış göstermek, yazarı haklı kılmak ile eşdeğer değildir ve olmamalıdır da.
Anıların öyküleri
Anı metni, sıcağı sıcağına yazılmış olabilir. Sonra, aradan zaman geçtikten sonra, yani yayınlanmadan önce, yeniden gözden geçirilmiş, eklemeler ve çıkarmalar yapılmış da olabilir. Aslında metnin yayından önce başına gelenleri bilmek, ancak şanslı kullara nasip olabilir. Okuyucu ve araştırmacı, genellikle metnin yayın öncesinde başından geçenleri ilk elden bilemez, ancak ona yansıtıldığı kadarı ile bilebilir. Ona yansıtılanların ise gerçeklerle ne ölçüde örtüştüğü bilinemez. İşte bu noktada, anıların güvenirliği sorunu da gündeme gelir.
Hemen uyarayım: Bazı anılar yoktan var edilmiş olabilir. Türkçesi: uydurulmuş olabilir. Hiç anılarını yazmayan bir beyefendinin, hanımefendinin, komutanın, politikacının anılarını okumak, ancak böyle mümkün olabilir. Hayal gücü zengin olanların kaleminden çıkan bu türden metinler, aradan zaman geçtikçe kalıcı ve gerçek bir niteliğe de bürünebilir. İlk yapılması gereken, anıların sahih olup olmadığını, gerçekten de yazarı tarafından kaleme alınmış olup olmadığını saptamaktır. Sahte anıları dikkatle ayıklamak sanıldığından daha zor olabilir. Sahteliğini keşfetmek de ayrı bir dikkat ve uzmanlık ister. Neyse ki ülkemizde bu türden yayınlar ekonomik olmadığından, ancak siyasî amaçlarla sahte anı üretimi söz konusu olabilir. Sahte anı üretmek için tek alan, gerçekten de çok bilinen, tanınmış bir şahsiyetin ismini kullanmaktır. Yine de bu alanda yol kat edildiğini söyleyebiliriz. Araştırmacıların anıların gerçekliğini sorgulamaları ilk anda çok önemlidir. Herhalde bu konuda en ilk akla gelen örnek, II. Abdülhamit’in anılarıdır. Her baskısında daha da uzayan anılar, yadırgatıcı olduğu kadar, uyarıcı da olmalıdır!
Bu arada, gerçekten de kaleme alınmış ve yazarın hayatında yayınlanma fırsatı bulamamış çok sayıda anı metni de bulunmaktadır. Bazen anı sahibi, anılarını yayınlamak için bir kişi ya da kuruma teslim edebilir ve hayatta iken yayınlanmasını da talep edebilir. Ne var ki, koşullar ya da bilemediğimiz nedenlerle bu iş bir türlü gerçekleşmez. Yazarın ölümünden sonra ise, metni, artık kimin ya da kimlerin elinde kaldıysa, bir başka macera beklemektedir. Metnin olduğu gibi yayınlanması gerekir, ama bunu kim denetleyecektir? Anıları yayına hazırlayanların işi oldukça güçtür. Bir yandan, ellerinde bitmiş ya da yarım kalmış, notlar hâlinde bırakılmış ya da bütünüyle yayına hazır bir metin vardır, diğer yandan metnin içeriği... Aslında yapılması gereken, anı sahibinden geride kalanı olduğu gibi ve eğer gerekiyorsa (ki sık sık gerekecektir) açıklamalarla ve notlarla okuyucuya sunmaktır. Bunu yaparken de, yayına hazırlayanların nerede ne yaptıklarını açık seçik anlatmaları beklenir. Yazar ile yayına hazırlayanın karışmaması esastır.
Bu süreçte zaman zaman garipliklere rastlayabiliriz. Bir anı metni, olduğu gibi yayınlanmak yerine, yayına hazırlayan(lar)ın kendi üslûbuna ve siyasî/ideolojik duruşuna göre de adeta yeniden şekillendirilebilir. Metin uzayabileceği gibi, kısaltılabilir de... Şöyle ki, yayına hazırlayanlar, hiçbir açıklamada bulunmadan, metinle istedikleri gibi oynayabilirler. Beğenmedikleri yerleri çıkarabilirler, metinde bulunmayan, ama bulunsa iyi olur düşüncesi ile metne eklemelerde bulunabilirler. Bu türden sorunlu metinleri bulup çıkarmak ve ayıklamak ancak meslekten ustalar gerektirir. Bu bakımdan mimlenmiş metinlerden prensip olarak uzak durulmalıdır.
Anıların âkıbeti
ANILARIN ne zaman yazıldığı kadar ne zaman yayınlandığı da çok önemlidir. Yayın tarihine çok önem verilmelidir. Bu tarihler pek çok noktaya ışık tutabilir. Anıların yazım tarihi ile yayın tarihi arasında fark olabilir. Pek az anı yazılır yazılmaz yayınlanma imkânına kavuşabilir. Bu bakımdan yayın tarihi, yazarın metnini yayın aşamasında bir kez daha ve yeniden gözden geçirmesine imkân sağlar ve gerçekten de bu aşamada metinler yeniden değişebilir ya da değiştirilebilir. Yazarın hayatta olması, ona bu imkânı sağlayacaktır. Her anı metni, genellikle yayınlandığı günün havasına uygun bir şekilde düzenlenme imkânına sahiptir. Bunu her zaman yazarlar yapmazlar. Hatta yazarların hayatta olmadığı bir zamanda, metnin yeni sahipleri, editörler, yayına hazırlayanlar da, bu yeni imkândan yararlanmak isteyebilirler. Okuyucular ve araştırmacılar, genellikle orijinal metni hiç görme fırsatına sahip değillerdir. Bu bakımdan özgün metinle yayınlanan metin arasında bir karşılaştırma imkânı mümkün değildir.
Dahası, özgün metin üzerinde bizzat yazar tarafından değişiklikler yapılmış olabilir. Eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler tabiîdir. Yayına hazırlayanların, bu değişiklikleri de bir şekilde metinde göstermeleri beklenir. Üzeri çizilmiş olan bir cümle, bir isim, karalanmış bir sayfa, değiştirilmiş sözcük ya da sıfat, yazılmış, fakat sonradan vazgeçilmiş bir anlatı, bir konuşma, bunlar hep, okuyucuya yazarın kafasından geçenler olarak mutlaka sunulmalıdır. Okuyucu, metin içinde yazarın bütün düzeltmelerini görebilmelidir. O, elbette yazarın son metnini okuyacaktır, fakat düzeltmeleri görmek de hakkıdır.
Anıların üzerinde genellikle değişiklikler yapılır. Okuyucu bunları bilemez. Bu türden değişiklikler, ancak el yazmasının ya da hazırlık notlarının taranması ile anlaşılabilir. Önce yazılmış ve sonradan çıkarılmış olan kısımlar, sonradan eklemeler, değiştirilmiş fikirler, hatta kelimeler, sıfatlar, inceltilmiş ya da vurgulanmış kısımlar, çıkarılmış isimler, dikkate alınmalıdır. Tarihçinin bu metni görebilmesi nadirdir. O son hâli ile karşılaşır, ama belki de bu metnin bir öncesi olduğunu düşünmesi, ona ışık tutabilecektir. Eğer şanslı olarak eski metni görebilirse, bir karşılaştırma imkânı doğabilir. O zaman malzeme, sadece bu metinlerle sınırlı olmaz; bir karşılaştırma her zaman malzemenin içeriğini ve derinliğini zenginleştirir.
Lâkin bu çok sık rastlanan bir durum değildir. Çünkü, yazar hayatta olduğu sürece ilke olarak özgün metin yayınlanacağından, yazarın metninde yer alan bu türden farklılıkları ve düzeltmeleri görmek ve değerlendirmek imkânı hiç olmaz. Ancak belki yazarın ölümünden sonra, eğer büyük bir şans eseri özgün metin hâlâ hayatta kalır ve bir şekilde bir arşivde koruma altına alınabilirse, araştırmacıların bu karşılaştırmayı yapma imkânı doğabilir. Bu türden nadir şansların araştırmacılar tarafından mutlaka kullanılması gerektiğini, bilmem yazmaya gerek var mı?
Anılar tarihçilerin vazgeçilmez kaynaklarıdır; ancak anılardan yararlanma aşamasında tarihçilerin pek çok noktaya dikkat etmeleri gerekir; aksi halde yazılan her şeyin doğru olduğu tuzağına düşülür. Tarihçiler, ne her yazılana, ne de her söylenene inanırlar. Her şeyi kontrol etmek zorunda olduklarını bir an için bile unutmazlar. Tarihçi ile amatörü birbirinden ayıran önemli ve ince çizgi buradadır işte.
Yorum Yap